Korona virüsünden insanlığın alacakları
Korona virüsünden insanlığın alacakları
- 08-04-2020 09:21
- 314
- 08-04-2020 09:21
- 314
Önce tarihe bir not düşmek gerekir; çünkü zaman, hafızaları zayıflatıyor.
Bunun için de bazı yazılarda tarihe not düşmek gerekir.
Korona virüsü, Aralık 2019 ayında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıktı ve iki-üç ay gibi bir zamanda bütün dünyayı esir aldı.
Virüsün nereden nasıl çıktığının bir önemi de yok.
Basit bir virüs, bütün insanlığı evlerine hapsetti ve bilim adamlarına da “çok eksiğiniz var” dedi.
Dünya var olduğundan beri insanoğlu bir şeylerin keşfi için çalışmıştır.
Bazen bu keşif, bir kara parçasının bulunmasını sağlamış ve bazen de gizlenmiş bilgilere ulaşılmasına vesile olmuştur.
Yaşadığımız dünyada bilmediklerimiz Bilim/İlim dünyasında saklı olanlardır.
Dünyadaki bu konularla uğraşan bilim ve ilim adamları bu gizemli dünyayı keşfetmek için gece gündüz çalışırlar, tek çalışırlar, ekip olarak çalışırlar, açık alanda çalışırlar, laboratuvar ortamında çalışırlar.
Bu insanların çalışmalarına bazen özel sektör destekleyici olurken, bazen de devletler destek verirler ve birçok çalışma da uluslararası ölçeklidir.
Bilim dünyevi, ilim ise kâinata ait olan gizemli konuları ortaya çıkarmak içindir. Genellikle ikisi de aynı konuların arkasından koşar.
Şu anda sahip olduğumuz teknolojik gelişmeler, yıllardır yapılan çalışmaların bir sonucudur; ancak bu bir son değildir.
Yüz yıl sonraki durumu hayal dahi edemeyeceğiz.
O zaman, şunu söylemek gerekir. Bilim/ilim meclisindeki biz dünyalıların işgal ettiği koltuk sayısı çok az; dolaysıyla kararları bizler alamıyoruz, onun için bizim bilim adamlarımız hiçbir sonucu kestiremiyor, net bir şey söyleyemiyorlar ve sadece faraziyeler üzerine konuşuyorlar.
O bütün bilgiler, sahibi Yüce Yaratan’dadır; ama bize de görevler vermiştir.
Korona virüsünden de anlaşılacağı üzere, bu konuda bildiklerimiz koca bir sıfır.
Bilim adamları şu anda yaşanmışlıklar üzerinden tahminde bulunmaktan daha öteye gidemiyor.
En güncel söylem ise bu “Covid-19 virüsünün, iyileşen hastaların bedeninde saklanma özelliği olduğu ve daha sonra tekrar salgın moduna geçme durumu”dur.
Buyurun sayın hocalarım!
Ne diyeceğiz!
“Biz bu konuda bir hiçiz" desem çok da yanlış söylemiş olmam. Ama hadsizlik yapmak istemiyorum.
Bu virüs ile mücadelede kat ettiğimiz mesafeyi de bu başımızın tacı olan bilim adamlarımıza, doktorlarımıza, profesörlerimize ve yöneticilerimize borçluyuz.
Önce gücümüzü bileceğiz, sonra da ne yapmamız gerektiğini.
Tıpkı ilkokulda öğretmenlerimiz, okuduğumuz metinden ana fikir ve şiirlerden ise ana duygu çıkarmamızı isterlerdi. O halde, insanlık olarak yaşadığımız bu salgından bir ders çıkarmamız gerekiyor; suçu insanlar tarafından yenilen yarasaya ya da vahşi hayvanlara atmayalım.
Bu salgın bize bu ülkede bilim insanlarının olduğunu hatırlattı.
Bu salgın bize bilimin günlük yaşantımızdaki önemini hatırlattı, biraz acı oldu ama.
Bu salgın bize unuttuğumuz insanlığımızı hatırlattı.
İlimden uzaklaştık.
Günlük yaşantımıza bilimi/ilimi değil, kişisel hırslarımızı öne koyduk.
Bir Amerikan atasözü şöyle der; “Do not put truck before the horse" (“Atı arabadan önce koyma” -yüzyıllar öncesinde motorlu araçlar yok iken at arabaları vardı- “Önce atı koy, sonra arkasına arabayı bağla” diyor); “Âlimi cahile kurban etme” diyor Türkçe’si.
Kişisel hırslar insanlığı hüsrana götürür.
Bugün dünyanın birçok köşesinde açlıktan kemikleri çıkmış, yüzlerindeki et gitmiş, dudakları çatlamış, sineklerin gözlerinin çukuruna üşüşmüş yüz binlerce çocuk ve yetişkin var.
İnsanı insana kırdırıp, rant sağladık insanlık olarak.
Nifak tohumları ektik, insanlık tarlasına.
Kurumsal ya da kişisel kazançlarımız için bu tohumları ekmeye de devam ediyoruz farkında olmadan.
Hep söylüyorum ve söyleyeceğim de; Allah aşkına, bana insanlığımızı anlatan, nasıl iyi insan olunacağını anlatan ulusal bir televizyon kanalı söyleyebilir misiniz?
Evde kalıyoruz ya, şöyle bir kanalları geziyorken, sözüm ona yemek programı; birileri yemek yapıyor, birileri de onun yaptığı yemekleri yiyip, üzerine ileri-geri konuşuyor.
Utandım insanlığımdan.
Kusur aramak için oradalar.
Milyonlarca insan onları izliyor.
Nifak ekiyorlar yemek sofrasında.
Bunun adına da ‘reyting’ diyorlar; batsın sizin reytinginiz.
Bizler çok iyi insanlar olduğumuz için ‘salgın’ kelimesini duyar duymaz marketleri boşaltmadık mı zaten!..
Okumuyoruz, çocuklarımızı okutmuyoruz.
Oysa Yüce Allah’ın, Peygamberimiz’e ilk emri “Oku” olmuştur.
“Okuyamam!” diyen Peygamberimiz’e gelen ilk vahiy; “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aleka’dan yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O, kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” -el-Alak,1-5-
Bu ayetin bizlere emri, okumak ve araştırmaktır.
Salgın için devletimiz en başta gerekli tedbirleri almıştır.
Bu tedbirleri bilim adamlarının tavsiyeleri üzerine almışlardır. Çünkü bunun şakası yok.
Öl-dü-rü-yor!..
Eğer bu virüs, bu kadar tehlikeli olmasaydı her akşam evlerimizdeki televizyonlarımıza dünya kadar profesör misafir edebilir miydik.
Tabii kî de hayır!
Ne güzel, kendini ilime adamış insanlardan nasihatler dinlemek.
Baktım da o profesörler, diğer profesörleri eleştirmiyorlar ve birbirlerine hep hürmeten konuşuyorlar.
Devletin çeşitli kademelerinde bulunan sayın yerel ve genel temsilcilerimiz, ne olur siz de o profesörlerimiz gibi böyle “bilimsel” konuşsanız birbirlerinizle.
Neyi paylaşamıyoruz!
Kimin haklı olduğu önemli değil.
Allah tarafından bir sınava tabi tutulmuşuz ve bizler hala kişisel hırs peşindeyiz.
Dünyanın gündeminde bugün sağlık sorunu var ve insanlığı tehdit ediyor; onun için tıp alanındaki bilim adamları var sahnede ve onlar dünyanın “yaşam koçluğu”nu yapıyorlar.
İyi de yapıyorlar.
Bu güzide insan topluluğu aslında farkında olmadan bizlere “bizler bilim adamları olarak sizleri evlerinizde hapsediyoruz. Kendinizle baş başa kalın. Kendi iç muhasebenizi yapın” ev ödevi verdiler.
Yönetimsel olarak ilimi, içtimai hayatımızın bütün alanlarında kullanabilsek -tarım, şehircilik, kalkınma- ve iyi insan olma alanında. Her şey seçilmiş ya da atanmış yöneticilerin iki dudağı arasında olmasa.
Ne demiş Hacı Bektaş-i Veli; “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”
Bütün yollarımızın sonu aydınlığa çıksın.
Düşünebilmek güzeldir.
Seyfi Turan, dikGAZETE.com
Önce tarihe bir not düşmek gerekir; çünkü zaman, hafızaları zayıflatıyor.
Bunun için de bazı yazılarda tarihe not düşmek gerekir.
Korona virüsü, Aralık 2019 ayında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıktı ve iki-üç ay gibi bir zamanda bütün dünyayı esir aldı.
Virüsün nereden nasıl çıktığının bir önemi de yok.
Basit bir virüs, bütün insanlığı evlerine hapsetti ve bilim adamlarına da “çok eksiğiniz var” dedi.
Dünya var olduğundan beri insanoğlu bir şeylerin keşfi için çalışmıştır.
Bazen bu keşif, bir kara parçasının bulunmasını sağlamış ve bazen de gizlenmiş bilgilere ulaşılmasına vesile olmuştur.
Yaşadığımız dünyada bilmediklerimiz Bilim/İlim dünyasında saklı olanlardır.
Dünyadaki bu konularla uğraşan bilim ve ilim adamları bu gizemli dünyayı keşfetmek için gece gündüz çalışırlar, tek çalışırlar, ekip olarak çalışırlar, açık alanda çalışırlar, laboratuvar ortamında çalışırlar.
Bu insanların çalışmalarına bazen özel sektör destekleyici olurken, bazen de devletler destek verirler ve birçok çalışma da uluslararası ölçeklidir.
Bilim dünyevi, ilim ise kâinata ait olan gizemli konuları ortaya çıkarmak içindir. Genellikle ikisi de aynı konuların arkasından koşar.
Şu anda sahip olduğumuz teknolojik gelişmeler, yıllardır yapılan çalışmaların bir sonucudur; ancak bu bir son değildir.
Yüz yıl sonraki durumu hayal dahi edemeyeceğiz.
O zaman, şunu söylemek gerekir. Bilim/ilim meclisindeki biz dünyalıların işgal ettiği koltuk sayısı çok az; dolaysıyla kararları bizler alamıyoruz, onun için bizim bilim adamlarımız hiçbir sonucu kestiremiyor, net bir şey söyleyemiyorlar ve sadece faraziyeler üzerine konuşuyorlar.
O bütün bilgiler, sahibi Yüce Yaratan’dadır; ama bize de görevler vermiştir.
Korona virüsünden de anlaşılacağı üzere, bu konuda bildiklerimiz koca bir sıfır.
Bilim adamları şu anda yaşanmışlıklar üzerinden tahminde bulunmaktan daha öteye gidemiyor.
En güncel söylem ise bu “Covid-19 virüsünün, iyileşen hastaların bedeninde saklanma özelliği olduğu ve daha sonra tekrar salgın moduna geçme durumu”dur.
Buyurun sayın hocalarım!
Ne diyeceğiz!
“Biz bu konuda bir hiçiz" desem çok da yanlış söylemiş olmam. Ama hadsizlik yapmak istemiyorum.
Bu virüs ile mücadelede kat ettiğimiz mesafeyi de bu başımızın tacı olan bilim adamlarımıza, doktorlarımıza, profesörlerimize ve yöneticilerimize borçluyuz.
Önce gücümüzü bileceğiz, sonra da ne yapmamız gerektiğini.
Tıpkı ilkokulda öğretmenlerimiz, okuduğumuz metinden ana fikir ve şiirlerden ise ana duygu çıkarmamızı isterlerdi. O halde, insanlık olarak yaşadığımız bu salgından bir ders çıkarmamız gerekiyor; suçu insanlar tarafından yenilen yarasaya ya da vahşi hayvanlara atmayalım.
Bu salgın bize bu ülkede bilim insanlarının olduğunu hatırlattı.
Bu salgın bize bilimin günlük yaşantımızdaki önemini hatırlattı, biraz acı oldu ama.
Bu salgın bize unuttuğumuz insanlığımızı hatırlattı.
İlimden uzaklaştık.
Günlük yaşantımıza bilimi/ilimi değil, kişisel hırslarımızı öne koyduk.
Bir Amerikan atasözü şöyle der; “Do not put truck before the horse" (“Atı arabadan önce koyma” -yüzyıllar öncesinde motorlu araçlar yok iken at arabaları vardı- “Önce atı koy, sonra arkasına arabayı bağla” diyor); “Âlimi cahile kurban etme” diyor Türkçe’si.
Kişisel hırslar insanlığı hüsrana götürür.
Bugün dünyanın birçok köşesinde açlıktan kemikleri çıkmış, yüzlerindeki et gitmiş, dudakları çatlamış, sineklerin gözlerinin çukuruna üşüşmüş yüz binlerce çocuk ve yetişkin var.
İnsanı insana kırdırıp, rant sağladık insanlık olarak.
Nifak tohumları ektik, insanlık tarlasına.
Kurumsal ya da kişisel kazançlarımız için bu tohumları ekmeye de devam ediyoruz farkında olmadan.
Hep söylüyorum ve söyleyeceğim de; Allah aşkına, bana insanlığımızı anlatan, nasıl iyi insan olunacağını anlatan ulusal bir televizyon kanalı söyleyebilir misiniz?
Evde kalıyoruz ya, şöyle bir kanalları geziyorken, sözüm ona yemek programı; birileri yemek yapıyor, birileri de onun yaptığı yemekleri yiyip, üzerine ileri-geri konuşuyor.
Utandım insanlığımdan.
Kusur aramak için oradalar.
Milyonlarca insan onları izliyor.
Nifak ekiyorlar yemek sofrasında.
Bunun adına da ‘reyting’ diyorlar; batsın sizin reytinginiz.
Bizler çok iyi insanlar olduğumuz için ‘salgın’ kelimesini duyar duymaz marketleri boşaltmadık mı zaten!..
Okumuyoruz, çocuklarımızı okutmuyoruz.
Oysa Yüce Allah’ın, Peygamberimiz’e ilk emri “Oku” olmuştur.
“Okuyamam!” diyen Peygamberimiz’e gelen ilk vahiy; “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aleka’dan yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. O, kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” -el-Alak,1-5-
Bu ayetin bizlere emri, okumak ve araştırmaktır.
Salgın için devletimiz en başta gerekli tedbirleri almıştır.
Bu tedbirleri bilim adamlarının tavsiyeleri üzerine almışlardır. Çünkü bunun şakası yok.
Öl-dü-rü-yor!..
Eğer bu virüs, bu kadar tehlikeli olmasaydı her akşam evlerimizdeki televizyonlarımıza dünya kadar profesör misafir edebilir miydik.
Tabii kî de hayır!
Ne güzel, kendini ilime adamış insanlardan nasihatler dinlemek.
Baktım da o profesörler, diğer profesörleri eleştirmiyorlar ve birbirlerine hep hürmeten konuşuyorlar.
Devletin çeşitli kademelerinde bulunan sayın yerel ve genel temsilcilerimiz, ne olur siz de o profesörlerimiz gibi böyle “bilimsel” konuşsanız birbirlerinizle.
Neyi paylaşamıyoruz!
Kimin haklı olduğu önemli değil.
Allah tarafından bir sınava tabi tutulmuşuz ve bizler hala kişisel hırs peşindeyiz.
Dünyanın gündeminde bugün sağlık sorunu var ve insanlığı tehdit ediyor; onun için tıp alanındaki bilim adamları var sahnede ve onlar dünyanın “yaşam koçluğu”nu yapıyorlar.
İyi de yapıyorlar.
Bu güzide insan topluluğu aslında farkında olmadan bizlere “bizler bilim adamları olarak sizleri evlerinizde hapsediyoruz. Kendinizle baş başa kalın. Kendi iç muhasebenizi yapın” ev ödevi verdiler.
Yönetimsel olarak ilimi, içtimai hayatımızın bütün alanlarında kullanabilsek -tarım, şehircilik, kalkınma- ve iyi insan olma alanında. Her şey seçilmiş ya da atanmış yöneticilerin iki dudağı arasında olmasa.
Ne demiş Hacı Bektaş-i Veli; “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”
Bütün yollarımızın sonu aydınlığa çıksın.
Düşünebilmek güzeldir.
Seyfi Turan, dikGAZETE.com