Yaralar sarılmalı mı!..

Yaralar sarılmalı mı!..

İnsanoğlu yaratılış itibari ile en zayıf ve de en zalim canlı türü...

Açlığa dayanamaz, susuzluğa dayanamaz ama en güçlü pozlar da ondadır...
Hele yalnızlığa da sevgisizliğe de dayanma potansiyeli azdır ama belli etmez…

Haklı olarak belli etmez çünkü fıtratında zayıflık göstermek yoktur...

Bulunduğu ortama en kısa sürede adapte olabilir, hem de hiç zorlanmadan…

Eksi ve artı 50 derece ile ister bu Sibirya soğuğu olsun, ister Amazon yağmur ormanları, isterse de çöl sıcağı..

Fiziksel dayanıklılık neyse de içsel dayanıklılıkta acaba nasılız!..

Bu da insandan insana değişiklik arz edebilir.. 

Sıkıntının biri sana zor gelirken aynı sıkıntı diğerine kolay gelebilir…

Bu da kişinin aile içi eğitimi ve yaşama kalitesiyle alakalı…

Kimisi en ufak bir sorunu, kendi başına halletmeyi seçerken, diğeri profesyonel yardım isteğinde bulunabilir; böyle olunca da zannedilmesin ki yardım alan almayandan daha zayıftır…

Alan, derdinin farkındadır, almayan belki farkındadır belki değildir…

Mesela kadın, "Türk Kahvesi"nden o kadar “irite" oluyormuş ki adını duyması dahi panik atak geçirmesine sebeb oluyormuş; kokusu ya da görüntüsünden bahsetmiyorum bile…

Sonra yardım almaya karar veriyor ve o yardım alınan süreçte, 20 yıl önce gerçekleşen geleneksel kız isteme ritüelinde takılıyorlar…

Meğerse, zoraki dayısının oğluyla evlendirilmiş ve kız isteme gecesi yapılan kahvelerde kadın kitlenmiş; suç kahvenin değildi belki ama bu istem dışı olayın en gerçekçi, en somut tanığı ikram edilen birer fincan kahveydi...

İnsanlar gözle görülmez ne sebeplerle ne sıkıntılar ne travmalar geçiriyor da belki farkında bile olmuyor.. 

Ve o farkında olunan ya da olunamayan sıkıntılar, hayattan tat alma, yaşama isteği, mutlu ve huzurlu ömür geçirme çizgisinde sapmalar yaşatabiliyor… 

Bu ise sonradan aileye, patrona, evlada veya eşe atfedilebiliyor

Düşünülmüyor ki hiç 20-30 yıl önce ya da çocukken yaşanan ve bilinç altına itilmiş enkazla bir ömür geçirmeye çalışıyor insan…

Hal böyle iken her birimiz sanki çok iyiymişiz gibi bir de akıl veririz, çevremize tavsiyelerde bulunuruz…

İnsanlar yaralarıyla var…

İnsanı insan yapan yaraları değil mi!..

Kimse travmalarla dolu, mutsuz bir geçmiş istemez ama şimdi sen onlarla o geçmişte yaşadıklarınla varsın ve onlar sayesinde buradasın…

Yaşadığın acılar, açlıklar, belki şiddet, belki fakirlik, belki yalnızlık belki de hastalıklar seni seni yaptılar ve gittiler…

Uğurlamak lazım, çünkü hasta ziyaretinin kısası makbuldür.

Nefes alıyorsan umut vardır...

Mutlu sağlıklı yarınlara...

.

Mine Tuna, dikGAZETE.com

İnsanoğlu yaratılış itibari ile en zayıf ve de en zalim canlı türü...

Açlığa dayanamaz, susuzluğa dayanamaz ama en güçlü pozlar da ondadır...
Hele yalnızlığa da sevgisizliğe de dayanma potansiyeli azdır ama belli etmez…

Haklı olarak belli etmez çünkü fıtratında zayıflık göstermek yoktur...

Bulunduğu ortama en kısa sürede adapte olabilir, hem de hiç zorlanmadan…

Eksi ve artı 50 derece ile ister bu Sibirya soğuğu olsun, ister Amazon yağmur ormanları, isterse de çöl sıcağı..

Fiziksel dayanıklılık neyse de içsel dayanıklılıkta acaba nasılız!..

Bu da insandan insana değişiklik arz edebilir.. 

Sıkıntının biri sana zor gelirken aynı sıkıntı diğerine kolay gelebilir…

Bu da kişinin aile içi eğitimi ve yaşama kalitesiyle alakalı…

Kimisi en ufak bir sorunu, kendi başına halletmeyi seçerken, diğeri profesyonel yardım isteğinde bulunabilir; böyle olunca da zannedilmesin ki yardım alan almayandan daha zayıftır…

Alan, derdinin farkındadır, almayan belki farkındadır belki değildir…

Mesela kadın, "Türk Kahvesi"nden o kadar “irite" oluyormuş ki adını duyması dahi panik atak geçirmesine sebeb oluyormuş; kokusu ya da görüntüsünden bahsetmiyorum bile…

Sonra yardım almaya karar veriyor ve o yardım alınan süreçte, 20 yıl önce gerçekleşen geleneksel kız isteme ritüelinde takılıyorlar…

Meğerse, zoraki dayısının oğluyla evlendirilmiş ve kız isteme gecesi yapılan kahvelerde kadın kitlenmiş; suç kahvenin değildi belki ama bu istem dışı olayın en gerçekçi, en somut tanığı ikram edilen birer fincan kahveydi...

İnsanlar gözle görülmez ne sebeplerle ne sıkıntılar ne travmalar geçiriyor da belki farkında bile olmuyor.. 

Ve o farkında olunan ya da olunamayan sıkıntılar, hayattan tat alma, yaşama isteği, mutlu ve huzurlu ömür geçirme çizgisinde sapmalar yaşatabiliyor… 

Bu ise sonradan aileye, patrona, evlada veya eşe atfedilebiliyor

Düşünülmüyor ki hiç 20-30 yıl önce ya da çocukken yaşanan ve bilinç altına itilmiş enkazla bir ömür geçirmeye çalışıyor insan…

Hal böyle iken her birimiz sanki çok iyiymişiz gibi bir de akıl veririz, çevremize tavsiyelerde bulunuruz…

İnsanlar yaralarıyla var…

İnsanı insan yapan yaraları değil mi!..

Kimse travmalarla dolu, mutsuz bir geçmiş istemez ama şimdi sen onlarla o geçmişte yaşadıklarınla varsın ve onlar sayesinde buradasın…

Yaşadığın acılar, açlıklar, belki şiddet, belki fakirlik, belki yalnızlık belki de hastalıklar seni seni yaptılar ve gittiler…

Uğurlamak lazım, çünkü hasta ziyaretinin kısası makbuldür.

Nefes alıyorsan umut vardır...

Mutlu sağlıklı yarınlara...

.

Mine Tuna, dikGAZETE.com