Yer altı dünyasının kapıları: Mağaralar

Yer altı dünyasının kapıları: Mağaralar

“Netflix”te yayınlanan “Atiye” ve “Dark” gibi popüler dizilerde boyut kapısı olarak işaret edilen; Alaaddin’in Sihirli Lambası, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Şahmeran, Ashab-ı Kefh gibi pek çok olağanüstü hikâyeye mekan olan, içerisinde cevherler barındıran ve efsanelerde ejderha gibi doğaüstü varlıkların koruduğu mağaraların esrarını merak etmemek mümkün değil.

Mağaralar; pek çok kültürde evrenin kalbi,  yüksek benlik ile egonun buluşma yeri, Tanrı ve ilahi varlıklarla karşılaşma yerleridir. 

Kutsalın tezahür ettiği mekânlar olarak mitolojinin önemli bir unsuru olan mağaralar; tanrıların, ruhanî varlıkların ve kahramanların doğum yeridir. 

Mağara sözcüğü “megara” kelime kökünden gelmektedir; bir insanın girebileceği genişlikte; yeraltında veya dağda bulunan çukur olarak tanımlanmaktadır. 

İçine inilen yer” olarak “in” kelimesi de mağara ile aynı anlamda kullanılmaktadır. 

Ayrıca “Hurri, Kybele, Kubaba” kelimeleri hem de mağara anlamında kullanılmaktadır. 

Eliade’a a göre bütün mağaralar kutsaldır ve bazıları kozmik dağlar ve önemli şifahaneler olarak evrenin merkezi kabul edilir. 

Mitolojik olarak mağara,dağ” sembolizminin en önemli unsurudur; çünkü dışarıdaki görünen kısım olarak dağ, “erilprensip; gizli ve içrek olan mağara ise “dişilprensip, toprak ananın rahmi olarak iki zıt kutup oluşturmaktadır. 

Doğum ve Yaratılış Sembolü...

Mağaralar toprak ananın rahmidir. 

Aynı anda hem hayatın hem de ölümün bir sembolüdür mağaralar. 

Mitolojik anlamda, göğün ata ve yerin ana olarak kabul edilmesi sebebiyle gök ile yer arasındaki kutsal evliliğin mekânıdır.

Toprak ananın rahmi ile özdeşleştirilen mağaralar; Tanrıların ve sayısız kahramanın doğum yeri olarak da dikkat çekmektedir.

Günümüzde bazı toplumlarda, çocukların mağaralardan geldiği inancının mevcut olduğu, hatta bazı hayvanlar aracılığıyla mağaralarda, büyüsel bir olay ile anne karnına girdikleri ifade edilmektedir. 

Aztekler’in “yedi mağara” anlamına gelen “Chicomoztoc”dan geldiklerine inanmaları da aynı düşüncenin farklı bir yansımasıdır. 

Bilinçaltında Mağara Sembolü...

Jung’a göre mağara, bilinçaltının güvenliğini ifade eder.

Mağaraya çekilmek başlangıçtır, mağara sığınaktır, örtüdür.

Mağaraya girmek rahime dönüştür, doğumu reddetmek, gölgeye ve farklılıkların olmadığı geceye dalmaktır. 

Doğmamış olan uğruna yaşamdan feragat etmektir. 

Mağarada zaman yoktur. 

Ne dün, ne de yarın yoktur çünkü orada gün ve gece aynıdır.

Eliade’a göre, bu adeta larva gibi bir varoluş, öte-alemdeki bir ölününki gibi bir yaşamdır. 

Bundan dolayı mağara, inisiyasyonun ve daha yüksek bir varoluş seviyesinde yeniden doğmak için uygun bir mekân olarak gösterilmektedir. 

Mağarada inzivaya girmek aslında ana rahminde değişime uğramak ve sonra yeni benliğe, insan-ı kâmil seviyesine, aydınlanmaya doğmak demekti.

Erginlenme Mekânı...

İnisiyatik toplulukların, gizli olarak faaliyet göstermeye başladıktan sonra mağaralara, yani yeraltına çekildikleri bilinmektedir. 

Mağaralar hem doğumu hem ölümü sembolize ettiği için inisiyasyon törenlerinde canlandırılan çocuk olarak ölüp yetişkin olarak yeniden doğma ritüelini canlandırma mekanı olarak da kullanılmıştır. 

İnisiyasyon törenlerinde mağara sembolik bir mezardı; burada yeniden doğumdan önceki ölüm sembolize edilirdi. 

Mağara girişi, dışarıdan bir labirentle ya da tehlikeli bir pasajla gizlenirdi ve genelde bir canavarla veya olağanüstü niteliklere sahip bir insanla korunurdu. 

Mağaraya girmek için kişinin bazı zorlukları aşması beklenirdi ve mağaraya girmek aynı zamanda Dünya Ana’nın rahmine yeniden girmek demekti. 

Kutsalın Tezahürü...

Mağaralar dünyada yerleşmiş güçlerle bağlantı kurma yerleriydi ki inanışa göre, bu daha sonra orada inzivaya çekilenleri ışığa götürecekti. 

Mağara sembolü, aydınlanmamış dünyayı simgeler. 

Bu yüzden Roma Tanrısı Mithras’ın mabedi bir kaya mağarası formunda kurulmuştu. 

Grottolar (ve grotto mabedleri) genellikle yapay olarak kazılmış ve mağaralara dönüştürülmüşlerdir; bunlar Mısır’da Abu Simbel, Hindistan’da ise Ajanta ve Ellora mağaralarıdır.

Hıristiyan ikonografisinde Bethlehem’deki ahır, bir kaya mağarası olarak resmedilmiştir. 

Doğu kilisesinin geleneklerine göre, İncil yazarlarından JohnVahiy Vizyonu”nu Patmos Adası’nda bulunan bir mağarada almıştı. 

Peygamberlerden bazılarının yaşantılarında mağaranın önemli bir yeri vardır. 

İsa Peygamber bir mağarada doğmuş, Hz. Muhammed’e peygamberlik Hira Mağarası’nda gelmiştir. 

Yine Hz. Ebubekir ile Hz. Muhammed, Sevr Mağarası’nda düşmanlardan gizlenmişlerdir. 

Kur’an-ı Kerim’de ‘mağara’ anlamına gelen Kefh Suresi’nde Ashab-ı Kefh adıyla anılan bir grup insanın mağarada uyuyup 300 sene sonra uyandıkları anlatılmıştır. 

Neredeyse bütün kültürlerde mağarada ışıktan yoksun olarak yaşayanların buradan çıkarak ışığa ulaşmaları ruhsal uyanışı temsil eder. 

Güney Afrika’nın Eritre bölgesindeki “Tanrı’nın ölüm zamanı geldiğinde kral ile eşi Venüs boğulur. Cesetleri bir dağdaki mağaraya götürülür. Orada yeniden dirilirler.” şeklindeki rivayet de mağaraların hem ölüm hem de yeniden doğuş mekânı olarak kabul görülmesinin bir başka göstergesidir. 

Bazı Türk boylarınca mağaralar,  “mağara sahibesi” olarak kabul edilen Umay Ana gibi koruyucu ruhlar başta olmak üzere mağara ruhu olarak isimlendirilen ruhların mekânıdır. 

Türk mitolojisinde mağaralar; koruyucu ruhlar ile birlikte kötü ruhların, cadıların, yılanların, cinlerin veya devlerin mekânı olarak da dikkat çekmektedir. 

Hatta Evliya Çelebi, bu konuda şöyle bir örnek vermektedir: “Zeyrekbaşı adlı yerdeki Hz. Yahya adıyla yapılan kilisenin altında büyük bir mağara var idi. 

Her sene zemheri aylarında geceleri o mağaradan nice kara koncoloz adlı cadılar çıkıp arabalar üzere dönüp dolaşırlardı. 

Seher vakti yakın olunca binip yine bütün koncolozlar o mağaraya girip kaybolurlardı”. 

Çin’de “Ma-gu” isimli perinin adı, hem mabetlere hem de mağaralara verilmiştir ve ölümsüzlüğün mağaradan yükselme neticesinde vuku bulduğuna inanılmıştır.

Avustralya’da ruhların, şamanları mağarada yetiştirdiklerine inanılır. 

Aborjinler’in Arunta kabilesinin bir üyesi, şaman olmak istediği zaman mağarada uyuması, ardından da mağaradan bir ruhun çıkıp şamanlığın simgesi olarak bu kişinin dilinde mızrakla bir delik açması gerektiği de rivayet edilir.

Mağaralar Geçiş Kapısı...

Campbell, “İlkel Mitoloji” adlı eserinde mağaraların yeraltı dünyasının kendisi olduğunu, yeraltı sürülerinin ülkesi olduğunu ve yukarıdaki dünyanın sürüleri buradan yukarıya çıktığını söylemiştir. 

Mitolojide mağaralar, tanrılar ile ruhların dünyaya çıktıkları geçitler olarak gösterilmektedir. 

Aynı zamanda yer altı dünyasının simgesi olarak betimlenmektedir. 

Dolayısıyla mağaralar; yeraltı ve yeryüzünü birbirine bağlayan yolların giriş kapısı; ölülerin öteki dünyaya yolculuklarında geçmek zorunda oldukları karanlıklar mekânı olarak kabul edilmektedir. 

Bu mekânlar, Türk masallarında “kaya kovukları” ile birlikte “dünyanın bacası” adı altında yer altı dünyasına giden kapılar olarak değerlendirilmektedir. 

Agharta Efsanesi...

Yeraltı medeniyeti ve mağaralar demişken Agharta’dan söz etmemek olmaz. 

Agharta, Tibet ve Orta-Asya geleneklerinde sözü edilen, Asya’daki sıradağların içinde bulunduğu ileri sürülen efsanevi bir ülkedir. 

Agharta konusunu kitaplarında en ayrıntılı Saint-Yves d'Alveydre yazmıştır. 

Agharta, teozofik ve ezoterik geleneğe göre Mu ve Atlantis’ten göç eden bilim rahiplerince ya da inisiyelerce kurulmuş, sonradan gizlenme gereği görüp, dağ ve mağara içlerine çekilmiştir.

İnanışa göre, rahipler birbiri ile tüneller vasıtası ile bağlanan yeraltı şehirlerinde yaşarlar. 

Bu yer altı şehirleri, bütün dünyayı kaplar.

Agharta bilgelerinin sahip bulunduğu binlerce yıllık sırları uygulamak suretiyle, yeniden dünya nizamını aydınlanma ile kurmak üzere yeryüzüne çıkacaklarına da inanılmaktadır.

Hatta bu inanış o kadar yaygın bir şekilde kabul görmüştür ki bilimkurgu yazınında “Oyuk Dünya Teorisi” ortaya atılmış ve 1960'ların sonuna kadar sıklıkla vurgulanan konu, günümüzde kayda değer bir popülerlik kazanmıştır.

Anadolu’da yeraltı ülkesi…

Agarta'nın, dünyanın her tarafına yayılan tünel ve şehirler ağına Türkiye'de de rastlandığı öne sürülüyor. 

Kapadokya bölgesinde bulunan Mazıköy, Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı kentleri, bazı araştırmacılar tarafından Agarta'nın bir ispatı olarak gösterilir.

Bölgede bulunan ve büyük bir kısmı halen keşfedilmemiş olan yeraltı kentlerinin, bilinenden daha büyük ve derin bir alana yayıldığı düşünülüyor.

 “Tanrıların Arabaları” adlı kitabıyla bütün dünyada tanınan İsviçreli araştırmacı Erich von Däniken, 1982’de Türkiye’ye geldi. 

Kaymaklı ve Derinkuyu’da incelemeler yaptı. 

Däniken’e göre, bu yeraltı kentleri havadan gelen saldırılardan korunmak için inşâ edilmişti. 

Kaymaklı ve Derinkuyu köylüleri arasında yaygın bir inanca göre, çok eski zamanlarda bu topraklarda melekler yaşıyormuş. 

Bu melekler, buraya göklerden ışık saçarak uçarak gelmişler.

Ülkeyi çok beğenmişler ve yerleşmeye karar vermişler. 

Fakat bir süre sonra, göklerden başka ziyaretçiler de gelmiş.

Bunlar “kötü melekler”miş ya da cinlermiş ve amaçları iyi melekleri yok etmekmiş. 

Uzun zaman çarpışmışlar fakat melekler, kötü kuvvetli varlıklarla baş edememişler. 

Onların etkilerinden korunmak için sihirle yeraltı kentlerini yapmışlar ve dünyanın içine saklanmışlarmış. 

Melekler hâlâ saklanıyorlarmış!

Köylüler onların, kimi geceler nurdan ışıklar halinde göğe yükseldiğini görüyorlarmış. 

Bu yer altı tünellerinin Nemrut, Ankara, Urfa’ya uzandığı ve hatta Anadolu’yu baştanbaşa kapladığı da rivayet edilir.

.

Nickola Berrygele, dikGAZETE.com

“Netflix”te yayınlanan “Atiye” ve “Dark” gibi popüler dizilerde boyut kapısı olarak işaret edilen; Alaaddin’in Sihirli Lambası, Ali Baba ve Kırk Haramiler, Şahmeran, Ashab-ı Kefh gibi pek çok olağanüstü hikâyeye mekan olan, içerisinde cevherler barındıran ve efsanelerde ejderha gibi doğaüstü varlıkların koruduğu mağaraların esrarını merak etmemek mümkün değil.

Mağaralar; pek çok kültürde evrenin kalbi,  yüksek benlik ile egonun buluşma yeri, Tanrı ve ilahi varlıklarla karşılaşma yerleridir. 

Kutsalın tezahür ettiği mekânlar olarak mitolojinin önemli bir unsuru olan mağaralar; tanrıların, ruhanî varlıkların ve kahramanların doğum yeridir. 

Mağara sözcüğü “megara” kelime kökünden gelmektedir; bir insanın girebileceği genişlikte; yeraltında veya dağda bulunan çukur olarak tanımlanmaktadır. 

İçine inilen yer” olarak “in” kelimesi de mağara ile aynı anlamda kullanılmaktadır. 

Ayrıca “Hurri, Kybele, Kubaba” kelimeleri hem de mağara anlamında kullanılmaktadır. 

Eliade’a a göre bütün mağaralar kutsaldır ve bazıları kozmik dağlar ve önemli şifahaneler olarak evrenin merkezi kabul edilir. 

Mitolojik olarak mağara,dağ” sembolizminin en önemli unsurudur; çünkü dışarıdaki görünen kısım olarak dağ, “erilprensip; gizli ve içrek olan mağara ise “dişilprensip, toprak ananın rahmi olarak iki zıt kutup oluşturmaktadır. 

Doğum ve Yaratılış Sembolü...

Mağaralar toprak ananın rahmidir. 

Aynı anda hem hayatın hem de ölümün bir sembolüdür mağaralar. 

Mitolojik anlamda, göğün ata ve yerin ana olarak kabul edilmesi sebebiyle gök ile yer arasındaki kutsal evliliğin mekânıdır.

Toprak ananın rahmi ile özdeşleştirilen mağaralar; Tanrıların ve sayısız kahramanın doğum yeri olarak da dikkat çekmektedir.

Günümüzde bazı toplumlarda, çocukların mağaralardan geldiği inancının mevcut olduğu, hatta bazı hayvanlar aracılığıyla mağaralarda, büyüsel bir olay ile anne karnına girdikleri ifade edilmektedir. 

Aztekler’in “yedi mağara” anlamına gelen “Chicomoztoc”dan geldiklerine inanmaları da aynı düşüncenin farklı bir yansımasıdır. 

Bilinçaltında Mağara Sembolü...

Jung’a göre mağara, bilinçaltının güvenliğini ifade eder.

Mağaraya çekilmek başlangıçtır, mağara sığınaktır, örtüdür.

Mağaraya girmek rahime dönüştür, doğumu reddetmek, gölgeye ve farklılıkların olmadığı geceye dalmaktır. 

Doğmamış olan uğruna yaşamdan feragat etmektir. 

Mağarada zaman yoktur. 

Ne dün, ne de yarın yoktur çünkü orada gün ve gece aynıdır.

Eliade’a göre, bu adeta larva gibi bir varoluş, öte-alemdeki bir ölününki gibi bir yaşamdır. 

Bundan dolayı mağara, inisiyasyonun ve daha yüksek bir varoluş seviyesinde yeniden doğmak için uygun bir mekân olarak gösterilmektedir. 

Mağarada inzivaya girmek aslında ana rahminde değişime uğramak ve sonra yeni benliğe, insan-ı kâmil seviyesine, aydınlanmaya doğmak demekti.

Erginlenme Mekânı...

İnisiyatik toplulukların, gizli olarak faaliyet göstermeye başladıktan sonra mağaralara, yani yeraltına çekildikleri bilinmektedir. 

Mağaralar hem doğumu hem ölümü sembolize ettiği için inisiyasyon törenlerinde canlandırılan çocuk olarak ölüp yetişkin olarak yeniden doğma ritüelini canlandırma mekanı olarak da kullanılmıştır. 

İnisiyasyon törenlerinde mağara sembolik bir mezardı; burada yeniden doğumdan önceki ölüm sembolize edilirdi. 

Mağara girişi, dışarıdan bir labirentle ya da tehlikeli bir pasajla gizlenirdi ve genelde bir canavarla veya olağanüstü niteliklere sahip bir insanla korunurdu. 

Mağaraya girmek için kişinin bazı zorlukları aşması beklenirdi ve mağaraya girmek aynı zamanda Dünya Ana’nın rahmine yeniden girmek demekti. 

Kutsalın Tezahürü...

Mağaralar dünyada yerleşmiş güçlerle bağlantı kurma yerleriydi ki inanışa göre, bu daha sonra orada inzivaya çekilenleri ışığa götürecekti. 

Mağara sembolü, aydınlanmamış dünyayı simgeler. 

Bu yüzden Roma Tanrısı Mithras’ın mabedi bir kaya mağarası formunda kurulmuştu. 

Grottolar (ve grotto mabedleri) genellikle yapay olarak kazılmış ve mağaralara dönüştürülmüşlerdir; bunlar Mısır’da Abu Simbel, Hindistan’da ise Ajanta ve Ellora mağaralarıdır.

Hıristiyan ikonografisinde Bethlehem’deki ahır, bir kaya mağarası olarak resmedilmiştir. 

Doğu kilisesinin geleneklerine göre, İncil yazarlarından JohnVahiy Vizyonu”nu Patmos Adası’nda bulunan bir mağarada almıştı. 

Peygamberlerden bazılarının yaşantılarında mağaranın önemli bir yeri vardır. 

İsa Peygamber bir mağarada doğmuş, Hz. Muhammed’e peygamberlik Hira Mağarası’nda gelmiştir. 

Yine Hz. Ebubekir ile Hz. Muhammed, Sevr Mağarası’nda düşmanlardan gizlenmişlerdir. 

Kur’an-ı Kerim’de ‘mağara’ anlamına gelen Kefh Suresi’nde Ashab-ı Kefh adıyla anılan bir grup insanın mağarada uyuyup 300 sene sonra uyandıkları anlatılmıştır. 

Neredeyse bütün kültürlerde mağarada ışıktan yoksun olarak yaşayanların buradan çıkarak ışığa ulaşmaları ruhsal uyanışı temsil eder. 

Güney Afrika’nın Eritre bölgesindeki “Tanrı’nın ölüm zamanı geldiğinde kral ile eşi Venüs boğulur. Cesetleri bir dağdaki mağaraya götürülür. Orada yeniden dirilirler.” şeklindeki rivayet de mağaraların hem ölüm hem de yeniden doğuş mekânı olarak kabul görülmesinin bir başka göstergesidir. 

Bazı Türk boylarınca mağaralar,  “mağara sahibesi” olarak kabul edilen Umay Ana gibi koruyucu ruhlar başta olmak üzere mağara ruhu olarak isimlendirilen ruhların mekânıdır. 

Türk mitolojisinde mağaralar; koruyucu ruhlar ile birlikte kötü ruhların, cadıların, yılanların, cinlerin veya devlerin mekânı olarak da dikkat çekmektedir. 

Hatta Evliya Çelebi, bu konuda şöyle bir örnek vermektedir: “Zeyrekbaşı adlı yerdeki Hz. Yahya adıyla yapılan kilisenin altında büyük bir mağara var idi. 

Her sene zemheri aylarında geceleri o mağaradan nice kara koncoloz adlı cadılar çıkıp arabalar üzere dönüp dolaşırlardı. 

Seher vakti yakın olunca binip yine bütün koncolozlar o mağaraya girip kaybolurlardı”. 

Çin’de “Ma-gu” isimli perinin adı, hem mabetlere hem de mağaralara verilmiştir ve ölümsüzlüğün mağaradan yükselme neticesinde vuku bulduğuna inanılmıştır.

Avustralya’da ruhların, şamanları mağarada yetiştirdiklerine inanılır. 

Aborjinler’in Arunta kabilesinin bir üyesi, şaman olmak istediği zaman mağarada uyuması, ardından da mağaradan bir ruhun çıkıp şamanlığın simgesi olarak bu kişinin dilinde mızrakla bir delik açması gerektiği de rivayet edilir.

Mağaralar Geçiş Kapısı...

Campbell, “İlkel Mitoloji” adlı eserinde mağaraların yeraltı dünyasının kendisi olduğunu, yeraltı sürülerinin ülkesi olduğunu ve yukarıdaki dünyanın sürüleri buradan yukarıya çıktığını söylemiştir. 

Mitolojide mağaralar, tanrılar ile ruhların dünyaya çıktıkları geçitler olarak gösterilmektedir. 

Aynı zamanda yer altı dünyasının simgesi olarak betimlenmektedir. 

Dolayısıyla mağaralar; yeraltı ve yeryüzünü birbirine bağlayan yolların giriş kapısı; ölülerin öteki dünyaya yolculuklarında geçmek zorunda oldukları karanlıklar mekânı olarak kabul edilmektedir. 

Bu mekânlar, Türk masallarında “kaya kovukları” ile birlikte “dünyanın bacası” adı altında yer altı dünyasına giden kapılar olarak değerlendirilmektedir. 

Agharta Efsanesi...

Yeraltı medeniyeti ve mağaralar demişken Agharta’dan söz etmemek olmaz. 

Agharta, Tibet ve Orta-Asya geleneklerinde sözü edilen, Asya’daki sıradağların içinde bulunduğu ileri sürülen efsanevi bir ülkedir. 

Agharta konusunu kitaplarında en ayrıntılı Saint-Yves d'Alveydre yazmıştır. 

Agharta, teozofik ve ezoterik geleneğe göre Mu ve Atlantis’ten göç eden bilim rahiplerince ya da inisiyelerce kurulmuş, sonradan gizlenme gereği görüp, dağ ve mağara içlerine çekilmiştir.

İnanışa göre, rahipler birbiri ile tüneller vasıtası ile bağlanan yeraltı şehirlerinde yaşarlar. 

Bu yer altı şehirleri, bütün dünyayı kaplar.

Agharta bilgelerinin sahip bulunduğu binlerce yıllık sırları uygulamak suretiyle, yeniden dünya nizamını aydınlanma ile kurmak üzere yeryüzüne çıkacaklarına da inanılmaktadır.

Hatta bu inanış o kadar yaygın bir şekilde kabul görmüştür ki bilimkurgu yazınında “Oyuk Dünya Teorisi” ortaya atılmış ve 1960'ların sonuna kadar sıklıkla vurgulanan konu, günümüzde kayda değer bir popülerlik kazanmıştır.

Anadolu’da yeraltı ülkesi…

Agarta'nın, dünyanın her tarafına yayılan tünel ve şehirler ağına Türkiye'de de rastlandığı öne sürülüyor. 

Kapadokya bölgesinde bulunan Mazıköy, Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı kentleri, bazı araştırmacılar tarafından Agarta'nın bir ispatı olarak gösterilir.

Bölgede bulunan ve büyük bir kısmı halen keşfedilmemiş olan yeraltı kentlerinin, bilinenden daha büyük ve derin bir alana yayıldığı düşünülüyor.

 “Tanrıların Arabaları” adlı kitabıyla bütün dünyada tanınan İsviçreli araştırmacı Erich von Däniken, 1982’de Türkiye’ye geldi. 

Kaymaklı ve Derinkuyu’da incelemeler yaptı. 

Däniken’e göre, bu yeraltı kentleri havadan gelen saldırılardan korunmak için inşâ edilmişti. 

Kaymaklı ve Derinkuyu köylüleri arasında yaygın bir inanca göre, çok eski zamanlarda bu topraklarda melekler yaşıyormuş. 

Bu melekler, buraya göklerden ışık saçarak uçarak gelmişler.

Ülkeyi çok beğenmişler ve yerleşmeye karar vermişler. 

Fakat bir süre sonra, göklerden başka ziyaretçiler de gelmiş.

Bunlar “kötü melekler”miş ya da cinlermiş ve amaçları iyi melekleri yok etmekmiş. 

Uzun zaman çarpışmışlar fakat melekler, kötü kuvvetli varlıklarla baş edememişler. 

Onların etkilerinden korunmak için sihirle yeraltı kentlerini yapmışlar ve dünyanın içine saklanmışlarmış. 

Melekler hâlâ saklanıyorlarmış!

Köylüler onların, kimi geceler nurdan ışıklar halinde göğe yükseldiğini görüyorlarmış. 

Bu yer altı tünellerinin Nemrut, Ankara, Urfa’ya uzandığı ve hatta Anadolu’yu baştanbaşa kapladığı da rivayet edilir.

.

Nickola Berrygele, dikGAZETE.com