Akıllı telefonlar ve bizler
Akıllı telefonlar ve bizler
- 26-03-2021 09:27
- 1094
- 26-03-2021 09:27
- 1094
Belgesellerde alacağımız bir sürü dersler vardır. Özellikle vahşi hayatı inceleyen belgesellerde.
Vahşi hayatta yaşayan canlılar devamlı mücadele etmek zorundadırlar. Aslında onlar vahşi değil, onlarında kendilerine göre haklı gerekçeleri var bizlere göre vahşi olan davranışlarının.
İnsanlar olarak bu doğayı yalnız yaşamıyoruz.
Doğal ortamda yaşayan bütün canlılar -kara, deniz ve hava- insanoğluna hizmet ederler bir şekilde. Bir balans olayıdır aslında bütün canlıların davranışları.
İzlediğimiz belgeseldeki kahraman canlılar üç amaç için birbirleriyle mücadele ederler, kanlı ya da kansız.
Bu amaçlar; nesillerini sürdürebilmek için eş bulma ya da sahip olma kavgası, yaşamalarını sürdürebilmek için yemek mücadelesi ve de bölgelerini korumak olarak tanımlanıyor.
Doğanın dengesinin muhafazası adına bir düşünme notu düşeyim buraya.
Bu canlıların bir kısmı ot ile beslenirken diğer kısmı ise et ile beslenirler. Hepsi aynı türden beslenmiş olsaydı ya yeşillik kalmazdı ya da hayvan.
“Akıllı Telefonlar ve bizler konulu yazı ile “bu yazılanların ne alakası vardır” diye soracaksınız. Amacımız düşünmeyi ve bu düşünmenin sonucunda yapılması gerekenleri idrak edebilmek ve uygulamaktır.
Buraya kadar vahşi hayattaki canlıların mücadelelerinden bahsettim.
Bu canlılar yaratılmışların şereflisi olan biz insanlara bir şekilde hizmet ediyorlar. Onların mücadele amaçlarını da yazdım yukarıda. Peki, biz insanlar neyin mücadelesini yapıyoruz asırlar boyu.
Bu zamana kadar yapılan soğuk ve sıcak savaşların amacı ülkelerin kendi yarınlarını garanti altına almak adınadır.
İçinde yaşadığımız çağın adı bilişim çağıdır.
Öyle bir çağ ki; sınırları ortadan kaldıran bir çağdır.
Daha önceki bir yazımda da paylaşmıştım. Fiziki olarak topraklarımızın güvenliğini sağlamak bekamızı garanti altına aldığımız anlamına gelmiyor. Bütün dünyayı avucumuzun içinde taşıyoruz adına da cep telefonu diyoruz, hem de akıllı.
Niçin akıllı?
Bize değil, sahibine -o cihazı üretene- hizmet ettikleri için. Bize bir hizmet veriyor, sahibine ise on.
Bilişim çağında ülkelerin güvenliklerini sağlamak ancak siber güvenlik tedbirleri ile mümkündür.
Oyunun kurallarını oyunu kuran belirler.
Oyunu kuran ise güçlü devletlerdir.
Kılıç-kalkan ile ülkelerin işgal edilmesi artık masallarda kaldı.
Bilişim çağı, dünyayı köye çevirdi. O kadar küçülttü yani.
Bizler, yani tam gelişmemiş ülkeler bedava peynir yemeyi seven ülkeleriz.
Bilmeyiz bedava peynir fare, kapanında bulunur.
Fiziki olarak insanları birbirlerine ulaştıran karayolu ya da havayollarıdır.
Bu yolları kara taşıtları ya da hava taşıtları ile kullanırız.
Bu yollar ise bizi bir şehirden alıp bir sürü şehirlere ve onların terminallerine uğrayarak sevdiklerimize ulaştırır.
Günümüzün olmazsa olmazı “Sosyal Medya”dır.
Sosyal medya üzerinden istediğimiz veriye veya kişiye ulaşmak için baz istasyonları, uydu sistemleri ya da fiber optik sistemleri kullanırız.
Bizler en uç kullanıcılar olarak görüştüğümüz iki nokta arasında sistem üzerinden bilgiler göndeririz. (bilgi: işlenmiş veriye denir. Başka bir deyişle pişmiş ekmektir. Paket bilgidir. Aranan bir puzzle’dir ya da onun bir parçasıdır.)
Biz gurur duyarız teknoloji ile istediğimiz zaman istediğimiz kişiyle istediğimiz gibi konuşuyoruz, görüşüyoruz diye.
Gurur duyuyoruz en mahrem bilgilerimizi de bu sistem üzerinden istediğimiz yere ulaştırabiliyoruz diye.
Şimdi bir dakika düşünelim.
Yukarıda ne demiştim?
Karayolunu kullanıyorken bindiğimiz araç ile bir sürü yerlere uğramak zorunda kalıyoruz diye.
Peki dijital ortamda gönderdiğimiz veri ve diğer gereklilikler hangi ülkenin hangi garajına pardon server (veri işleme merkezi)’ine giriyor.
Bizim gönderdiğimiz ve en yakınımızdan bile gizlediğimiz bilgilerimizi kimlerin hizmetine sunuyoruz.
Biz kendi işimizi görüyorken, başkalarının da işini görüyoruz.
Sosyal Medya isimlerini buraya yazmaya bile gerek yok. Adının ne olduğunun da önemi yok zaten.
Güçlü ülkeler peynir çeşitlerini kapana yerleştiriyorlar ve bizlerde daha önce hiç tatmadığımız, damağımıza güzel gelen bu bedava peynirleri yiyoruz.
Neyin karşılığında?
Sahip olduğumuz en mahrem bilgilerimiz karşılığında.
Geçen aylarda bir sosyal medya platformu için “özel bilgilerimizi kullanacaklar” diye bir yaygara kopardık.
Hiç şaşırmadım kendi adıma. Okumuyoruz, düşünmüyoruz ve eğitmiyoruz.
Biz işimizi görelim de gerisi ne olursa olsun!
Yok böyle bir şey.
Bizim önce şahsi güvenliğimizi ve daha sonra da ülkemizin güvenliğini sağlamak mecburiyetimiz vardır. Bu görev ise devletimizden başlayacaktır.
“O ülkenin sosyal medyası, şu ülkenin sosyal medyasından daha güvenliklidir” diye bir söylem yoktur.
Öncelikle güçlü olacağız.
Güçlü olanın borusu her yerde öter. İstediğini herkese, her ülkeye dikte ettirir.
Bunun en somut örneğini birkaç yıl önce kendi ülkemizde üzülerek yaşadık.
Bizim de kendimize ait mesajlaşma sistemimiz var.
Bu gurur verici bir durum bizim adımıza ancak onun da açık kapıları var.
Yukarıda demiştim ya bilişim çağı sınırların kaldırıldığı bir çağdır.
Buradan gönderdiğimiz bir bilginin uç noktaya kadar kullanacağı “server”lerin hangi ülke topraklarında ya da kontrolünde olduğunu bilmiyoruz.
“Uçtan uca şifreleme” var.
Bu şifreleme, yetkisiz kişilerin bu bilgilere ulaşmasını engeller ancak “server”a hakim olan güçler yetkilidir istedikleri bilgilere ulaşmaya.
Bilinçli olmak esastır.
Bir zincirin kuvveti en zayıf halkasının gücü kadardır.
Hepimiz aynı bilince sahip olmalıyız.
Devletin arşivleri “server”lerde.
Bütün mali, ekonomik, iktisadi ve idari bilgilerimiz acaba şimdi hangi sularda kulaç atıyor, pardon kimlerin “hard diskler”inde uyuyor.
Bu veriler, günü geldiği zaman silah olarak bize karşı kullanılacaktır.
Sosyal medyanın olmadığı ya da kısıtlı olduğu dönemlerde Uluslararası Dergiler bu iş için kullanılırdı.
Dünyaya muhtar olduklarına inanan, garibanların yer altı ve yer üstü zenginliklerini çalıp, eşkıyalık yapanlar kendi ajanlarını bu dergiler marifetiyle yönlendiriyorlardı.
Dünyanın çevresinde bulunan canlı ve cansız uydular gece-gündüz dünyayı izliyorlar.
Bizlere bedava sosyal medya hesabı ve programı veriyorlar. Kanımızı emiyorlar kanımızı da farkında değiliz.
Dış güçler, sosyal medya üzerinden yönetecekleri ülkelerin yöneticilerini seçiyorlar.
Nasıl mı yapıyorlar.
O kişinin verilerini ellerine alıp, sonra onu bir yerlere getirip ve daha sonra da istedikleri gibi sevk idare ettiriyorlar.
Biz başkalarının ajanlarını, pardon cep telefonlarını yatak odamızdaki yastığımızın altında muhafaza ediyoruz.
Bizler evimizde televizyonda dizi, film, haber ya da spor programı izliyoruz.
Doğru mu?
Doğru elbette.
Peki o televizyonun görünmeyen kamerası marifetiyle izlenebileceğimizi hiç düşündük mü?
Okumak önemlidir.
Güncellenmek önemlidir.
Bu yazdıklarım bir paranoya olarak da algılanabilir. Saygı duyarım buna da.
Bana şunu soruyorsunuz sanırım.
“Kullanmayalım mı?”
Tabi ki kullanacağız. Tedbirimizi alacağız. Bu konuda en büyük görev milli alt yapı, milli yazılım ve milli eğitimdedir.
Ülke olarak beyin göçünün önüne geçmeliyiz.
Bugün, “Koronalı günler”de dünyanın gıpta ettiği Türkler, Türkiye Cumhuriyeti’nde değiller maalesef.
Siber Güvenlik Uzmanlarımız var bizim. Temayüz etmiş, liyakatli kişilerimiz var bizim.
Doğru insanı doğru yerde istihdam etmek ile bir cümlede nokta ile virgülü doğru yere koymak arasında bir fark yoktur.
Amaç bugünü değil, yarını garanti altına almak olmalıdır.
Güncel olmalıyız, bilgi ile güncel olunur.
Gelişmiş ülkeler yeni bir versiyon programı üretmeden bir öncekini satmıyorlar. Bizler de o programın yeni versiyon olduğunu zannediyoruz.
Gidiniz İngiltere’de cep telefonlarının çekim gücüne bakınız.
Şaşırırsınız.
Bizim ülkemizin üçte biri kadar.
Acaba niçin?
Karayolunda araç kullanmak tehlikelidir.
Hatta ölüm tehlikesi bile var. Ama biz onu kullanıyoruz. Kullanmak mecburiyetindeyiz. Ancak kurallara uyarsak kaza da olmaz ölüm de olmaz.
Şunu da unutmamak gerek, koyunu güden bir gün mutlaka kurdu görecektir.
İstediğimiz medyayı kullanalım ancak bir kulağın bizi dinlediğini, bir bilgisayarın gönderdiğimiz her şeyi kaydettiğini asla unutmayalım.
Bir dilim peynir yüzünden canımızdan olmayalım.
Yazımın başına dönecek olursak. Günümüzde doğadaki vahşi hayat belgeselleri, modern ülke belgesellerinden daha masumdur.
Düşünebilmek güzeldir.
.
Seyfi Turan, dikGAZETE.com
Belgesellerde alacağımız bir sürü dersler vardır. Özellikle vahşi hayatı inceleyen belgesellerde.
Vahşi hayatta yaşayan canlılar devamlı mücadele etmek zorundadırlar. Aslında onlar vahşi değil, onlarında kendilerine göre haklı gerekçeleri var bizlere göre vahşi olan davranışlarının.
İnsanlar olarak bu doğayı yalnız yaşamıyoruz.
Doğal ortamda yaşayan bütün canlılar -kara, deniz ve hava- insanoğluna hizmet ederler bir şekilde. Bir balans olayıdır aslında bütün canlıların davranışları.
İzlediğimiz belgeseldeki kahraman canlılar üç amaç için birbirleriyle mücadele ederler, kanlı ya da kansız.
Bu amaçlar; nesillerini sürdürebilmek için eş bulma ya da sahip olma kavgası, yaşamalarını sürdürebilmek için yemek mücadelesi ve de bölgelerini korumak olarak tanımlanıyor.
Doğanın dengesinin muhafazası adına bir düşünme notu düşeyim buraya.
Bu canlıların bir kısmı ot ile beslenirken diğer kısmı ise et ile beslenirler. Hepsi aynı türden beslenmiş olsaydı ya yeşillik kalmazdı ya da hayvan.
“Akıllı Telefonlar ve bizler konulu yazı ile “bu yazılanların ne alakası vardır” diye soracaksınız. Amacımız düşünmeyi ve bu düşünmenin sonucunda yapılması gerekenleri idrak edebilmek ve uygulamaktır.
Buraya kadar vahşi hayattaki canlıların mücadelelerinden bahsettim.
Bu canlılar yaratılmışların şereflisi olan biz insanlara bir şekilde hizmet ediyorlar. Onların mücadele amaçlarını da yazdım yukarıda. Peki, biz insanlar neyin mücadelesini yapıyoruz asırlar boyu.
Bu zamana kadar yapılan soğuk ve sıcak savaşların amacı ülkelerin kendi yarınlarını garanti altına almak adınadır.
İçinde yaşadığımız çağın adı bilişim çağıdır.
Öyle bir çağ ki; sınırları ortadan kaldıran bir çağdır.
Daha önceki bir yazımda da paylaşmıştım. Fiziki olarak topraklarımızın güvenliğini sağlamak bekamızı garanti altına aldığımız anlamına gelmiyor. Bütün dünyayı avucumuzun içinde taşıyoruz adına da cep telefonu diyoruz, hem de akıllı.
Niçin akıllı?
Bize değil, sahibine -o cihazı üretene- hizmet ettikleri için. Bize bir hizmet veriyor, sahibine ise on.
Bilişim çağında ülkelerin güvenliklerini sağlamak ancak siber güvenlik tedbirleri ile mümkündür.
Oyunun kurallarını oyunu kuran belirler.
Oyunu kuran ise güçlü devletlerdir.
Kılıç-kalkan ile ülkelerin işgal edilmesi artık masallarda kaldı.
Bilişim çağı, dünyayı köye çevirdi. O kadar küçülttü yani.
Bizler, yani tam gelişmemiş ülkeler bedava peynir yemeyi seven ülkeleriz.
Bilmeyiz bedava peynir fare, kapanında bulunur.
Fiziki olarak insanları birbirlerine ulaştıran karayolu ya da havayollarıdır.
Bu yolları kara taşıtları ya da hava taşıtları ile kullanırız.
Bu yollar ise bizi bir şehirden alıp bir sürü şehirlere ve onların terminallerine uğrayarak sevdiklerimize ulaştırır.
Günümüzün olmazsa olmazı “Sosyal Medya”dır.
Sosyal medya üzerinden istediğimiz veriye veya kişiye ulaşmak için baz istasyonları, uydu sistemleri ya da fiber optik sistemleri kullanırız.
Bizler en uç kullanıcılar olarak görüştüğümüz iki nokta arasında sistem üzerinden bilgiler göndeririz. (bilgi: işlenmiş veriye denir. Başka bir deyişle pişmiş ekmektir. Paket bilgidir. Aranan bir puzzle’dir ya da onun bir parçasıdır.)
Biz gurur duyarız teknoloji ile istediğimiz zaman istediğimiz kişiyle istediğimiz gibi konuşuyoruz, görüşüyoruz diye.
Gurur duyuyoruz en mahrem bilgilerimizi de bu sistem üzerinden istediğimiz yere ulaştırabiliyoruz diye.
Şimdi bir dakika düşünelim.
Yukarıda ne demiştim?
Karayolunu kullanıyorken bindiğimiz araç ile bir sürü yerlere uğramak zorunda kalıyoruz diye.
Peki dijital ortamda gönderdiğimiz veri ve diğer gereklilikler hangi ülkenin hangi garajına pardon server (veri işleme merkezi)’ine giriyor.
Bizim gönderdiğimiz ve en yakınımızdan bile gizlediğimiz bilgilerimizi kimlerin hizmetine sunuyoruz.
Biz kendi işimizi görüyorken, başkalarının da işini görüyoruz.
Sosyal Medya isimlerini buraya yazmaya bile gerek yok. Adının ne olduğunun da önemi yok zaten.
Güçlü ülkeler peynir çeşitlerini kapana yerleştiriyorlar ve bizlerde daha önce hiç tatmadığımız, damağımıza güzel gelen bu bedava peynirleri yiyoruz.
Neyin karşılığında?
Sahip olduğumuz en mahrem bilgilerimiz karşılığında.
Geçen aylarda bir sosyal medya platformu için “özel bilgilerimizi kullanacaklar” diye bir yaygara kopardık.
Hiç şaşırmadım kendi adıma. Okumuyoruz, düşünmüyoruz ve eğitmiyoruz.
Biz işimizi görelim de gerisi ne olursa olsun!
Yok böyle bir şey.
Bizim önce şahsi güvenliğimizi ve daha sonra da ülkemizin güvenliğini sağlamak mecburiyetimiz vardır. Bu görev ise devletimizden başlayacaktır.
“O ülkenin sosyal medyası, şu ülkenin sosyal medyasından daha güvenliklidir” diye bir söylem yoktur.
Öncelikle güçlü olacağız.
Güçlü olanın borusu her yerde öter. İstediğini herkese, her ülkeye dikte ettirir.
Bunun en somut örneğini birkaç yıl önce kendi ülkemizde üzülerek yaşadık.
Bizim de kendimize ait mesajlaşma sistemimiz var.
Bu gurur verici bir durum bizim adımıza ancak onun da açık kapıları var.
Yukarıda demiştim ya bilişim çağı sınırların kaldırıldığı bir çağdır.
Buradan gönderdiğimiz bir bilginin uç noktaya kadar kullanacağı “server”lerin hangi ülke topraklarında ya da kontrolünde olduğunu bilmiyoruz.
“Uçtan uca şifreleme” var.
Bu şifreleme, yetkisiz kişilerin bu bilgilere ulaşmasını engeller ancak “server”a hakim olan güçler yetkilidir istedikleri bilgilere ulaşmaya.
Bilinçli olmak esastır.
Bir zincirin kuvveti en zayıf halkasının gücü kadardır.
Hepimiz aynı bilince sahip olmalıyız.
Devletin arşivleri “server”lerde.
Bütün mali, ekonomik, iktisadi ve idari bilgilerimiz acaba şimdi hangi sularda kulaç atıyor, pardon kimlerin “hard diskler”inde uyuyor.
Bu veriler, günü geldiği zaman silah olarak bize karşı kullanılacaktır.
Sosyal medyanın olmadığı ya da kısıtlı olduğu dönemlerde Uluslararası Dergiler bu iş için kullanılırdı.
Dünyaya muhtar olduklarına inanan, garibanların yer altı ve yer üstü zenginliklerini çalıp, eşkıyalık yapanlar kendi ajanlarını bu dergiler marifetiyle yönlendiriyorlardı.
Dünyanın çevresinde bulunan canlı ve cansız uydular gece-gündüz dünyayı izliyorlar.
Bizlere bedava sosyal medya hesabı ve programı veriyorlar. Kanımızı emiyorlar kanımızı da farkında değiliz.
Dış güçler, sosyal medya üzerinden yönetecekleri ülkelerin yöneticilerini seçiyorlar.
Nasıl mı yapıyorlar.
O kişinin verilerini ellerine alıp, sonra onu bir yerlere getirip ve daha sonra da istedikleri gibi sevk idare ettiriyorlar.
Biz başkalarının ajanlarını, pardon cep telefonlarını yatak odamızdaki yastığımızın altında muhafaza ediyoruz.
Bizler evimizde televizyonda dizi, film, haber ya da spor programı izliyoruz.
Doğru mu?
Doğru elbette.
Peki o televizyonun görünmeyen kamerası marifetiyle izlenebileceğimizi hiç düşündük mü?
Okumak önemlidir.
Güncellenmek önemlidir.
Bu yazdıklarım bir paranoya olarak da algılanabilir. Saygı duyarım buna da.
Bana şunu soruyorsunuz sanırım.
“Kullanmayalım mı?”
Tabi ki kullanacağız. Tedbirimizi alacağız. Bu konuda en büyük görev milli alt yapı, milli yazılım ve milli eğitimdedir.
Ülke olarak beyin göçünün önüne geçmeliyiz.
Bugün, “Koronalı günler”de dünyanın gıpta ettiği Türkler, Türkiye Cumhuriyeti’nde değiller maalesef.
Siber Güvenlik Uzmanlarımız var bizim. Temayüz etmiş, liyakatli kişilerimiz var bizim.
Doğru insanı doğru yerde istihdam etmek ile bir cümlede nokta ile virgülü doğru yere koymak arasında bir fark yoktur.
Amaç bugünü değil, yarını garanti altına almak olmalıdır.
Güncel olmalıyız, bilgi ile güncel olunur.
Gelişmiş ülkeler yeni bir versiyon programı üretmeden bir öncekini satmıyorlar. Bizler de o programın yeni versiyon olduğunu zannediyoruz.
Gidiniz İngiltere’de cep telefonlarının çekim gücüne bakınız.
Şaşırırsınız.
Bizim ülkemizin üçte biri kadar.
Acaba niçin?
Karayolunda araç kullanmak tehlikelidir.
Hatta ölüm tehlikesi bile var. Ama biz onu kullanıyoruz. Kullanmak mecburiyetindeyiz. Ancak kurallara uyarsak kaza da olmaz ölüm de olmaz.
Şunu da unutmamak gerek, koyunu güden bir gün mutlaka kurdu görecektir.
İstediğimiz medyayı kullanalım ancak bir kulağın bizi dinlediğini, bir bilgisayarın gönderdiğimiz her şeyi kaydettiğini asla unutmayalım.
Bir dilim peynir yüzünden canımızdan olmayalım.
Yazımın başına dönecek olursak. Günümüzde doğadaki vahşi hayat belgeselleri, modern ülke belgesellerinden daha masumdur.
Düşünebilmek güzeldir.
.
Seyfi Turan, dikGAZETE.com