Oy oy oy
Oy oy oy
- 30-01-2023 07:03
- 8724
- 30-01-2023 07:03
- 8724
Oy oy oy; Bir tek oy vakti milleti düşünürlermiş.
Zenginlik nedir?
Manevi zenginlik konusunu geçelim burada. Kimsenin gönlünü bilemeyiz zira.
Maddi zenginlik nedir?
Bir insanın barınma, dolaşım, ısınma, su, canının istediği gıdaya ulaşma imkanı var ise, temel konu halledilmiş ise;
Artık zenginlik nedir sahi?
İhtiyaç fazlası mı?
Özgürlük mü?
Hmmm…
?
Hiç tanımlamadan bakarsak;
Keyfin kahyasına kolay ulaşabilme imkanı mı sadece?
Mümkünlerin çoğalması mı?
Belki..
Keyif, kolaylık da göreceli…
Sanki bir yerden sonra;
Aynı duygularla, bir yerde oturuyor bulacaksın kendini…
Ve bir de bakmışsın ki; Yalnızca dekor değişmiş…
Ötesi bireyin eşsiz hayal gücüne kalmış artık.
Bir yere akıtacak ille de. Kullanılmayan, sıkışmış enerji de bir yerde patlar yoksa...
En iyisi bilinçle akıtmak.
Başkalarına da bir şekilde katkı olabilmek. Belki bir yerden sonra insanı en çok mutlu edecek, kendisine fark katacak olan da bu sanki.
Karşısındakini 'muhtaç' gören sadaka, anlık geçici çözümler de değil;
Kalıcı toplu kalkınma sağlayacak çözümler bulabilmek.
Düşünsene; En uyanık sensin belki de, e herkes uyuyorken ne yapacaktın bununla?
Dengin yoksa ne anlamı var. Bunun için mi geldik? "En en en bişi" olduk diyelim.
Zirvede.
Rakipsiz.
Bu 'yalnızlığın' ayarsızlığı kimseyi gerçekte mutlu etmeyecektir sanırım.
Bize her açıdan dengimiz gerek. "Oyun arkadaşları."
Zeka dengi bile olmayan oyun arkadaşı neye yarar?
Neşesi, sevinci kursakta kalır…
Bir ailenin evi-arabası olması, et-pirzola yiyebilmesi, ailece yemeğe, tatile gidebilmesi de zenginlik göstergesi değil.
Normali, gerekeni, asgarisi bu olmalı.
Üzerine eklediği kendi becerisi olsun.
Mutlu ailelerin çoğalması isteniyorsa; Gelecek endişesi, geçim bakım yükü taşımayan hafif ana-babalar elzem.
Bunu asgari görüp, toplumu hatta ötesine taşıyamayan hiçkimse yaptıklarını yapacaklarını marifet gibi göstermesin.
Bana ne yoksa!
Artık böyle. Bunu siz yaptınız.
Bu kafaya yarım asırdan fazla yaşadıktan sonra gelebilmek de ilginç. Ve hep biliyorken aslında.
Ona: "Bana ne, işimize bakalım." Şuna: "Bize ne, işimize bakalım." derken derken bir de baktık "İş ne, nerede?!"
Yaşanmışlıklar neticesinde çakma 'ideotlojiler' mecburen boş çıkıp bir kenara atılmış. Ve esasında tek işimizin temsil görevi verdiklerimizi takip etmek olduğu dank etmiş haliyle.
Tek: "Bana ne, sözünüzde durun! İşinizi yapın." diyeceklerimiz bunlarmış meğersem.
Her suçu millete atma alışkanlıklarından, ortak çıkarları ve hakları kollamak yerine boş tanımlar için çatıştırmalardan, her fedakarlığı milletten beklemelerden, gözü hep milletin cebine, birikimlerine dikenlerden bıktım usandım esas.
Oy attıklarım, benim haklarım, refahım ve en önemlisi;
ADALET için ne yaptı?
Bunlara bakış açısı ve yeri neredeydi?
Dillerde hep bir: "Hukuk, hukuk, hukuk"...
Kimin, neyin "hukuku" bu, adaletin yoksa?
ADALET kılığında dillendirdikleri her neyse;
Birilerine şöyle, birilerine böyle göz kırpıyorsa artık, benden değilsin.
Ben kim miyim?
Milletim.
Oy vereceğinde hatırladığınız.
Öyle benim-senin de yok. Görevini yapamayandan asıl hesap soracak olanlar oy atanların ta kendisi olmalı.
Taraftar değil, MİLLETSİN!
Yıllardır çalışmış, vergi sigorta primi ödemişim. Birçok işverenden fazla olabilir.
Her halde bir ev, araba olmalı. Artık geleceğimi, çocuğumun geleceğini düşünmemeliyim. Ailem ile yurtdışı tatillerine gidebilmeliyim…
Bunlar bazı ülkelerde halkın tamamı için hak edilmiş asgari standart olarak kabul görülür.
Nerdee?!
O ayrı; inişli çıkışlı ekonomik düzen apayrı.
Bizim nesilde yıllarca çalışmış kaç kişinin normali bunlar?
Hatırlıyorum; Çocukken büyüklerimiz emekli ikramiyesiyle ev alırdı, üzerine de hatırı sayılır miktar kalabilirdi.
Artık telefona bakılıyor!..
Yok.
Herkeste bulunduğuna göre, markasına.
İşini telefon ve bilgisayarla yapıyorsun. Dükkan say. Hemen: "Uuu bunlar da lüks hani. Ne gerek vardı…"
O da memleketten, bir tatil fotoğrafı: "Ooo zenginsin, sen ne konuşuyorsun?!”
Neymiş; "Et dediğin pirzola…"
Halk bunları birbirine diyebilir. Kimin ne ayar olduğu bilinmez.
En ufak bir refah, sevinç haberine limon sıkanlar ne zevk alır, halkın refahını nasıl hak ve normal göremezler bilinmez.
Fakat bir siyasi diyemez!
İsteyenin aileye yetecek miktarda evine götürebilmesinden sorumlu hepsi.
Ne olduğu belirsiz milletlerarası andlaşmalarla dayatılmış değişik tahakkümlere dur demek zaten en temel işleriydi.
Bu bambaşka bir uyanış. Ayrıca çok yazdık. Bu sınavı geçemeyen kimseye zaten oy yok artık.
Diğerleri de bakış açılarını, ufku biraz genişletsin lütfen;
Ayrıca, et alabilmenin zenginlik göstergesi olarak konuşulması bile çok yersiz. Çoğu zengin o kadar da et tüketmiyor bile belki. Mesele herkesin canının istediği temel gıdaya kolay ulaşabiliyor olması.
Konu; Zaten var olanın farkındalığı ve refahı kendine HAK görebilmesi.
Şu yarım asırda bize anlatılanları hatırlıyorum da…
Ve aksine ne kadar zengin bir ülkeymişiz meğersem.
"Hepimize yetecek kadar yok." masallarını ne çok yutturmuşlar.
Kim bunlar değil mi?
Hep aynı kafa, hep aynı eski bayat hikaye, kripto kahramanlar, danışık dövüşler...
Tek değişmeyen; Milletin mücadele içinde şaşırtılması.
Hep bir 'yokluğa', bir acayip uyduruk danışık dövüş 'tehlikelere' inandırılması.
Kendisi zaten var olan, varoluştan hakediş asıl zenginliği görmüyor, görse de kendine HAK görmüyor, başkalarının refahıyla da sevinmiyor ki artık...
Nasıl olacak?
Esaslı zenginliğimizle gurur duymalıyız.
Başkasının, sıradan bir vatandaşın refahı ve zenginliği ile de.
Neyine batıyor ki bazılarının?!
Açılışlarda: "Allah utandırmasın." diyenler gibi.
Bunu söyleyenlerin bilinçdışındaki cızırtıyı duyabilirsin.
"Hayırlı uğurlu olsun, Allah kolaylıkla bereket versin." varken, neden “utandırma"?
Zikretti bir kere. 'Allah'ın utandırdığı' ihtimalini de düşünerek.
Bunlara hiçbir tepki gösterme. Bilinçle kendi saf dileklerini tekrarla, bir an imgele ve geç git en iyisi. :)
"Fakirliğin nesini bu kadar değerli sandın?" diyorum.
"Allah beni böyle seviyor." TT!
‘Şükür’ bu sanıyor.
Allah, belki de şu sonsuz zengin alemi önüne sermiş, zaten ne kadar zengin olduğunu,
Hatta inanılmaz zengin bir donanımla yaratıldığını fark edeceksin önce bir.
Olanı fark et, şükret. Kuru lokma da olsa, varlığını katkılarını şükranla hisset.
Bu demek değil ki, daha fazlasını, daha iyisini hak etmiyorsun.
Olana farkındalıkla şükret. Daha fazlasını, daha iyisini hafif yüreklilikle dileyip neşeyle merak edebilirsin de artık.
Bu alemin Allah vergisi tüm donanımı varoluş hakkımız.
Şimdi.
Burada.
Zaten bizimle.
Şükürler olsun.
Bunu idrak edenler, memlekete-millete refahı hak görenler, adaletli bakanlar gelsin, yapsın; Oy vermediysek de teşekkürler edelim.
"Kime oy vereceğiz?". Sanki biliyorum. Sanki çok bildiğini sananlar bilmiş, bilmekte…
Tarihi döngüdeki seçime dair tek hayalim bu.
Milletin hakkı millete.
Seçilen görevini; Millet, kendini bilsin.
Başka ihsan istemez.
.
Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com
Oy oy oy; Bir tek oy vakti milleti düşünürlermiş.
Zenginlik nedir?
Manevi zenginlik konusunu geçelim burada. Kimsenin gönlünü bilemeyiz zira.
Maddi zenginlik nedir?
Bir insanın barınma, dolaşım, ısınma, su, canının istediği gıdaya ulaşma imkanı var ise, temel konu halledilmiş ise;
Artık zenginlik nedir sahi?
İhtiyaç fazlası mı?
Özgürlük mü?
Hmmm…
?
Hiç tanımlamadan bakarsak;
Keyfin kahyasına kolay ulaşabilme imkanı mı sadece?
Mümkünlerin çoğalması mı?
Belki..
Keyif, kolaylık da göreceli…
Sanki bir yerden sonra;
Aynı duygularla, bir yerde oturuyor bulacaksın kendini…
Ve bir de bakmışsın ki; Yalnızca dekor değişmiş…
Ötesi bireyin eşsiz hayal gücüne kalmış artık.
Bir yere akıtacak ille de. Kullanılmayan, sıkışmış enerji de bir yerde patlar yoksa...
En iyisi bilinçle akıtmak.
Başkalarına da bir şekilde katkı olabilmek. Belki bir yerden sonra insanı en çok mutlu edecek, kendisine fark katacak olan da bu sanki.
Karşısındakini 'muhtaç' gören sadaka, anlık geçici çözümler de değil;
Kalıcı toplu kalkınma sağlayacak çözümler bulabilmek.
Düşünsene; En uyanık sensin belki de, e herkes uyuyorken ne yapacaktın bununla?
Dengin yoksa ne anlamı var. Bunun için mi geldik? "En en en bişi" olduk diyelim.
Zirvede.
Rakipsiz.
Bu 'yalnızlığın' ayarsızlığı kimseyi gerçekte mutlu etmeyecektir sanırım.
Bize her açıdan dengimiz gerek. "Oyun arkadaşları."
Zeka dengi bile olmayan oyun arkadaşı neye yarar?
Neşesi, sevinci kursakta kalır…
Bir ailenin evi-arabası olması, et-pirzola yiyebilmesi, ailece yemeğe, tatile gidebilmesi de zenginlik göstergesi değil.
Normali, gerekeni, asgarisi bu olmalı.
Üzerine eklediği kendi becerisi olsun.
Mutlu ailelerin çoğalması isteniyorsa; Gelecek endişesi, geçim bakım yükü taşımayan hafif ana-babalar elzem.
Bunu asgari görüp, toplumu hatta ötesine taşıyamayan hiçkimse yaptıklarını yapacaklarını marifet gibi göstermesin.
Bana ne yoksa!
Artık böyle. Bunu siz yaptınız.
Bu kafaya yarım asırdan fazla yaşadıktan sonra gelebilmek de ilginç. Ve hep biliyorken aslında.
Ona: "Bana ne, işimize bakalım." Şuna: "Bize ne, işimize bakalım." derken derken bir de baktık "İş ne, nerede?!"
Yaşanmışlıklar neticesinde çakma 'ideotlojiler' mecburen boş çıkıp bir kenara atılmış. Ve esasında tek işimizin temsil görevi verdiklerimizi takip etmek olduğu dank etmiş haliyle.
Tek: "Bana ne, sözünüzde durun! İşinizi yapın." diyeceklerimiz bunlarmış meğersem.
Her suçu millete atma alışkanlıklarından, ortak çıkarları ve hakları kollamak yerine boş tanımlar için çatıştırmalardan, her fedakarlığı milletten beklemelerden, gözü hep milletin cebine, birikimlerine dikenlerden bıktım usandım esas.
Oy attıklarım, benim haklarım, refahım ve en önemlisi;
ADALET için ne yaptı?
Bunlara bakış açısı ve yeri neredeydi?
Dillerde hep bir: "Hukuk, hukuk, hukuk"...
Kimin, neyin "hukuku" bu, adaletin yoksa?
ADALET kılığında dillendirdikleri her neyse;
Birilerine şöyle, birilerine böyle göz kırpıyorsa artık, benden değilsin.
Ben kim miyim?
Milletim.
Oy vereceğinde hatırladığınız.
Öyle benim-senin de yok. Görevini yapamayandan asıl hesap soracak olanlar oy atanların ta kendisi olmalı.
Taraftar değil, MİLLETSİN!
Yıllardır çalışmış, vergi sigorta primi ödemişim. Birçok işverenden fazla olabilir.
Her halde bir ev, araba olmalı. Artık geleceğimi, çocuğumun geleceğini düşünmemeliyim. Ailem ile yurtdışı tatillerine gidebilmeliyim…
Bunlar bazı ülkelerde halkın tamamı için hak edilmiş asgari standart olarak kabul görülür.
Nerdee?!
O ayrı; inişli çıkışlı ekonomik düzen apayrı.
Bizim nesilde yıllarca çalışmış kaç kişinin normali bunlar?
Hatırlıyorum; Çocukken büyüklerimiz emekli ikramiyesiyle ev alırdı, üzerine de hatırı sayılır miktar kalabilirdi.
Artık telefona bakılıyor!..
Yok.
Herkeste bulunduğuna göre, markasına.
İşini telefon ve bilgisayarla yapıyorsun. Dükkan say. Hemen: "Uuu bunlar da lüks hani. Ne gerek vardı…"
O da memleketten, bir tatil fotoğrafı: "Ooo zenginsin, sen ne konuşuyorsun?!”
Neymiş; "Et dediğin pirzola…"
Halk bunları birbirine diyebilir. Kimin ne ayar olduğu bilinmez.
En ufak bir refah, sevinç haberine limon sıkanlar ne zevk alır, halkın refahını nasıl hak ve normal göremezler bilinmez.
Fakat bir siyasi diyemez!
İsteyenin aileye yetecek miktarda evine götürebilmesinden sorumlu hepsi.
Ne olduğu belirsiz milletlerarası andlaşmalarla dayatılmış değişik tahakkümlere dur demek zaten en temel işleriydi.
Bu bambaşka bir uyanış. Ayrıca çok yazdık. Bu sınavı geçemeyen kimseye zaten oy yok artık.
Diğerleri de bakış açılarını, ufku biraz genişletsin lütfen;
Ayrıca, et alabilmenin zenginlik göstergesi olarak konuşulması bile çok yersiz. Çoğu zengin o kadar da et tüketmiyor bile belki. Mesele herkesin canının istediği temel gıdaya kolay ulaşabiliyor olması.
Konu; Zaten var olanın farkındalığı ve refahı kendine HAK görebilmesi.
Şu yarım asırda bize anlatılanları hatırlıyorum da…
Ve aksine ne kadar zengin bir ülkeymişiz meğersem.
"Hepimize yetecek kadar yok." masallarını ne çok yutturmuşlar.
Kim bunlar değil mi?
Hep aynı kafa, hep aynı eski bayat hikaye, kripto kahramanlar, danışık dövüşler...
Tek değişmeyen; Milletin mücadele içinde şaşırtılması.
Hep bir 'yokluğa', bir acayip uyduruk danışık dövüş 'tehlikelere' inandırılması.
Kendisi zaten var olan, varoluştan hakediş asıl zenginliği görmüyor, görse de kendine HAK görmüyor, başkalarının refahıyla da sevinmiyor ki artık...
Nasıl olacak?
Esaslı zenginliğimizle gurur duymalıyız.
Başkasının, sıradan bir vatandaşın refahı ve zenginliği ile de.
Neyine batıyor ki bazılarının?!
Açılışlarda: "Allah utandırmasın." diyenler gibi.
Bunu söyleyenlerin bilinçdışındaki cızırtıyı duyabilirsin.
"Hayırlı uğurlu olsun, Allah kolaylıkla bereket versin." varken, neden “utandırma"?
Zikretti bir kere. 'Allah'ın utandırdığı' ihtimalini de düşünerek.
Bunlara hiçbir tepki gösterme. Bilinçle kendi saf dileklerini tekrarla, bir an imgele ve geç git en iyisi. :)
"Fakirliğin nesini bu kadar değerli sandın?" diyorum.
"Allah beni böyle seviyor." TT!
‘Şükür’ bu sanıyor.
Allah, belki de şu sonsuz zengin alemi önüne sermiş, zaten ne kadar zengin olduğunu,
Hatta inanılmaz zengin bir donanımla yaratıldığını fark edeceksin önce bir.
Olanı fark et, şükret. Kuru lokma da olsa, varlığını katkılarını şükranla hisset.
Bu demek değil ki, daha fazlasını, daha iyisini hak etmiyorsun.
Olana farkındalıkla şükret. Daha fazlasını, daha iyisini hafif yüreklilikle dileyip neşeyle merak edebilirsin de artık.
Bu alemin Allah vergisi tüm donanımı varoluş hakkımız.
Şimdi.
Burada.
Zaten bizimle.
Şükürler olsun.
Bunu idrak edenler, memlekete-millete refahı hak görenler, adaletli bakanlar gelsin, yapsın; Oy vermediysek de teşekkürler edelim.
"Kime oy vereceğiz?". Sanki biliyorum. Sanki çok bildiğini sananlar bilmiş, bilmekte…
Tarihi döngüdeki seçime dair tek hayalim bu.
Milletin hakkı millete.
Seçilen görevini; Millet, kendini bilsin.
Başka ihsan istemez.