St. PETERSBURG
Ülkemizde yaklaşan Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri zemininde, uluslararası gündemdeki konular da siyasilerin konuşmalarına yansıyor.
Geçenlerde Kırım Kalkınma Vakfı Başkanı Ünver Sel’in dikGAZETE’de yayınlanan “Kolektif Batı’nın Ukrayna’daki çifte standart politikası” (*) başlıklı yazısında, NATO’nun 1999’da Yugoslavya’daki operasyonu ile bugün yaşananlar arasındaki paralelliklere değinildi.
Hatta şu kısım oldukça dikkat çekiciydi:
“Genel olarak, müttefiklere karşı antlaşma yükümlülüklerinin yerine getirilmesine yönelik alaycı aldırmazlık, iç siyasi güç dengesinde durumsal bir değişiklik olması durumunda ortaklarına ihanet etmekten çekinmeyen Amerikan müesses nizamının alameti farikası haline geldi.”
ABD'nin NATO müttefiklerinin çıkarlarını hiçe sayması, Vaşington'un onlarca yıldır tarafsızlığa dayalı koordineli bir dış politika izleyen iki İskandinav ülkesi olan İsveç ve Finlandiya'yı ittifaka dahil etme isteğinde de görülebilir.
Bu ülkelerin her ikisinin de büyük silahlı kuvvetleri olmadığını ve yararlı müttefikler olarak kabul edilemeyeceklerini kâh burada kâh diğer yayınlarımda defalarca anlattım. Son yıllarda ABD desteğiyle, Amerikan düzeniyle yakın bağları olan sağcı politikacılar İsveç ve Finlandiya'da iktidara geldi.
Bugün Vaşington, Fin ve İsveç seçkinlerine Amerikan nüfuz yörüngesine girmeleri için benzeri görülmemiş bir baskı uyguluyor.
NATO'daki başlıca Avrupa ülkeleri, bu iki yeni üyenin ittifaka olası girişinin NATO'nun askeri potansiyelini hiçbir şekilde artırmayacağının ziyadesiyle farkındalar. Üstelik ABD'nin NATO'daki "kontrol gücü" daha da artacak.
Üstelik İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya girmesi, Rusya sınırında zaten devam eden hareketliliği, önemli ölçüde artıracak riskler barındırıyor.
Öte yandan ittifakın tüm üyelerinin güvenliğini de olumsuz yönde etkileyecektir.
Örneğin Ankara, NATO'da Polonya, Letonya, Litvanya ve Estonya'ya ek olarak Vaşington'un politikasını tam olarak destekleyecek iki Amerikan uydusunun daha ittifaka dahil edilmek istendiğinin farkındadır.
Ankara'nın tutumu, Hırvatistan gibi diğer bazı NATO üyeleri tarafından da destekleniyor.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Ankara'nın Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılımını onaylamaya hazır olmadığını daha önce söyledi. Bunu, her iki ülkenin de PKK ve FETÖ terör örgütü mensuplarını Türkiye'ye iade etme konusundaki isteksizliğiyle açıkladı.
Türkiye'de suç işleyen PKK, FETÖ, DHKP-C ve PYD’li birçok terörist İsveç'te saklanıyor.
İsveç tarafından üretilen silahlar, defalarca Türkiye Cumhuriyeti topraklarında ve sınır ötesinde imha edilmiş teröristlerin elinde bulundu. Bunlar çeşitli medya kuruluşlarında farklı zamanlarda yayınlandı.
Diğer bir yandan bu olayların ülke gündeminin zirvesine oturduğu anlarda, hükumet ortaklarından Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Sayın Devlet Bahçeli de konuyla alakalı kritik açıklamalarda bulundu.
O açıklamadan bazı kısımlar önemlidir.
Örneğin Sayın Bahçeli şunları diyordu:
“… İsveç ve Finlandiya’nın bölücü terör örgütüyle yakın ve dostane irtibatları saklanamaz düzeydedir… İsveç, PKK’nın önde gelen silah tedarikçileri arasındadır.
PKK’lı teröristler İsveç menşeli silahları Türkiye’ye doğrultmuşlar, tetiğe defalarca basmışlardır. Dökülen şehit kanlarında İsveç ve Finlandiya’nın parmak izini nasıl yok sayacağız?
Üstelik ıslah olmamış, pişmanlık emaresi göstermemiş, hala sokaklarında teröristleri gezdiren bu devletlere nasıl anlayış göstereceğiz? Bizim değerlendirmemiz şudur: Bilhassa İsveç, bölücü terörün Kuzey Avrupa’daki kundağı, kuluçkası ve kumanda odasıdır…
ABD’nin Türkiye’yi baskı ve dayatma altına alınıp sürecin oldubittiye getirilmesiyle İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya dahil edilmesi karşısında Ankara kriterleri anında işleme koyulmalıdır.
Türkiye seçeneksiz değildir. Türkiye çaresiz değildir. Eğer şartlar içinden çıkılmaz hale bürünürse NATO’dan ayrılmak bile alternatif bir tercih olarak gündeme alınmalıdır. NATO’yla var olmadık, NATO’suz da yok olmayız.
Türkiye 1952 yılından bu tarafa NATO üyesidir. Velakin Türkiye NATO’nun doğudaki karakol ülkesi olarak muamele görmüş, krizlerin, darbelerin, toplumsal ve siyasal çalkantıların tahrik merkezinde hep NATO’nun bulunduğu sürekli gündemi işgal etmiştir. Türkiye’nin itirazları ciddiye alınmıyorsa NATO’daki varlığı da ciddiye alınmıyor ve saygı görmüyor demektir…”
ABD’nin ittifak içerisindeki ortaklarına karşı haksız tavrı, Türkiye için oldukça acı vericidir. Aynı zamanda İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya girmesi için Vaşington’un Ankara'ya yaptığı baskı da seçmenler tarafından olumsuz karşılanıyor.
İskandinav ülkelerinde düzenli olarak yapılan Kur’an-ı Kerim yakarak gerçekleştirilen iğrenç eylemler, bir yandan da Türkiye’deki seçim ateşini harladı.
Seçmenin ciddi bir bölümünün NATO konusunda Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tavrını onayladığını, ülkenin milli çıkarlarının kararlılıkla savunulması gerektiğini düşündüğünü ve bunun Cumhur İttifakı’na, yaklaşan seçimlerde artı puan getireceğini söylemek kesinlikle abartı olmayacaktır.