EGOZAN
Belki günün birinde hayatın yükü, omuzlarına ağır gelmişti.
Şu koskoca dünyada kendini yapayalnız hissetmişti.
Ailesine yetemeyecek, çocuklarına hayal ettiği geleceği sunamayacaktı.
Etraf her geçen gün kötüye gidiyordu.
Koca bir ailenin güvendiği baba, neye kime güvensin?
Belki de içinde kayıtsız kalamayacağı bir çağrı vardı;
“Bu değil.”
Günün birinde, içindeki hissiyatı ortaya çıkaran bir vaizle karşılaşır.
İllüzyondan o kadar göz boyanmıştır ki;
“Bu hiç değil!” diyen sakin iç sesi baskılayan egozanlar, ilaç gibi gelmiştir.
Bilinmez.
Deneyimlerimiz hep; “İşte bu!” dediklerimizle.
Aldatanlar hiçbir zaman öcü kılığında gelmeyecek.
En ışıltılı, pırıltılı halin gibi, 'senden gibi' gelecek.
**
Bir 'üstad' seminerde anlatıyor:
- Bir işaret bekliyordum. Hop! Bahçeye yol soran biri girdi. Aaa doğum günümüz aynıymış. -İşte işaret hesabı :) - Yardıma ihtiyacı varmış.. -Sana ne! değil mi? - Yok benim çıkar da şu; Seyahat esnasında ev boş kalacaktı, giderleri karşılayacak biri işte dedim...
Seyahat dönüşü bir bakıyor ki basbaya dolandırılmış. Banka hesapları bloke. 'Kiracı', evdeki tüm evrakları araştırmış bulmuş, uzaktan neler yapmış.
Doğum tarihi de kurgu tabii.
Birkaç seminerini dinlemişler ve kurguyu tam olarak ona göre yapmışlar.
İçindeki ses, o sırada alarm veriyormuş halbuki. “Manipüle ediliyorsun!”
Sonradan itiraf ediyor:
- Aslında bunu da duymuştum. Fakat zanlarım çok bağırıyor baskılıyordu. Ve bir 'işaret' bekliyordum ya! :)
Otomatiğe basılmış ise ne olduğu önemli değil. Bilinç, otomatiğe dair uyarır sanki:
“Bak bu bilinçdışı bir programa dönüşüyor. Emin misin?”
'Teslimiyet' yanlış anlaşılmış bir kavram.
Cüzi iradenin kabulüne itimat, büyük sorumluluk demektir zira.
Kolayı 'teslimiyet.'
**
Yetmişli yıllar, ABD... Bir aile babası, liderinden çok etkilenmiş ve ailesini toplayıp, izole komün yaşayan tarikata katılmış.
Birkaç ay geçmeden pişman olmuş fakat çıkış yok!..
Erken saatlerden geç saatlere kadar köle gibi çalışma.
Çocuklar dahil.
Anne-babalar ayrı, çocukları ayrı ünitelerde ayrı kalıyorlarmış.
İtaatsizliklere inanılmaz cezalar...
Lider, konuşmalarında yaşamanın 'manasızlığı' üzerine sürekli müridlere ayar vermekte. Kayıtlarında söyledikleri inanılmaz.
Tarikatın tecrit yöntemi, basında dikkat çekmiş. Bir senatör, CNN muhabirini de almış 'baskın’a gitmiş.
İnsanların neşe içinde yiyip-içip eğlendiğini, dans ettiğini görmüşler.
Neredeyse inanacaklarmış.
Çocukların gözlerine bakmak yeterliymiş aslında. Görüntülerde derin kayıtsızlık, ümitsizlik, korku var çocukların gözlerinde.
Bu baba, cesaretini toplayıp senatöre gitmiş.
Ondan cesaret alan başkaları da eklenmiş.
Tarikat liderinin 'ölümüne bağlılık' konularındaki akıllara zarar konuşmalarından uyanmaya başlamışlar zaten. Bütün gün köle gibi çalışıp, pilavla beslenip, akşam da oturup kuzu kuzu bunları dinliyorlarmış.
“Ölüme ne kadar kayıtsızsınız bakiim.” diye içecek sunuyormuş.
Siyanürlü Rus ruleti.
Zehir kime denk gelirse artık...
Yaklaşık 15 kişilik şikayetçi grup, ve çocukları için kamyonlar beklenmiş. Muhabir ve senatörle, küçük uçakların inebileceği bölgeye taşınmışlar.
Lider, kaçışları önlemek için, doğru düzgün yolu bir bulunmayan, ormanın ortasında acayip bir yere kurmuş köyü.
Cennet vaad ederek götürmüş hepsini.
Konuşmalarda da söylüyor;
- Kaçacağınız tek yer, sizi yutacak şu orman!...
Tam uçaklara ulaşıldığında, bir kamyon dolusu silahlı it, herkesi kurşuna dizmiş.
Bundan hemen önce uçağa bindirilen çocuklar kurtulmuş.
Senatör, muhabir, bizim ailenin annesi ve başka müridler oracıkta can vermiş.
Baba hayatta...
Tekrar dönmeleri ihtimaline karşı çocukları ormana salmış ve var güçleriyle kaçmalarını söylemiş.
Biri nispeten büyük abla, üç kardeş ve birkaç başka çocuk, ormanda her ışıktan, sesten saklanınca uzun süre bulunamamışlar.
Hepsi hastalanmış:
On iki yaşındaki kızı:
- Uzaktaki insanları gördüğümüzde, o kadar ateşimiz vardı ki, kurtaracaklar mı öldürecekler mi umurumuzda değildi artık.
Baba, sevgili eşinin şokunu atlatamamışken, üç çocuğunun haberini beklemiş.
Sonunda kurtulmuşlar.
Bu olayın ertesi günü;
18.11.1978'de; Tarikatın tecrit köyünde yaşayan 900'den fazla mürid, topluca zehir içmeye zorlanmış, içmeyenler silahlarla taranmış.
1+8 = 9 /11.
Çocuk yetişkin demeden, 900 küsür cana kıymış ve güya kendi kafasına da sıkmış.
Benzer hareketlerin, bu 'uyanmış' liderlerin münferit becerileri olduğunu hiç sanmıyorum artık.
Bir de 'kanallıklar' türemiş.
Herkes kendi seviyesinde 'kanallık' alır. Çoğu kişi aklına gelenleri -kayıtları- da kendi düşüncesi gibi algılar.
Ve hep 'yükselmiş üstatlar’dan da gelmez bu kanallıklar.
Ne hikayeler!
Konuya azıcık 'uyanmış' olan, “Kurtarıcıyım, peşime takılın!” diyemez, diyene de şüpheyle bakar.
Kendi yolunu nasıl 'aydınlattığını' anlatabilir, “Karşılıklı kulluğumuzu ettik, haydi yolumuza” der geçer en fazla.
Anlık bunlar.
Ve O bilinçli-bilinçsiz 'dua’ya kulluğun gerçekte kimden geldiği hiç belli olmaz.
İtimat kime zaten?
'Aracı' koyan,
Aracının kim, ne olduğunu, neye hizmet ettiğini asla bilemez.
'Putları yıkmak' bu asıl.
Kolay olan taşları devirmek.