?>

Cumhuriyet’in 100 yılını değerlendirmek

Suat Gün

1 yıl önce

CUMHURİYET’İN 100 YILINI DEĞERLENDİRMEK 

Bizim Osmanlı Devleti adını verdiğimiz, üstünkörü geçiştirdiğimiz devletimizin adı; Devlet Âliye, yüce devlet, ulu devlet, âli cenap devlet, insaniyetli devlet, ahlaklı devlet, yüksek kimlikli devlet manalarına geliyordu. Ancak devletimize, batılı devletler Türk devleti adını veriyorlardı.
Osmanlı coğrafyası, Türk dilinin, Türk medeniyetinin, Türk kültürünün, İslam ahlakının yayıldığı yüksek bir coğrafyaydı, huzurlu bir coğrafyaydı. Hilafet; bütün Türkleri, bütün Müslümanları temsil eden en yüksek makamdı.
Osmanlı ruhu; hakkaniyetin, kudretin, yiğitliğin sembolü idi, Osmanlı tokadı; Osmanlı adaleti, güç ve kudret simgesi olarak bütün dünya tarafından biliniyordu.
Batılılar ve Rusya bütün gücüyle yüklenmesine rağmen 3 asır boyunca Osmanlı’yı ancak Tuna Nehri’ne kadar itebilmişlerdi.
19. yüzyıla gelindiğinde Londra’daki Yahudi bankerlerin zoru ile bölgede bir Yahudi Devleti'nin kurulması kararlaştırıldı.
Esasen 1. Dünya Savaşı’nı perde arkasından Yahudiler çıkartmıştı.
Yahudiler, Filistin'de bir vatan kurmak için Sultan Abdülhamit’e müracaat etmişler, Abdülhamit ancak Musul Vilayetinde bir yer tahsis edeceğini söyledi. Yahudiler, bu teklifi beğenmedi.
Yahudiler ecdatlarının daha önceden yaşadığı tarihi topraklara dönmek istiyorlardı. Baktılar ki Padişah, taleplerini yerine getirmeyecek, bunun üzerine Osmanlı Devleti'nin yıkılması üzerine plan yaptılar.
1. Dünya Savaşı’nı çıkarttılar.
Bu savaştan önce Abdülhamit’e muhalif ne kadar adam varsa topladılar, Jön Türker’in de içinde olduğu İttihat Terakki Partisini, Selanik’te kurdular. Selanik’in seçilmesinin temel sebebi büyük ölçüde Yahudi ve Yahudi dönmesi (Sabetaist zümre) yaşıyordu. Bu partinin amacı Abdülhamit’i tahttan indirmekti.
Abdülhamit’i taviz vermeye zorlamak için, Enver, Resneli Niyazi, Eyüp Sabri gibi zatlar, Padişaha meydan okudu ve dağa çıktılar.
Bugün bunları okuyoruz yapılan işlerin bu partiye katılan Türklerin ne kadar yanlış yolda olduğun görüyoruz. O günkü şartlarda İttihatçılık “vatanseverlik”le eş tutuluyordu.
Tarihin bir özelliği de geri çevrilemez olmasıdır.
Abdülhamit, batıda oynanan oyunları bildiği ve siyasi davrandığı için birçok proje tersine tepiyordu.
İttihat ve Terakki ismi son derece çekiciydi hem birleşme hem de yükselme partisiydi, Hıristiyanları, Müslümanları, dinli olanı, dinsiz olanı birleştireceklerdi. Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet, Adalet sloganlarıyla yola çıktılar. Bütün Osmanlı vatandaşları kardeşçe bir arada yaşayacaktı!
Selanik’te, Yahudilerin de tesiri ile bu sloganlar tuttu.
Özellikle Balkanlardaki 3. Orduda subaylar arasında ittihatçılık yaygın hale geldi.
Devlete sadakat gösterenlere karşı terör eylemlerini ve suikast politikasını başlattılar.
Devlete başkaldıran subayların üstüne Abdülhamit, birkaç kere Ordu ve asker gönderdiyse de başarılı olamadı.
Manastır’da Kazım Karabekir’in emir verdiği teğmen Atıf, Şemsi Paşa'yı vurdu.
Enver Paşa,Padişah taraftarı” diye Selanik emniyet müdürü olan eniştesini bizzat kendi vurdurdu.
İttihatçı terör, öyle bir hal aldı ki, İstanbul'da Serbesti Gazetesinin sahibi Galata Köprüsü’nde vuruldu.
Abdülhamit'e karşı Yunan ve Bulgar çeteleri ile işbirliği yaptılar.
İrtica ile mücadele” kapsamında İstanbul’u bastılar Padişah’ı tahttan indirdiler.
Padişah’ın Taşkışla’daki özel muhafız birliklerini Rum ve Bulgar çetelerine, özellikle meşhur Bulgar çetesi Sanderaski’ye katlettirdiler.
1908 darbesinden sonra devlet, dikiş tutmaz şekilde yara aldı.
Yıldırma ve katliam politikasıyla kendilerine engel olacak Nazım Paşa’yı, sonra Mahmut Şevket Paşa’yı bertaraf ettiler.
Devleti ele geçirdiler, Devletin adı Enverland oldu.
Bu ara 1914’e kadar Bosna-Hersek’i, Trablus Vilayetimizi ve 500 yıllık Türk vatanı olan Balkanları kaybettik, devleti iyice güçten düşürdüler.
Devleti, 1. Dünya Savaşı’na soktular, Filistin’deki muharebeyi 7. Ordunun savaşmayıp çekilmesi yüzünden kaybettik.
Tarih, hakkaniyetle anlatılmadığı için nesiller boyu şaşkınlık devam etmektedir.
Aynı şekilde Ali Fuat Cebesoy’un, Fevzi Çakmak’ın Kudüs’ü savunmadan çekilmeleri üzerinde durulmamıştır.
Süleyman Askeri’nin Yahudi işbirlikçisi İttihatçılar tarafından öldürülmesi anlatılmamıştır.
Bugüne kadar o dönem dönen dolapların, anlatıldığı objektif ders çıkartılacak bir tarih yazılmamıştır.
Mondros mütarekesi ile vatan topraklarımız işgale başladıktan sonra her yerde direniş hareketi başladı.
İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar onlar da savaştan yorgun çıkmıştı.
Onların da savaşacak kabiliyeti kalmamıştı.
Hatta General Edmund Allenby, Filistin’e atanmadan önce İngiliz halkı, savaştan çekilmek istiyordu.
Mütareke istemeleri an meselesiydi; 7. Ordu çekilince savaş, bir ay daha uzadı.
Filistin savaşında İngiliz ordusunda çıkan İspanyol gribi, İngiliz ordusunu tamamen eritmişti, buna rağmen işbirlikçi İttihatçı subaylar, ufuksuzca barış istediler, Osmanlı Devleti’ni teslime zorladılar.
Millet, 10 yıl süren savaşlardan yorgun ve bitkin çıkmıştı.
Daha 10 yıl önce 1897'de Yunan ordusunu yenen Osmanlı kuvvetleri, 10 yıl sonra perişan hale gelmişti…
Bu ara Sultan Reşat öldü, tahta Vahdettin geçti, Murat Bardakçı’nın arşiv belgelerinden çıkarttığı üzere Mustafa Kemal'i, İngiliz işgal kuvvetlerinin vizesiyle Anadolu’da asayişi sağlamak üzere Samsun’a gönderdi.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri, örgütlenip direnişe başlamıştı.
Bu örgütlerin başına geçmek istemesi nedeniyle Padişah, M. Kemal’i görevden aldı.
Kazım Karabekir, Erzurum’daemrinizdeyim paşam” deyince işin rengi değişti.
Kafkas Kolordusu ve Filistin’den Konya ve Sivas'a getirip yerleştirilmiş birlikler, Mustafa Kemal'in emrine girdi.
Bundan sonra Padişah otoritesini kabul ettirecek herhangi bir kuvvete haiz bulunmuyordu.
Bu tarihten sonra devlete ve padişaha itaat eden halk ayaklandıysa da neticesi çok kötü oldu, binlerce on binlerce insan idam edildi.
Mustafa Kemal, otoriteyi elinde topladıktan sonra ve Doğu ve Güney vilayetleri güvenceye alındığından yani oralar kendi milli mücadelelerini yaparak Maraş, Antep ve Urfa işgalden kurtuldu.
Bütün gücü Batı Cephesi’nde topladı; Osmanlı'nın bu zayıf zamanında Yunan Komutanı Hacı Enesti, İngilizleri tehdit etti, İstanbul'u Yunanlılara bırakmalarını istedi.
“İstanbul, ezelden beri Rumların başkentidir” dedi; Batı Cephesindeki 50.000 askeri Trakya’ya kaydırdı, Türk zaferini kolaylaştırdı.
Neticede savaşı, Türk ordusu kazandı.
Sıra barış antlaşmasına geldi.
Lozan Barış Antlaşması imzalandı.
Lozan’da Batı Trakya, Ege Adaları, Musul, Kerkük ve Halep vilayetimiz sınırlarımız dışında kaldı, niçin bunlar istenmemiştir, niçin direnilmemiştir, bu sorular halen tarihin bir muamması olarak bugüne gelmiştir.
Hâlbuki Misakı Millî’ye göre bu toprakların, Türkler tarafından meskûn olmasından hareketle Türkiye'ye bırakılması gerektiği söylenmişti.
Musul vilayetini 700 bin sterline (bir porşe fiyatına) İngilizlere sattık.
Mustafa Kemal'in devleti ele geçirdiği 1920’den 1938'e kadar yaptığı iş, Osmanlı Devleti'nin gerilemesinde rol olduğunu sandığı, gelenek, örf adet, hukuk, ahlak ve siyasi yapıyı değiştirmek oldu.
İnkılap adı verilen bu uygulamalar, bugün dahi tartışılmamıştır, yerindeliği sorgulanamamıştır.
Anayasa’nın 174. MaddesineDevrim Kanunlarının anayasaya aykırılığı ileri sürülemez” denerek, anayasa, anayasaya aykırı hale getirilmiştir.
Okunması kolay yeni bir alfabe, yeni bir yazı tespit etmek iyi olmakla birlikte, eski yazının, kökten kaldırılması yanlış olmuştur.
Modernleşme adına batıdan alınan kanunlar yanlış olmuştur.
Şapka için binlerce insanın asılması yanlış olmuştur.
Milli dilde ibadet zorlaması, ezanın Türkçe okunması yanlış olmuştur.
Camilerin, ibadethanelerin satılması, vakıf mallarının tarumar edilmesi yanlış olmuştur.
Ancak bütün bu yanlışlara rağmen Mustafa Kemal liberal, İsmet İnönü devletçi zihniyete sahiptir, çok partili siyasi düzene geçilmesini savunmaktadır. İttihat Terakki’den tevarüs eden “4 ilke”, 6'ya çıkartılmış, devletçilik, milliyetçilik, halkçılık, cumhuriyetçilik, inkılapçılık, laiklik getirilmiştir.
Atatürk dönemi, iktisadi olarak ele alındığında 1929 ekonomik buhranına karşı çaresiz kalmışlar mecburen devletçi bir iktisadi kalkınma modeli benimsemişlerdir.
1930’dan sonra Türkiye, kendi kendine yeterli ekonomi ve tam bağımsızlık yolunda önemli adımlar atmıştır.
Atatürk, 1938'de öldükten sonra İkinci Dünya Savaşı başlamış, Türkiye bu savaş sırasında ekonomik olarak 10 yıl yerinde saymıştır.
Çıkan fırsatlar değerlendirilememiş, Ege Adaları, Türkiye'ye teklif edildiği halde alınmamış, Alman Savaşında Türkiye'ye sığınmış olan Azeri kardeşlerimiz Boraltan Köprüsü’nden Ruslara teslim edilmiş, bunlar hemen köprünün öbür başında kurşuna dizilmiş Türkçülük ve milliyetçilik bakımından yüz kızartıcı bir hal alınmıştır.
Eğitim, Fulbright Antlaşması ile Amerika’ya teslim edilmiş, Halk, aç, perişan, ekmek karneye bağlanmışken, Türkiye'nin her tarafı bol bol heykellerle donatılmıştır.
Bugün de bu çarpıklık halen devam etmektedir.
Benim çocukluğumda Malatya'da parkın olduğu yerde bir heykel vardı, bu heykelin cinsel organları apaçık sarkıyordu, bunun ne manaya geldiğini çocuk aklımla anlamazdım, halen de anlamış değilim, bu nasıl sanattır?
Türkiye nasıl modernleşmeydi, bunun arayışı içinde milli bayramlarda kızları mini etek ve şortla törenlere çıkartmak herhalde bir ilerleme belirtisi değildi.
Bugün de 6284 ile cinsiyetsiz toplum kurmakla aynı hatalar devam etmektedir.
Benim en çok üzerinde durduğum ve sevdiğim Atatürk'ün Onuncu Yıl Nutku olmuştur. Bu nutuktaki hedefler, takdire şayan cümlelerdir.

Türklüğün unutulmuş üstün medeni vasfı, üstün medeni kabiliyeti bundan sonraki inkişafıyla atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş doğacaktır.

Yurdumuzu muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkartacağız, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre olacaktır.
Terakki ve medeniyet yolunda ilerleme, milli kültürü geliştirme, bütün beşeriyette hakiki huzuru temin etmek, Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni âlem az zamanda öğrenecektir.

Bunların hepsi büyük hedeflerdir.

Ebediyeti akan her 10 senede bu millet bayramını, şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim…
Hakikaten Onuncu Yıl Nutku, edebiyat açısından eşsiz bir metindir, ancak bu metin, uygulamada hatalarla doludur. Tuhaf bir milliyetçilik anlayışı ile milletimizin değerleri altüst edilmiştir. 1944’de milliyetçilik de suç sayılmış bütün Turancılar tutuklanmıştır.
Prof. Şerif Mardin sosyoloji âlimi olarak yaptığı bir değerlendirmede şunu söylüyor: 22 Ekim saat 11.59 ile 23 Ekim arasında ne gibi değişiklik olmuştur, topyekûn millet, bir muhtevadan öteki muhtevaya bir gecede nasıl geçmiştir? Sosyolojik olarak bu mümkün değildir.
Gerçekten de Hazreti Peygamberden bu tarafa 1400 sene geçmiştir, milletimiz Urumçi’den Casablanca’ya kadar yayılmış, dünyanın dört bir yanına dağılmış aynı ruhu muhafaza etmiştir.
Milletimiz tarihi devamlılığı haizdi, Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti olarak elden ele gelmektedir.
Tarihi devamlılığı ret etmek, tarihi devamlılığın çizgisinden çıkmaya teşebbüs ederseniz bu tutmaz, tarih bir akarsu yatağı gibidir, sel gelir sizi akarsu yatağına geri dönmeye zorlar.
Tarihin belirleyici çizgisinden çıkamazsınız, dolayısıyla Atatürk'ün, Onuncu Yıl Nutku’nda belirttiği hedefler, izlenirken milli İslami kimlik dikkate alınmış mıdır?
1980 darbesini yapan Kenan Evren ve arkadaşları, her ne kadar daha sonra yargılanmışsa da din eğitimi mecburiyetini getirerek, siyasi krize mani olan bir anayasa hazırlayarak, devlet otoritesini kurmuş, memlekete büyük hizmet yapmıştır.
Daha sonra iktidara gelen Turgut Özal ve Süleyman Demirel, özelleştirme kavramını o derece ileri götürmüşlerdir ki; devletin ne olduğu fikri fululaşmıştır.
Ondan sonra iktidara gelen unsurlar, devletin 80 yılda oluşturduğu sanayi tesisleri bir bir özelleştirmiş babalar gibi satmıştır.
SEKA, Sümerbank, TÜPRAŞ, Türk Telekom, Eti Holding, bankalar, demir çelik sanayi, cam sanayi, elektrik dağıtım şirketleri, Merinos, Tekel, Çimento fabrikaları, Oyak Bank, limanlar, askeri fabrikaların hisse senetleri satılmıştır.
Bunların hepsi yanlıştır, tarih bu yanlışları sorgulayacaktır.
Atatürk'ün zamanından beri gelen bu tesislerin, yağma ettirilmesi, devleti krizlere karşı daha zayıf duruma getirmiş, kendi kendine yeterli devletten dışarıya bağımlı devlete geçiş yapılmıştır.
Aslında Kemalizm, devlet kurucu iktidar değil, rejim değiştiren iktidardır.
Osmanlı, Anadolu Selçuklu’nun devamıdır, Anadolu Selçuklu, Büyük Selçuklu’nun devamıdır ve Orta Asya Türk devletlerinin uzantısıdır ancak Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı'nın devamı olmayı sürekli ret etmektedir. Uzaydan yepyeni bir devlet geldiğini iddia etmektedir. Evet devlet aynı devlet olmakla birlikte rejim aynı rejim değildir
Kültür politikasında Mustafa Kemal'in söyledikleri tamamen doğru olmasına rağmen uygulamaları tamamen yanlış olmuş ve yapılanlar milli kültürü hırpalama istikametinde sonuçlar vermiştir.
Mustafa Kemal'in iktisat politikası özellikle 1930'dan sonra 1929 iktisadi bunalımından tecrübe edilerek alınan tedbirler ve 1938'e kadar süren uygulamalar neticesine Türk ekonomisi ciddi şekilde büyümüştür. Bu yöndeki çalışmalar başarılıdır, günümüzde iktisat politikası uygulamaları; Atatürk'ün uygulamalarının tam zıttı istikametli olmuş, ekonomiyi girdiği girdaptan kurtaramamıştır.
Bu konuda milli bir iktisat politikası nasıl tayin edilir halen öğrenilememiştir, özelleştirme ile ekonominin dışa açık ekonomiye geçişi, borsa kurulması, (döviz-faiz-borsa sarmalı) konvertibilite geçiş ile ekonomik dengenin kendiliğinden otomatikman düzeleceği faraziyesinin tamamen batının uydurması saçma bir şey olduğu, kendilerine bağımlı ekonomi yaratılması amaçlandığı ortaya çıkmıştır.
Bugün basit bir kola bile Türk firmalarınca üretilmemektedir. Benim çocukluğumda Malatya’nın 3 kola ve gazoz fabrikası vardı. (Demir, Şifa, Mişmiş Kola) 60 seneden beri isimlerini bile unutmuyorum.
Günümüzde yaşanan Gazze savaşında halkımız, Yahudi mallarını boykot edince fiyatları 3 misli aşağı çektiler, demek ki fahiş para kazanıyorlarmış, bu paralar İsrail’e, Filistin’i bombalamak için gidiyormuş!
Sonuç olarak şunu söylüyorum: 1923'ten sonra yapılanlar rejim ve ideoloji değişikliğidir, rejim değişikliğine evet ama ideoloji değişikliğine hayır demek gerekiyor.
Çünkü Osmanlı, adaletin, cesaretin, kudretin, hakkaniyetin timsali bir devletti, Devlet-i Âli'ye idi; bugün hasımlarımızla bazen karşı karşıya geldiğimizde hatta geçenlerde Netanyahu, Tayyip Erdoğan’ın Filistin meselesinde kafa tutmasına dedi ki; “Osmanlı devirleri geçti. Sen kendini padişah sanma!”
Demek ki Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’yı aratacak bir kudreti temsil etmiyor. Dolayısıyla; 100 yıllık tecrübeden sonra devlet kudreti nasıl oluşturulur, milli kültür nasıl geliştirilir, tarihi devamlılık nasıl sağlanır, milli İslami kimlik nasıl kazanılır, bu noktalara odaklanmak gerektiğini değerlendiriyorum.

.

Suat Gün, dikGAZETE.com

.

YAZARIN DİĞER YAZILARI