HAZİRUN TÜRKÇE Mİ (?!)
GÜLGÛN FEYMAN: “HAZİRUN ARAPÇADIR. HAZIR BULUNANLAR, ORADA BULUNANLAR ANLAMINDADIR. KULLANILMASI ASLA DOĞRU DEĞİLDİR. TÜRKÇE KONUŞALIM. DİLİMİZDEN ARAPÇA KELİMELERİ TEMİZLEYELİM. TÜRK DEMEK TÜRKÇE DEMEKTİR.”
Gülgün Hanım, “Hazirun” kelimesini yok etme savaşı verirken “Asla, hazır, kelime, temizleme” gibi bu dört kelimenin de Arapça kökenli olduğunu bilmeden kullanabiliyor…
Bu davranışı -tezattan öte- yazdığı konudan ve de dil biliminden bihaber olduğunu da sergileyen en çarpıcı örnek oluyor…
HAZİRUN KELİMESİ TÜRKÇEDİR
Yukarıda zikredilen cümleleri masaya yatırıp, analiz edelim, diyeceğim de sıkıntı bu yazının neresini tutsam elimde kalacak diye korkuyorum… Yine de bir yerinden başlayalım…
Gülgün Hanım, ”Hazirun kelimesinin kullanılması asla doğru değildir, Türkçe konuşalım! ” diyor…
Bu, buyurgan hüküm cümlesine hep beraber bir göz atalım:
“Hazirun” kelimesi zaten Türkçe kelimedir…
Öncelikle dil bilimine göre şunun bilinmesi lazım; bir kelime, yaygın olarak kullanılıyorsa bu o dilin malı olmuştur… Başka bir dilden gelmesi, bu gerçeği değiştirmez…
Burada iki kavrama dikkat edilmesi lazım, yabancı kökenli kelime ve Türkçe kelime iki ayrı kavramdır… Bu açıdan “Hazirun” kelimesini Türkçe saymamak büyük bir hatadır…
En azından bu kelime için “yabancı kökenli kelime” diyebilirsiniz… Türkçe olmadığını söylemek ise dil mantığına aykırıdır…
Gülgün Hanım, başka bir yazısında “Burası Türkiye, hazirunu savunmayın!.. Dillerin ne olduğunu en iyi bilenlerdenim bu ülkede” diyor… (çok sinirlenmiş)
Burada da emir cümlesi kullanmış; emrediyor…
Kendisini ne zannediyorsa, yukarıdan bir yerden bizi hizaya getirecek emirlerini göndermekte bir sakınca görmüyor…
İlginçtir, savunduğu fikirler, hatalarla dolu olduğu halde, kendisine karşı çıkanlara da “cahil” diyerek hitap ediyor… Sayın Feyman, maalesef bu iddialarınız, durumu kurtarmıyor; konuyu sadece gereksiz çarpıtmalara götürüyor…
Yeterince eğitimden geçmemiş veya bilgi sahibi olmamış insanların topluma yön vermede ön plana çıkmaya çalışması, büyük cesaret istiyor…
Atalarımız “cahil, cesurdur” diyorlardı… Evet, çok garip bir durum; ama gerçek…
Meşhur olabilirsiniz, sanatkâr da olabilirsiniz(!) başka özelliklere de sahip olabilirsiniz, ama bu özellikler, size topluma tepeden bakmanızı sebep teşkil etmez… Hele akıl hocalığı yapma hakkı hiç vermez…
Doğru olmadığı halde, kesinlik taşıyan hüküm cümleleriyle akıl vermeye cüret etmek, sorumsuz bir davranış biçimidir…
Fikir ve düşünceden ziyade demagojiyle tribünleri yanına almak için sarf edilen istismar ve bencillik kokan sözler söylemek, topluma rehber olacak insanlardan asla beklenemez…
Diğer taraftan bilgisizliğinin bile farkında olamayan bu hanımın, dil konusunu çok iyi bildiğini söylemesi, bardağı taşıran son damla olmuştur…
TELEVİZYONLARDA “VTR” SAÇMALIĞI
Televizyonlarda programcıların hemen hepsi kopyaladıkları şablonları kullanırken sorgulamadan kullanıp, kitlelere yanlış bilgiler aktarabiliyor… Sosyal medyada ise bu durum, vahim boyutlara ulaşmış durumda…
ÖRNEKLERE BİR GÖZ ATALIM:
En meşhur televizyonlarda bile, “VTR’mizi seyredelim” gibi yanlış cümleleri sık sık duyuyoruz. Yani, filmimizi ya da görüntümüzü ya da klibimizi ya da bandımızı demek yerine, “görüntü kayıt cihazımızı seyredelim” diyerek komik bir duruma düşülüyor…
Oysa VTR, cihazın kendi ismidir… VTR: “Video Tape Recorder” Türkçesi ise, “görüntü kayıt cihazı” demektir.
TÜRKÇEMİZDEKİ BİLGİSİZLİK İSTİLASI :
Bilgisiz insanın biri, medyada bir kelime veya bir deyim kullanıyor, arkadan gelenler de hiç araştırmadan kopya ediyor… İnternet’te bu tür yanlış kopya alıp, doğruluğunu araştırma zahmetinde bulunmayan taklitçiler bir hayli çoktur.
Mesela internette “hesap” kelimesi…
İnternet’te üyelik ve kayıt olmaya “hesap” kelimesiyle ifade etmek, mantıklı değildir… Üyeliğe veya kayıt yaptırmaya “hesap açma” denmesi bir yanlış uygulamadır…
Yabancı bir dilin Türkçe karşılığı verilirken, kelimelerin sözlükteki madde başı kelime anlamlarıyla alınması zaten yanlıştır. Bir dilden diğer dile tercüme, kelimenin cümle içinde kazandığı anlamla ifade edilmelidir...
Tercüme tekniğinde cümle içindeki kelimeler, cümlenin ifade ettiği manaya göre anlam kazanmalıdır…
Kelimenin Türkçe tercümesi, cümlenin içindeki kelimenin yaptığı iş ve fonksiyonu ifade edebilmesiyle sağlanır…
İngilizcesi “account” olan “hesap”, Türkçede sayısal ifadelerde ve de daha çok parayla ilgili hesap hareketlerini ifade ettiğinden “bir yere kayıt yaptırma”nın karşılığı “hesap” kelimesiyle ifade edilemez…
Amerika için kayıt karşılığının bazı yerlerde “account” olması onların dil mantığına göre doğru kabul edilebilir, ama Türkçede kayıt ve üyelik kelimesine karşılık olamaz…
“Hesap” kelimesinin Türkçe dilinde anlam karşılığı, banka hesapları, sayısal ifadeler ya da alış-veriş esnasında parayla ilgili olarak kullanılır… “Facebook” gibi sitelerde ise kullanılacak kelimelerin “kayıt” veya “üyelik” olarak karşılık bulması gerekir…
Kısacası, “Facebook’da hesabın var mı?” demek yanlıştır. “Facebook’da üyeliğin veya kaydınız var mı?” denilmesi gerekir.
Tercüme yapmak için tercüme mantığını ve tercüme edilecek iki dili de nüanslarıyla birlikte iyi bilmek gerekiyor…
Bu yeterli mi?
Hayır!..
Kabiliyet ve çok boyutlu düşünmeye de ihtiyaç var…
Tabiî ki anlamları ve maksadı iyi bilen, pratik hayatı da yorumlayabilecek bir beyine de ihtiyaç var... (Yaptığımız film dublajlarından ve de işlettiğimiz lisan kursundan dolayı bu konuya yakından vakıf olduk.)
Basılı yayınlarda ve diğer iletişim araçlarında bu türden birçok yanlış kelimenin kullanılmasına şahit olmaktayız…
Kısacası, Türkçemiz seviyesiz ve bilgisiz kişiler tarafından içinden çıkılmaz bir duruma sokulmuştur…
YABANCI KÖKENLİ KELİMELERİ ATALIM MI?
C-F-Ğ-H-J-L-M-N-P-R-Ş-V-Z harfleriyle başlayan Türkçe kelimelerin “yabancı kökenli” kelimeler olduğunu biliyor musunuz?
İsterseniz Türkçenin hemen hemen yarısı sayılan bu kelimeleri “yabancı kökenli” diye hemen çöpe atalım. Kısacası Türkçe sözlüğün yarısını çöpe atmış olursunuz…
Yabancı kökenlidir diye kelimelerimizi atmaya başlarsanız Türkçeyi de yok edersiniz… Zaten 90 senedir yapılmakta olan da budur…
Türkçenin kısır bir dil haline getirilmesinin asıl sebebi, dil bilimi felsefesine aykırı olan bu yanlış yaklaşımlardır…
TDK’nın yanlış politikaları yüzünden yaklaşık 60 bin kadim Türkçe kelimemiz tasfiye edilerek çöpe atılmıştır…
Felsefe, edebiyat, bilim ve sanat yapmak, dildeki kelimelerin zenginliğiyle doğru orantılıdır… Maalesef dilimiz, -bilerek veya bilmeyerek- tasfiyeci cahillerin uyguladığı politika yüzünden zayıflamıştır…
TDK’nin dilde yapmakta olduğu tasfiyeciliğin vahametini anlayabilmek için aşağıdaki bazı kelimeleri inceleyelim:
Pencere, bahçe, duvar, sehpa, tavan, çeşme, perde, çarşamba, perşembe vb. Farsçadan…
Mutfak, sandalye, tabak, sürahi, musluk, vb. Arapçadan…
Şubat, Nisan, Haziran, Temmuz Süryaniceden…
Mart, Mayıs, Ağustos Latinceden…
Gerisini saymaya gerek var mı?..
Böyle binlerce “yabancı kökenli” kelimenin hepsini attığınızda geriye Türkçe diye de bir şey kalamayacağı açıkça anlaşılmıyor mu?
Unutmamak gerekir ki dünyada saf dil diye bir dil yoktur; bütün diller melezdir.
Türkçemizin bozulmasını istemiyorsak, dil bilimi kurallarına sahip bir mantıkla dilimizin doğal gelişimini sağlamalıyız ve yerleşik kelimeleri tasfiye etmekten kaçınmalıyız…
Sırf Türkçe kökenli olsun diye mevcut Türkçe kelimeleri kaldırıp, anlamsız kelimeler üretmenin kime ne faydası var?..
Bu tür yanlış dil çalışmaları, Gelecek nesli tarih ve kültür bağlantısını koparmaktan başka bir işe yaramamıştır…
Bir kelimenin yabancı kökenli olması, Türkçe olmasına mani bir hal değildir…
Toplum, kelimeleri kullanırken etimolojisini aramaz; zira köken bilimi, dil bilimiyle ilgilenen akademisyenlerin işidir.
Mesela “televizyon” kelimesini kullanırken toplumun yüzde 99’u bu kelimenin “tele”nin Yunancadan “vizyon”un Latinceden geldiğini bilmez…
İngilizler de Fransızlar da Türkler de hatta birçok başka ülke bu kelimeyi kullanılır… Kullanırlar, ama yerel toplumlar kelimenin kaynağını bilmez, yazarken ve de konuşurken ihtiyaç da duymazlar.
Yabancı kökenli kelimeler, yerel toplumlarda daha çok söyleniş tarzıyla kullanılır…
Mesela: Fransızca kaynaklı olan “radio” kelimesi, bizde “radyo” olarak söylenir… Kelimenin kökeninin nereden geldiğini ise kimse bilmez; zaten ihtiyaç da duymaz.
Bütün diller, temas ettiği toplumlardan etkilenerek gelişmişlerdir…
Sizlerin sanatkâr veya meşhur olmanız, iyi bir diksiyona ve konuşmaya sahip olmanız dil konusunu biliyorsunuz anlamına gelmez…
Bizdeki sıkıntı, fikir ve düşüncelerin doğruluğundan ziyade tribünlerde bekleyen vatandaşları tatmin etmek olduğundan, sözlerin tutarsızlığı ise pek de önem taşımaz!..
Atatürk, dil ile ilgili tehlikeleri görmüş ve 1935’de müdahale ederek, mümkün mertebe tasfiyeciliği önlemeye çalışmıştır…
Memleketimizde, dil bilimine aykırı ve tasfiyeciliği temel alan 1932 ve 1935 arasında başlatılan ve günümüze kadar devam etmekte olan dil çalışmaları, Türkçe lisanını da çıkmaza sokmuştur…
Atatürk’ü devre dışında tutmaya çalışanlar, 1938’den sonra devleti tamamen ele geçirip, daha önceki dildeki tasfiyecilik politikasını tekrar devreye sokmuşlardır.
Tasfiyecilik, ne yazık ki daha sonraki yıllarda da artarak günümüze kadar devam etmiştir…
Dil biliminin özelliklerinden bihaber olan bu aklı evvel zevat, sonunda tıkanma noktasına gelmiştir. Daha çok solcu aydınların zorlamasıyla gelişen çarpık dil reformu, öylesine aşırı bir noktaya gelmiştir ki kendileri bile işin içinden çıkamaz olmuşlardır…
Aynı zamanda solcu yazar ve akademisyen olan Prof. Murat Belge, kendine has “Türkçe Sorunu” başlıklı bir makalesinde bakın ne diyor :
“Yabancı kelimelere karşılık bulma gayreti 1935 yılı sonuna kadar devam eder. Fakat iş o hale gelmişti ki, herkes gelişi güzel bulduğu kelimelerle yazı yazıyor ve yazılar, sahibinden başkasının anlamasına imkân olmayan bir şekil alıyordu.
Daha tuhafı, Türkçe kelimelere bile karşılık arayıp bulanlar vardı. İş yolundan çıkmış, üzücü bir hal almıştı.
Gerçekten de o dönemde Türkçeyi özleştirmek için yapılanların hikâyeleri ünlüdür. Konuya bilimsel bir bakışla değil, devlet büyüklerinin hoşuna gitme isteğiyle yaklaşıldığı için, sonuçta Türkçenin başına ne geldiği o kadar önemli değildir.
Bu uğraşlar, Türkçeyi bir iletişim aracı olarak görme gereğini büsbütün ortadan kaldırıp (çünkü iletişimi fiilen önlemişti) birtakım toplumsal amaçlar için laboratuvarda kesilip biçilen bir nesne haline getirmiştir.”
Atatürk döneminde lisan üzerinde yapılan uygulamalar, menfi neticelere yol açınca Atatürk de endişelerini açıkça belirtmiştir…
ATATÜRK: “Konuşamıyoruz, dilsiz kaldık. Memleketimizin en büyük bilginlerini, yazarlarını bir komisyon halinde aylarca çalıştırdık. Elde edilen, şu bir küçük lügatten ibaret… Bu tarama dergileri ve cep kılavuzları ile bu dil işi yürümez, biz Osmanlıcadan ve Batı dillerinden istifadeye mecburuz…” demek zorunda kalmıştır.
Atatürk döneminde dili arileştirilmek için kurulan “Osmanlıcadan Türkçeye Kılavuz Komisyonu”nun ortaya çıkardığı 8 bin yabancı kökenli kelime karşılığı lügat (Cep kılavuzu) dilin ihtiyacını karşılayamayacak seviyededir... Atatürk, dildeki tasfiyecilik yanlışlığını görmüş ve düzeltmek zorunda olduklarını da en yakın çalışma arkadaşlarına anlatmıştır.
Atatürk, 1932 – 1935 yılları arasında çevresinin etkisinde kalarak tasfiyecilik ve uydurmacılığa dayanan dil anlayışını denemiş, zamanla bunun dili çıkmaza soktuğunu fark edince de “tabii yol” dediği yaşanan, tabiî Türkçeye dönerek bundan vazgeçmiştir…
İsmet İnönü zamanında Türk Dil Kurumu, hükümetten gördüğü yardım ve destekle çalışmalarına devam etmiş ve ikinci bir sadeleşme dalgası başlatmıştır… CHP’nin tek parti yönetiminde dil bilimine aykırı, ırkçı dil politikası olan özleştirme, devlet politikası olarak tekrar devreye girmiştir.
YABACI KÖKENLİ KELİMELER DİLİ BOZMAZ
“Bir dilin kuralları” demek, o dilin yapı ve işleyiş özellikleri demektir.
Dil kuralları, taşın yüksekten düşme özelliği gibi, kimse tarafından konulmaz… Çünkü insanlar taşın düşmesini ve yer çekimi kuvvetini bulsalar da bulmasalar da yer çekimi zaten var olacaktır… Çünkü bütün tabiat kanunları Allah tarafından bir ölçüyle yaratılmıştır… İnsanlar da aynı yaradılış kurallarına tabidir.
Lisanların ortaya çıkışı da Allah’ın insana verdiği konuşma melekesiyle doğal olarak ortaya çıkmıştır…
Konuşmanın nasıl başladığı ve geliştiğini tam olarak kimse bilmiyor…
Bu konuda sadece tahminler yürütülüyor… Tahminleri kesin bilgi olarak almak doğru değil…
Dil bilimi ve gramer dilin üretimini değil, var olan dilin durumunu, amacını, yöntemlerini tespit ederek, sosyoloji bilimine katkı sağlar…
Dilin bütün tarihi boyunca gösterdiği yapı ve işleyiş özellikleri dilciler tarafından tespit edilerek, ortaya çıkarılır.
Dilin yapı ve işleyiş özellikleri, dilin varlık sebepleridir.
Bunlar ortadan kalkınca veya değiştirilince dil de ortadan kalkar veya başka dil haline gelir yani yabancılaşır.
Dilin kendi içinde meydana gelen ses, şekil ve anlam değişme ve gelişmelerini de “değiştirme” ile karıştırmamak gerekir.
Dil, tabiî varlık gibi değişir, gelişir. Fakat dışarıdan bir müdahale ile değiştirilmez. Dışarıdan kendi yapısına uygun olmayan müdahale, dilin yapı ve işleyişini bozar. Buna dilin bozulması, yozlaşması diyoruz. (günümüzdeki gibi)
Dil alış verişinde bir dilden diğerine, en çok kelimeler geçer… Dil alış verişi, tabiî olarak devam ettiği müddetçe bir dilden diğerine geçen kelimeler, dili bozmaz. Çünkü dil, bir kelimeler listesi olarak tanımlanamaz…
Bir dilin yabancı kökenli kelimeleri alması, dil bilimine uygun ve dilin gelişimi için elzemdir…
Kelimeler, karşılıkları oldukları varlık veya kavramların tarifi değil, işaretleridir… Aynı zamanda kelimeler, hafızamızda oluşan hayali varlığın kendisi değil, gösterge veya simgeleridir. Dilin işleyiş sistemine uydukları sürece geldikleri dile zarar vermezler!..
Dilde koruma çalışmaları kelimelerle değil, sentaksla (söz, sıralama, ekler, satır, cümle yapısı) söz konusu olabilir.
Kelimeleri kaldırmak ve değiştirmek ise dildeki tabiî gelişimi önlemektedir…
Kelimeleri “Türkçedir ya da değildir” diye ayırıp, yabancı kökenli olanları atmak, tasfiyeciliktir; dil ırkçılığıdır… Bu davranış, dil bilimine de aykırıdır.
Türkçede yer alarak, uzun bir zaman kullanılan ve yerleşmiş olan yabancı asıllı bir kelime zaten Türkçe kelimedir. Artık o kelime için Türkçedir veya Türkçe değildir tabirlerini kullanmak yanlıştır ve dil bilimine de aykırıdır… Kelimenin aslını (kökenini) araştırmak ise, toplumu değil, dil bilimcilerini ilgilendirir…
Toplumun kelimenin köken bilgisine (etimoloji) ihtiyacı yoktur…
Kelime nereden gelirse gelsin toplumu ilgilendirmez… Toplum için kelimenin rahatça ve tabiî olarak kullanılması önemlidir.
Bir insan “Türkçe kelime kullanalım!” diyerek, Türkçeleşmiş bir kelimeyi rafa kaldırmak istiyorsa, dil bilimine tezat bir iş yapmış olur…
“Türkçe kelimeler ve yabancı kökenli kelimeler” farklı kavramların karşılıklarını ifade etmektedir…
Zaten kullanılmakta olan Türkçe bir kelimeye “yabancı kelime” demek, o kelimenin Türkçe olmadığını iddia etmek olur!.. Oysa Türk toplumunun bütün fertleri tarafından konuşulan kelimelerin hepsi zaten Türkçedir…
İngilizler, her yabancı kökenli kelimeyi alarak dillerini zenginleştirdiler. İngilizcenin yüzde yetmiş beşi yabancı kökenli kelimelerden oluşmaktadır…
Onlar kelime almaya çalışarak, dillerini zenginleştirirken bizler kelime atarak, dilimizi fakirleştirmeyi bir marifet sanıyoruz!..
Bir İngiliz aydını ve aynı zamanda mütercim olan James Redhouse’un, 1890’da (Osmanlı devrinde) yazdığı Türkçe - İngilizce sözlükte, sonradan (1968’de) Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin bir kısmının çıkarılmasına rağmen, şu anda 160.000 söz varlığının bulunduğunu görüyoruz…
TDK’nin en son güncel sözlüğü olan 11. baskısında ise: 122 bin 423 söz varlığı olduğu belirtiliyor…
Madde başı ve madde içi toplam 92 bin 292 söz…
Madde başı olarak da 77 bin 005 kelime…
77 bin kelimelik bir dille bilim, felsefe, sanat, edebiyat yapılması ne derece mümkün olabilir?..
Oysa İngilizce, günümüzde sözlük olarak 650 bin kelimeye dayanmıştır.
Türk Dil Kurumunun teşvik ve baskısı sonucunda, kullanılmakta olan mevcut kadim kelimelerimiz (tasfiye yoluyla) atılmış ve de unutturulmuştur. TDK tarafından “Öz Türkçecilik” adına “Tasfiyeci uydurmacılık” yapılarak, dilimiz kısırlaştırılmış ve de kabile dili seviyesine düşürülmüştür.
Haddizâtında bu uygulama, aynı zamanda dilimizi değiştirme projesidir…
Günümüzde insanlar kendilerini kelimelerle ifade edemeyecek seviyelere düşmüştür…
Eskiden günlük konuşma dilimiz 3-4 bin kelimeye ulaşırken günümüzde 300 kelimenin altına kadar düşmüştür…
Yazı ve konuşma dilimizden yaklaşık 60 bin kelimemiz tasfiye edilerek çöpe atılmıştır…
TDK, dil biliminin temel felsefesine ve Türkçe gramerine zarar vermektedir…
Türk cumhuriyetleri, İslam devletleri ve de dünya devletleri ile olan ortak yanlarımızı ve entegrasyonumuzu bozan TDK politikası, milletimizin fertleri arasında da olumsuz sonuçlara yol açmaktadır…
Kişiler arasında saygısızlıkların ve şiddetin artışının sebeplerinden biri de bozulan dilimizdeki iletişim ve anlatım eksikleridir!..
Kelime sayısı arttıkça, düşünce sisteminin de kapasitesi artmaktadır…
Günümüzde duygu ve düşüncelerimizi ifade etmekten aciz kalıyoruz…
Daraltılmış kelimelerle felsefe, bilim, sanat ve edebiyatımızda zorluklar yaşadığımız gibi eğitimde TDK’nin uygulamalarının olumsuzluklarını yaşıyoruz…
İnsanlar, kelimelerle düşünür; kelimelerle duygu ve düşüncelerini ifade ederler.
Kelime sayısı arttıkça, düşünce sisteminin de kapasitesi artmaktadır…
Beynimiz öğrendiğimiz her yeni kelimeyle çok daha fazla bilgi ilişkilendirmemize izin vermektedir…
Kısacası öğrendiğimiz her kelime, beynimizin nöral ağını etkilemektedir…
Beyin ne kadar çok yeni bilgi alır, zihinsel olarak zorlanırsa bağlantıları da o kadar güçlenir ve de nöronlar arası yeni bağlantıların oluşması yoğunlaşıyor.
Hafızamızda kayıtlı kelime sayısı ne kadar fazla olursa beyin kapasitemiz de o oranda daha fazla olacaktır.
Bilim açısından bakıldığında Namık Kemal’in ortaya koymuş olduğu iddiaya şapka çıkarmak lazım…
Namık Kemal diyor ki: “Bir insanın zekâsı, bildiği kelime sayısıyla orantılıdır. Bir insan ne kadar çok kelime bilirse zekâsını o nispette iyi kullanır. Söylenenleri anlamakta, meramını ifade etmekte zorluk çekmez.
Bir insanın kelime hazinesi zayıfsa, önüne konulan bir kitabı kavrayamaz. İlmi araştırmalarda bulunamaz. Ortaya ilmi ve edebi eserler koyamaz.”
ESKİ MÜNEVVERLER GERÇEKTEN KALİTEYDİLER
Şahsen eski şair ve roman yazarlarının hemen hemen bütün eserlerini okudum… Gördüğüm şu: Bu münevver insanların hiç biri ideolojisi veya başka bir saikle meşhur olmamış… Hepsi de kaleminin hakkını vermiş ve de hepsi kaliteli yazılar ve eserlere imza atmış…
Günümüzde bu kalitede bir yazı ve eseri görememek çok üzücü…
Zira ülkemizde okumaya istek duyan gençlerinin okuyabileceği kaliteli kitap sayısı oldukça az…
Dil ise içinden çıkılmaz bir hale sokulmuş!..