?>

Adaletli olmak

Raşit Anaral

4 yıl önce

- Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki? (Aurelius)
- Adalet devletin amacıdır. (James Madison)
- Adalet olunca yiğitliğe lüzum kalmaz. (Anonim)
- Adalet kâinatın ruhudur. (Ömer Hayyam)
- Doğru olan, haklı olandır. (Alexander Pope)
- Adaletsizliği, adaletle yıkmak gerekir. (Mahatma Gandhi)
- Sevginin kurduğu devleti adalet devam ettirir. (Farabi)
- İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır. (V.Hugo)
- Geç kalan adalet, adaletsizliktir. (Walter Savage Landor)
- Adaletin olmadığı yerde ahlak da yoktur. (Montaigne)
- Suçlunun beraat ettiği yerde yargıç hüküm giyer. (Anonim)
- Ahlaki nizam, adalet sayesinde kurulabilir ve hiçbir şey onsuz devam edemez. (Lacordaire)
- Eğer bir ülkede adalet yozlaşırsa, o memleketin dibi oyulmuş demektir. Adaleti çökmüş bir milleti yok olmaktan hiçbir güç kurtaramaz. (Yaşar Kemal)
Nisa 58:
"Şüphe yok ki Allah, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adâletle hüküm vermenizi emrediyor..." 
Yukarıdaki sözler, laf olsun diye söylenmemiştir... Bu veciz sözler ve ayetler, milyonlarca senedir süren insan tecrübeleriyle doğrulanmış ve de tespit edilmiş kesin doğrulardır...
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok; adaletin bir devlet olarak birinci sırada yer alması, tecrübeyle olduğu kadar rasyonel mantığın da bir gereğidir...
Bunu eğitimli her insan bilir ve de onaylar... Buradaki problemler daha çok uygulamada yapılan yanlışlardır...
ADALET OLMADAN, TOPLUM YÖNETİLEMEZ
Ülkemizde garip hadiselere şahit oluyoruz... Özel kurumların bilinçli olarak vatandaşa karşı yaptığı dayatmalı adaletsizliklere göz yumulması veya iyi denetlememesi sonucunda tüketiciye yapılan haksızlıklar artmıştır...
Bu durumu kim düzeltecek? Devlet!..
İyi de devlet de yanlış yapıyorsa!..
Devlet, adaleti önem verdiği ve koruduğu müddetçe, sosyoekonomik hayatta, sosyokültürel ve siyasi hayatta bozulan ne varsa zamanla geri dönüp düzelebilir. 
Ancak adalet çökmüş ise hiçbir şey yerine istenilen düzeyde oturmaz... Dağılan parçaları da hiçbir kuvvet yeniden bir araya getiremez...
Adalet, insanların gelecek endişelerini, korkularını aldığı gibi, devlete karşı olan güvenini de sağlayan bir kavramdır...
Adalet, sosyal hayatın olumsuzluklarını gideren ve muhafaza eden bir yapıştırıcıdır...
Tarih boyunca yıkılan devletlerin baş sebebi,  adaletten sapmaları olmuştur...
Gerçekten sıkıntıların çoğu sisteminin kendisi kadar, pratik hayattaki uygulamalar yapan yöneticilerden kaynaklanmaktadır...
Mesela, defalarca suç işlemiş bazı insanların bir şekilde sokağa bırakılması, masum insanlara zarar vermektedir...
Defalarca sabıkası olan insanların tekrar tekrar sokağa bırakarak, toplumu koruyamazsınız...
Her hangi bir yargılamanın hukuk delillerine uygun oluşu, topluma zarar veriyorsa yargının doğru hüküm verdiğini söyleyebilir miyiz?
Vatan hainliğine, şiddete, gaspa, tecavüze,  hattâ bizzat ölümlere bile sebep olanların tutuklamadan yargılanması, toplum tarafından hayretle ve şaşkınlıkla karşılanmaktadır... 
Toplum, teknik olarak hukuk bilmeyebilir, ama toplumun da kendine göre tecrübeye dayalı pratik bir mantık ölçüsü ve duygularının olduğunu yargının da dikkate alması gerekmez mi?
Sonuçta hukuk da geleneklerle birikim sağlamış ve teknik olgunluğa kavuşmuştur...
Gelenekler ise başlangıçtan itibaren toplumu korumak için çözümler aramıştır...
Toplum, salıverilen aşırı suçlu insanların rahatsız edeceği insanlardır ve de mahkemenin yanlışı yüzünden kendisini savunma hakkı vardır...
Sokağa salınan suçluların yeni olaylara sebebiyet verdiğine herkes şahit olmaktadır...
Sosyal medyada tepki gösterildiğinde, sokağa salınan azılı suçluyu tekrar içeri alarak yargılamaya gidilmesi, toplumun etkisinin önemli olduğunu da gösteriyor...
Toplumu yok sayamazsınız!..
İşin en vahim yanı da Yargı kimseye karşı hesap vermez...
Yani toplumu hiçe sayarak suçluyu sokağa bıraktığında, hesap yargıdan sorulamaz; seçilmiş olan siyasilerden sorulur...
Bu yüzden yargı tam olarak bağımsız olamaz!
Yargının yaptığı yanlışların hesabını, tabii ki seçilmiş olan iktidar yargıya soracaktır ve denetleyecektir...
İktidar, gerekirse hukuku korumak için kanun çıkaracaktır. 
Yargı tam bağımsız olduğunda ise  oligarşik bir devlet yapısı ortaya çıkar ve hâkimler denetimsizce egolarını (ideolojik yaklaşımları) tatmin ederler... 
GIDA TERÖRÜ KİMİN ESERİ?
İnsanların gıdalarına kadar oynanan materyalist yaklaşımlara, devletin duyarsız kalması söz konusu olamaz...
Raf ömrünü uzatmak ve maliyetleri düşürmek uğruna yapılan gıda katkı maddelerinin insan sağlığına zarar vermesini önlemek devletin bir görevidir...
Yapılan ölçümlerde nitrit çıkan maden sularının halâ satışının yapılması düşündürücüdür.
Trans yağlı gıdaların raflarda satılması devam etmektedir...
Ekmeğe, yoğurda, süte, hâsılı diğer gıdalara eklenen katkı maddelerinin bir an önce durdurulması gerekirken firmalara ekonomi uğruna tolerans gösterilmesi, milletin sağlığına gösterilmesi gereken hassasiyeti hiçe saymaktır... (Gıda terörü,  daha geniş ele alınmalı) 
ŞEHİRLERİN YAŞANMAZ HALE GELMESİ
Rant uğruna betonlaştırılan şehirlerde nefes alacak alan bırakılmamış...
Betonlaşmayı yapanlar ve imar verenler hep bu materyalist anlayışın insanları...
Oysa kişisel çıkarlardan önce toplum düşünülmeliydi... Toplum çıkarları düşünülmeden betonlaşmaya sebep olanların başta belediyeler olduğunu biliyoruz...
Sonradan daha fazla yetkilerle donatılan şehircilik bakanlığı da bu işin tuzu biberi olmuştur... Şimdilerde ise yatay mimariden söz ediliyor...
Büyük şehirlerde artık yatay mimarinin uygulanacağı arsa da kalmadı...
Betonlaşma, şehir nüfusunun artmasına da sebep olmuş, elektrik, su, gaz, kanalizasyon, internet, telefon yeterince sağlıklı ve istikrarlı bir dengeye oturtturulamamıştır...
Özellikle elektriğin alt yapısına masraf etmeden, sırf para toplanmasının hedeflenmesi ve elektriğin ani kesilip, bağlanması sonucu, elektrikli aletlerin bozulmasının hesabı sorulamamaktadır...
Aynı zamanda fiyat oyunlarına ek olarak, TRT payı, kayıp kaçak bedellerinin dayatılması da adaletle bağdaşmıyor...
İnternet ise aynı tekelci zihniyetle kampanya tuzakları ve limit oyunlarıyla sözleşme şartlarını da hiçe sayarak insanları sömürmeye adaletsizce devam ediyor...
Şehirlerde insan sayısı artıkça, ulaşım ve trafik sıkıntısı da katlanmıştır...
Nüfusun düşürülmesi gerekirken, aksine kentsel dönüşümle daha da artırılmıştır...
Ne yazık ki imarın ranta dönüşmesi sonucunda, 3 katlı binaların 7 kata, beş katlı binaların 8-10 kata çıkması, nüfusu biraz daha artırmıştır. 
Sık sık elektriklerin kesilmesi, su sıkıntıları, telefonların deprem ve diğer zamanlarda çekmemesi topluma eziyetten başka bir şey getirmemiştir... 
Kalabalıklaşan şehirlerde park sorunu da çözülememiştir, arabaların yaya kaldırımlarına kadar çıkarılması ve de engellilere zarar verecek şekilde park etmesi de toplumu iyice germektedir...
Sadece arabalar değil, aynı zamanda esnaf da uyanıklık yapıp, rant uğruna kaldırımları işgal etmiştir...
Devletin denetim yapmaması sonucunda bu  tür, insan hakları konularını, Kaymakamlıklara, bildirdiğimiz halde hiçbir netice de alamadık...
Suyun, tuvaletlerin ve mezarlığın parayla satıldığı bir şehirde her şey bozuktur... Çünkü her şey paraya tahvil edilmiş ve de insanî özellikler ihmal edilmiştir...
Günümüzdeki ekonomik sistem, bencil insan tipini de beraberinde oluşturmuştur...
Ekonomi, her konuyu belirler hale gelmiştir.
Materyalist anlayış, en çok da şehirlerde tavan yapmaktadır...
Materyalist sistemler böyle işliyor, kapitalist ve komünist diye ayırmaya da gerek yok,  bu sistemlerin hepsi seküler ve materyalisttir...
Paranın araç olmaktan çıkıp, amaç haline getirilmiş bir ülkede, yalan, sahtekârlık, darp, gasp, hırsızlık, rüşvet, adam kayırma, çetecilik ve cinayetlerin önlenmesi mümkün değildir... Bu durumda adaletten de söz edilemez.  
İŞÇİ EMEKLİLERİ ÜVEY EVLAT MI?
Memur emeklileri en azından toplu sözleşme yaparak, durumu biraz daha iyileştirebiliyorlar, ama işçi emeklileri için bu şans da yok...
İşçi emeklilerinin sahibi yok...
Devlet işçi emeklileriyle bir pazarlığa oturmuyor, kısacası iktidarın kendi insafına kalmış,  milyonlarca kişi açlık sınırı altında para alıyor...
2020 için açlık Sınırı: 2 Bin 374 Lira, Yoksulluk Sınırı: 7 Bin 733 Lira... 
Üstelik az da olsa sağlık ve ilaç parasının kesilmesini de hesaba katmak gerekiyor...
İşçi emeklisinin bir işte çalışmasının, hem vergi hem maaşının bir kısmının devlet tarafından kesilmesi, adaletle veya asgari bir mantıkla açıklamak mümkün değildir...
Aslında her şeyi bir kenara bırakalım, en azından SSK’dan emeklilerin memurların ücreti ve sosyal şartlarına eşitlenmesi gerekmez mi?
Hani, az alana çok, çok alana az zam yapılacaktı?  Bu noktada nasıl adaletli olacağız?  
ENFLASYON ALDATMACA MI? 
Arabalara, beyaz eşyaya yapılan zamlara bakıldığında enflasyonun yüzde 300’e kadar yükseldiğine şahit oluyoruz...
Doların artması, para basılması gibi meseleler de devreye girdiğinde paranın alım güzünün iyice düştüğü anlaşılıyor...
Geçenlerde maliyeden sorumlu bakanSizin dolarla ne işiniz var?” mealinde bir laf etti... Doların yükselmesi, enflasyonun da artması demektir...
Bu durum, satın alma gücümüzün biraz daha zayıflaması anlamına gelir... Kısacası dolarla bir işimiz yok, ama paranın satın alma değerini düşmesi, tabii ki beni ve de mutfağımı yakından ilgilendiriyor. Zaten dolar arttığında,  her şeyin artığı herkes tarafından bilinen bir gerçek...
Hadi, araba ve beyaz eşya fiyatlarını bir kenara bırakalım, enflasyonu %11 veya %12 gibi rakamlarda göstererek, ücretlere az zam yapma bahanesine, emin olun kimse inanamıyor...
En başta emeklilere adaletsizlik yapılıyor... Özellikle sesi çıkmayan, çıkamayan SSK emeklilerine üvey evlat muamelesi yapılıyor...
İnsanlar kendilerine ne gibi haksızlıklar yapıldığını çok yakından biliyor, bu yüzden retorik söylemlerle insanları aldatmak adaleti yerine getiremiyor...
Bu durum siyasilerin olayları çarpıtmasıyla düzelmiyor, aksine insanlar aldatıldıklarının farkına daha çok varıyorlar...
Şayet enflasyon yüzde 11’lerde olsaydı ne suya, ne elektriğe, ne doğal gaza, ne internette bu kadar büyük zamlar gelmezdi?
Şayet enflasyon yüzde 11 olsaydı, sebze ve meyve fiyatları iki kat artmazdı!..
SAĞLIKTAN YETERİNCE FAYDALANAMIYORUZ
Sağlık olmadan hiçbir şey olamaz...
Sağlık, insan hayatı için en önemli konuların başında gelir... Sağlıkta yapılan iyileştirmeler, elbette ki gurur verici...
Hastanelerin daha temiz ve hijyenik olması, ilaçların her eczaneden alınabilmesi iyi gelişmeler...
Sağlıktaki gelişmelere rağmen büyük şehirlerde randevu alma sıkıntısı devam ediyor... Günümüzde hem doktor hem hastane eksikliği bariz göze çarpıyor...
Örneğin, biz İstanbul-Beylikdüzü’ndeki devlet hastanesinden randevu almayı bir türlü beceremiyoruz...
İnternette bölümlerin çoğu 15 gün için kapalı çıkıyor... Biz yaşlı insanlarız, sürekli olarak Daha uzaklara gitmemiz ise bu trafikde mümkün olmuyor...
Özel hastaneler ise para tuzağı!.. İktidar partisi, bu özel hastaneleri teşvik etti ve çoğalttı, bu yüzden şehir hastaneleri de gecikmiş oldu...
Özel hastaneler, şu sıralar parası olanlarla ilgilendiği için bizler oralara gidemiyoruz... Zaten son seneler, paralı Araplardan dolayı ev ve hastane fiyatları da yukarı çekildi ya... Bu yüzden özel hastaneler beklendiği gibi sigortalılara hizmet vermiyor...
Özel hastanelerde, bedava sandığımız acilde bile insanları soymak için bir sürü organize işler (tuzaklar)  hazırlıyorlar... “Ekmek yok, pasta yiyin” demekle bu işler olmuyor...
Teoride iyi niyetle yaklaşmak, pratikte tutmuyor... Biz, emekli olarak, ayda artı 200 TL. özel hastaneye veya başka bir yere ayıracak durumda değiliz...
Bu durumu,  damdan düşen birini çağırıp, sormak lazım...
Biz gidemesek bile, özel hastanelerin yapılmasının da ülkemiz için faydasız olduğunu söyleyemeyiz... Ancak şehir hastanelerinin gecikmesine, sanıyorum bu özel hastane politikaları sebep oldu...
İktidar ise sağlık gibi önemli bir konunun özel hastanelerle yürüyemeyeceğini yeni fark etti... (Şehir hastaneleri 18 sene önceden başlanmalıydı...) 
ÖZEL VE RESMİ KURUMLARIN TOPLUMU SÖMÜRMESİ
Büyük şirketlerin,  faturalarını şişirmelerini devletin denetleme yetersizliğine bağlayabiliriz...
Bankalar, cep telefonu operatörleri, internet, elektrik, su, doğal gaz gibi yüksek faturalarla insanları istismar eden şirketler, fütursuzca davranmaya devam ediyor...
Bu tekelci firmalar, aynı zamanda limit ve kampanya hilesi ve de tuzak sözleşmelerle,  her türlü insan zaafını kullanarak bizleri sömürüyor...
Bizler hak aramak için hangi birinin peşine koşabiliriz ki?!. Bu yüzden globalleşmiş materyalist sistem, bizleri acımasızca ve toptan sömürüyor...
Bizler, bu firmaların haksızlıklarını ortaya çıkaracak ne zamanımız var ne de imkânımız...
Telefon ettiğinizde ise karşınıza makineler çıkıyor...
Derdinizi anlatmak bile özel bir çaba gerektiriyor...
Hakkımızı almak için uğraşacak mecalimiz kalmadı...
Çoğu insanımız,  yüksek faturalarla kazıklanma şikâyetlerinden vaz geçiyor ve sineye çekiyor...  Bu firmalar ise, haksız elde ettikleri milyarları katlamaya devam ediyor.
Zaten bu firmalara derdinizi ulaştırsanız bile yeni sorunlarla karşılaşmamanız size pek de sürpriz olmayacaktır... “Parayı yatır da öyle gel bakalım” demeleri de tuzu biberi olacak...
Öyle ya yine müşteri suçlu çıkacak... Eskiden duvarlara: “müşteri daima haklıdır” yazısı asılırdı; demek ki artık materyalist sistemde, müşteriye saygıya gerek kalmamış...
Hükumet, tüketiciye yapılan haksızlıkları nasıl göremiyor?  Ya da görüyor, ama aldırmıyor...
Güçlükle ayakta durmakta zorlanan tüketici derneklerine iktidar neden kaynak sağlanmıyor?.. Oysa Avrupa’da bu derneklere sürekli devlet desteği verilerek, güçlü hale getiriliyor...
Meydan, neden sahtekârlık yapan firmalara bırakılıyor?  Tüketiciyi etiketlerle aldatmak için dokuzlu küsur rakamlarla aldatılmasına ne zaman dur denilecek?
Yalan reklamlarla tüketicilerin kandırılmasına ne zamana kadar müsaade edilecek?..
Dar gelirli vatandaşların ve emeklilerin taksitle yaşayıp, borçlu ölmesine ne zaman dur denilecek?  
ARAPÇA TABELA SÖKMEK, ADALET DEĞİL
Bunca sene geçmiş, ama biz halâ demokrasiyi içimize sindirememişiz...
Ulus devletlerin sıkıntısı da bu!.. Geçen aylarda Arapça tabelaları sökerek, donkişotluğa çıktık...
Ne kazandık?.. Kazancımız olmadı, ama nefreti çoğalttık...
Adaleti zedeledik...
20. Asırda utanç verici bir davranış sergiledik...
Günümüzdeki Arapça tabelalara bilinçsizce ve antidemokratik olarak yapılan müdahaleler de TDK dil siyasetinin açık bir uzantısıdır.
Bahanesi veya gerekçeleri ne olursa olsun (terör hariç) yasaklamalar, demokrasi içinde kabul edilen bir davranış biçimi değildir. Üzücü olan ise muhafazakâr bir iktidar eliyle “Arapça” tabelalara savaş açılmasıdır… 
Madem dile bu kadar önem veriyorsunuz "McDonald's" tabelasını da kaldırsaydınız(?!) 
Her şeyi millileştirmek gerekmiyor, özellikle evrensel değerler, bizleri dünyayla entegre ettiği için dikkatli olmak zorundayız...
Hesap soracaksanız yaklaşık 50 bin kadim kelimemizi çöpe atarak bizleri cümle kurma ve ifade eksikliklerine sürükleyen ve de tasfiyecilik yapan TDK’den hesap sorunuz!..
Sözle muhafazakâr olunmuyor...
Bırakın TDK’e tasfiyeci politikalarına karşı çıkmayı, muhafazakâr aydın veya yöneticilerimizin de dilinden koşul, olanak, olasılık, yanıt kelimeleri hiç düşmüyor...
Zayıflatılmış bir dille bilim, sanat, edebiyat ve felsefe yapılamaz...
TDK’nin politikaları yüzünden 50 sene önceki kitabımızı da okuyamıyoruz...
Sürekli değiştirilen dillere büyük eserler emanet edilemez... 
SONUÇ: Adaletsizlikleri yazmak, çok uzun bir konu...
Özetlersek:
- Kayıp kaçak bedeli ve TRT Payı adı altında milletten para almak adaletsizliktir... 
- Emeklilerden sağlık ve başka mazeretler göstererek para kesenler, 
- Memurları kayırarak, işçilerin emeklilik ve sosyal haklarında eşitsizlik yapanlar,  
- Vatandaşın işini zamanında yapmayan bürokratlar ve rüşvet alanlar,  
- Liyakatsiz, kabiliyetsiz, kötü ve kibirli insanları milletin başına atayanlar, 
- Millete ait makamı kullanarak, hakkı olmayan mallara sahip olanlar,   
- Gerekenden fazla millete vergi koyanlar,  
- Mesai yaptırıp, işçiye hak ettiği ücreti ödemeyenler, 
- Çalışanlara sigorta yaptırmayan veya işçi sigortasında hile yapanlar,  
- Tüketici haklarını ihlâl eden firmalar, 
- İnsan sağlığına aykırı gıda üretenler,  
- Üretilen ürünlerde fiyat hilesi yapanlar,  
- Müşteri avlamak için, fiyatlarda dokuz rakamı kullananlar, 
- 10 kişilik minibüse 20-30 kişi bindirenler, 
- İmarları ranta göre düzenleyen ve çevreyi betonlaştıran belediyeler, 
- Orman içi, deniz, göl ve dere kıyılarına imar verenler,  
- Yayaya yol vermeyenler ve trafiği ihlâl edenler, 
- Yaya kaldırımlarını işgal eden esnaflar ve araçlar, 
- Çevreye ve insanlara zarar veren insanlar ve kuruluşlar, 
- Bina kurallarına uymayarak, komşularına zarar verenler, 
- Gürültü kirliliği yapanlar. (Özellikle motorlu vasıtalar), 
- Havai fişek atarak, doğal hayatı olumsuz etkileyenler, 
- Dengesiz ışıklar kullanarak, doğal hayatı olumsuz etkileyenler, 
- Hak etmediği şeyleri sahtekârlıkla elde edenler, 
- Başkalarının mal ve namusuna el uzatanlar, 
- Duraklarda ve insanların toplu bulunduğu yerlerde sigara içenler, 
- Belediye tesislerinde nikâh olurken ailelerin kendi fotoğraflarını ve kamera çekimlerini engellemek için “kamera ve fotoğraf çekmek yasaktır” yazısını yazan ve organizeyi başkalarına ihale ederek, paraya çeviren materyalist belediyeler, 
- Haksızlıkları gördüğü halde kendi çıkarını düşünerek, yayınlamayan gazeteler, televizyonlar ve diğer iletişim araçları, 
- Gece oruç tutan veya tutmayanları kendi istedikleri saate göre dayatma yaparak, zorla uyandıran davulcular ve davulculara o görevi veren yöneticiler, 
- Hak etmedikleri paraları kazanan, tekelci büyük şirketler, 
- Kazançlarının ihtiyaçtan fazlasını dağıtmayanlar, 
- Yalan söyleyerek menfaat elde edenler, 
- Sözünde durmayıp insanları aldatanlar, 
- Dalkavukluk veya  hilelerle hak etmediği bir hakkı alanlar, 
- Layık olmadığı halde makam işgal edenler, 
- Eşlerine ve insanlara kötü muamelede bulunanlar, 
- Faiz yiyenler, 
- Az personel çalıştırarak, bankalarda ve diğer kurumlarda insanları sıraya dizip, zaman hırsızlığı yapanlar...
Not:
Yukarıdaki maddelerden birini veya bir kaçını yapan, insan hakları ve kul haklarını çiğnemiş olur... Dolayısıyla yukarıda sayılan adaletsizliklere, insan olarak da devlet olarak da karşı çıkmak zorundayız…
.
Raşit Anaral, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI