Acaba nerede hata yapıyoruz?

Acaba nerede hata yapıyoruz?

Acaba nerede hata yapıyoruz? Acaba nerede hata yapıyoruz?

Bir pitpul saldırısı sonucu Gaziantep’te bir kızımız mağdur oldu, vücudunun en önemli bölümleri hasar gördü. Bu durum bütün ülkeyi üzdü. 

Bu saldırı sonucu kızımız, her hangi bir hastaneye, her hangi bir doktora değil de, Antalya’daki Akdeniz Üniversitesindeki bir profesörümüze götürüldü. Oysa ülkemizde birçok Tıp Fakültelerimiz ve profesörlerimiz de vardır. Niçin o kızımız Özkan Hocaya götürüldü!.. 

Bu kızımız ile ilgili hayati birçok operasyona ihtiyaç vardı ve o iş ehline havale edildi. Aksi takdirde başka bir uygulama istenilen sonucu vermezdi.

Yukarıda bahsettiğimiz konunun özeti; işin ehline verilmesi durumuydu. 

Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim konudur liyakat. Tıbbi müdahale için en kritik personele hastamızı göndermek zorunda kalıyorsak, hangi makam olursa olsun, her makam için kılı kırk yararak en iyiyi bulmak gibi bir zorunluluğumuz vardır.

Bizim, millet olarak devlet geleneğimiz, milattan öncesine kadar dayanır. Bunda hem fikiriz ancak uygulamaya gelince durumun gerçek ile ters orantılı olduğunu görmekteyiz.

Kurumsallık ve devamlılığın esas olmadığı bir yerde her gün, oyunu yeniden kurmak zorunda kalırız.

Sahnedeki orkestranın şefi ile yönetim makamında oturan kişilerin ortak özellikleri izleyicisini ve halkını mutlu etmeleri olmalıdır. 

En iyiyi bulmak gibi bir mecburiyetimizin olması gerekmektedir.

Makamlar hizmet içi olmalıdır, kişilerin egolarının tatmin yeri olmamalıdır. 

Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” diyen bir millet olarak, geldiğimiz nokta içler acısıdır.

Güneş yorgun, yağmur kuru, toprak çatlak ve günler yarınsız.

Mısır unu gibiyiz, su bile dağınıklığımızı tutamıyor. 

Partilerimiz ve onların yöneticileri “ya bendensin, ya düşmanımsın” tarzında beyanat veriyorlar. 

Makamlar birbiriyle kavga ediyorlar.

Bu mu bizim devlet geleneğimiz!.. Acaba nerede hata yapıyoruz ya da hataya zorlanıyoruz başkaları tarafından? 

Bu ülkenin kahraman çıkarması için nereye kadar düşmemiz gerekiyor?

Parti başkanlarımız niçin birbirlerinin çaylarını içmeye gidemiyorlar?

Biz aynı ananın evlatlarıyız, aynı Anadolu’nun toprağıyız.

Bugün bu ülkede en iyi maliyeciyi Maliye Bakanı yapmamız gerekir, bunun partisi olmamalı, keza her bakanlık ve diğer alt makamlar için bile aynı durum söz konusu olmalı.

Dünya kadar akademisyen, yazar ve aktivist sabahlara kadar televizyon ekranlarında akıl hocalığı yapıyorlar. 

Buradan bizim kendimizi nasıl gördüğümüz önemli değil, dışarıdan nasıl göründüğümüz önemli. Bu iş basının işi olmalı, özgür olmalı.

İş adamları paralarını bu ülkede bırakmalı. 

Ülke insanına ekmek kapısı olmalı. Özel sektör daha fazla teşvik edilmeli. 

Devlet, birkaç milyar için halkından ricada bulunurken, birilerinin o ülkeden bu ülkeden futbol kulüpleri satın alıp, on milyarlarca doları o ülkelere akıtmasının amacı nedir. 

Keza, ülkemizin önde gelen şirketleri, merkezlerini bu ülkeden çıkarıp başka ülkelerin başkentlerine taşıyorlar. Bu davranışlardan, bu ülkenin faydasına olan nedir? 

Hepimizin midesi aynı ölçüde değil mi?

Devlet, insanına nefes olmalıdır. 

Bedenimize aldığımız havayı göremeyiz ancak hissederiz konuşurken, bakarken, yürürken ve uyurken. 

Hava, kaliteli olmazsa hastalık başlar bedenimizde. 

Devlet de aldığımız hava gibi olmalıdır. 

İnsanları mutlu olmalı. Acı çekilecekse hep beraber, mutlu olacaksak yine hep beraber olmalıdır. 

Adaletin olmadığı yerde, anarşi olacağını aklımızdan çıkarmamalıyız. O anarşiyi de körükleyen dış güçlerin pusuda beklediğini, pusu olarak bu ülkede parti kurdurduklarını da unutmamalıyız.

Bir fani olarak özlemimdir, basından uzak bütün parti başkanları bir araya gelip çay içsinler. Bu ortam, bu millete temiz hava olacaktır.

Çok şey mi istedim yoksa?

Biraz düşünelim, olmaz mı?

Düşünebilmek güzeldir.

Seyfi Turan, dikGAZETE.com

Bir pitpul saldırısı sonucu Gaziantep’te bir kızımız mağdur oldu, vücudunun en önemli bölümleri hasar gördü. Bu durum bütün ülkeyi üzdü. 

Bu saldırı sonucu kızımız, her hangi bir hastaneye, her hangi bir doktora değil de, Antalya’daki Akdeniz Üniversitesindeki bir profesörümüze götürüldü. Oysa ülkemizde birçok Tıp Fakültelerimiz ve profesörlerimiz de vardır. Niçin o kızımız Özkan Hocaya götürüldü!.. 

Bu kızımız ile ilgili hayati birçok operasyona ihtiyaç vardı ve o iş ehline havale edildi. Aksi takdirde başka bir uygulama istenilen sonucu vermezdi.

Yukarıda bahsettiğimiz konunun özeti; işin ehline verilmesi durumuydu. 

Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim konudur liyakat. Tıbbi müdahale için en kritik personele hastamızı göndermek zorunda kalıyorsak, hangi makam olursa olsun, her makam için kılı kırk yararak en iyiyi bulmak gibi bir zorunluluğumuz vardır.

Bizim, millet olarak devlet geleneğimiz, milattan öncesine kadar dayanır. Bunda hem fikiriz ancak uygulamaya gelince durumun gerçek ile ters orantılı olduğunu görmekteyiz.

Kurumsallık ve devamlılığın esas olmadığı bir yerde her gün, oyunu yeniden kurmak zorunda kalırız.

Sahnedeki orkestranın şefi ile yönetim makamında oturan kişilerin ortak özellikleri izleyicisini ve halkını mutlu etmeleri olmalıdır. 

En iyiyi bulmak gibi bir mecburiyetimizin olması gerekmektedir.

Makamlar hizmet içi olmalıdır, kişilerin egolarının tatmin yeri olmamalıdır. 

Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” diyen bir millet olarak, geldiğimiz nokta içler acısıdır.

Güneş yorgun, yağmur kuru, toprak çatlak ve günler yarınsız.

Mısır unu gibiyiz, su bile dağınıklığımızı tutamıyor. 

Partilerimiz ve onların yöneticileri “ya bendensin, ya düşmanımsın” tarzında beyanat veriyorlar. 

Makamlar birbiriyle kavga ediyorlar.

Bu mu bizim devlet geleneğimiz!.. Acaba nerede hata yapıyoruz ya da hataya zorlanıyoruz başkaları tarafından? 

Bu ülkenin kahraman çıkarması için nereye kadar düşmemiz gerekiyor?

Parti başkanlarımız niçin birbirlerinin çaylarını içmeye gidemiyorlar?

Biz aynı ananın evlatlarıyız, aynı Anadolu’nun toprağıyız.

Bugün bu ülkede en iyi maliyeciyi Maliye Bakanı yapmamız gerekir, bunun partisi olmamalı, keza her bakanlık ve diğer alt makamlar için bile aynı durum söz konusu olmalı.

Dünya kadar akademisyen, yazar ve aktivist sabahlara kadar televizyon ekranlarında akıl hocalığı yapıyorlar. 

Buradan bizim kendimizi nasıl gördüğümüz önemli değil, dışarıdan nasıl göründüğümüz önemli. Bu iş basının işi olmalı, özgür olmalı.

İş adamları paralarını bu ülkede bırakmalı. 

Ülke insanına ekmek kapısı olmalı. Özel sektör daha fazla teşvik edilmeli. 

Devlet, birkaç milyar için halkından ricada bulunurken, birilerinin o ülkeden bu ülkeden futbol kulüpleri satın alıp, on milyarlarca doları o ülkelere akıtmasının amacı nedir. 

Keza, ülkemizin önde gelen şirketleri, merkezlerini bu ülkeden çıkarıp başka ülkelerin başkentlerine taşıyorlar. Bu davranışlardan, bu ülkenin faydasına olan nedir? 

Hepimizin midesi aynı ölçüde değil mi?

Devlet, insanına nefes olmalıdır. 

Bedenimize aldığımız havayı göremeyiz ancak hissederiz konuşurken, bakarken, yürürken ve uyurken. 

Hava, kaliteli olmazsa hastalık başlar bedenimizde. 

Devlet de aldığımız hava gibi olmalıdır. 

İnsanları mutlu olmalı. Acı çekilecekse hep beraber, mutlu olacaksak yine hep beraber olmalıdır. 

Adaletin olmadığı yerde, anarşi olacağını aklımızdan çıkarmamalıyız. O anarşiyi de körükleyen dış güçlerin pusuda beklediğini, pusu olarak bu ülkede parti kurdurduklarını da unutmamalıyız.

Bir fani olarak özlemimdir, basından uzak bütün parti başkanları bir araya gelip çay içsinler. Bu ortam, bu millete temiz hava olacaktır.

Çok şey mi istedim yoksa?

Biraz düşünelim, olmaz mı?

Düşünebilmek güzeldir.

Seyfi Turan, dikGAZETE.com