?>

Sürdürülebilir çılgınlık

Sümeyya Demirel

3 yıl önce

"Tüketici"ye yansıtılan hep 'doğaya katkı'.
Bunu her duyduğumda çığlık atasım gelir: "E gölge etme başka ihsan istemez."
Her karış toprağa göz dik, her su kaynağını aşır; Sonra da millete: "Hep senin yaptıkların ve yapmadıkların bak!"
Hayvan, çiçek, böcek de suçlu hatta artık. Hani edep sahi?
Muazzam tabiatımızı onca yıl tepe tepe tepeleyenlere çıt ses çıkarmayanlar da birden bire 'doğaya katkı' etiketleri okur hale gelmiş.
Burnunu dışarı dahi çıkarmadan, her bi şeyleri ekranlardan bilen nesil de...
Her nitelik için ek karton etiket takan markalar da, artan oranda geri dönüşümlü giysi üretimi arayışında. O kadar gereksiz kağıt kullanımı ile ürün 'recycled' neyse ki.
Bazıları kartonları da geri dönüşümlü ister. İyi de birkaç adet karton etiket ve gereksiz ambalaj da çoğunlukla hiç kullanılmadan yine anında çöpe gidiyor. 
Aslının, mümkünse hiç çöp üretmemek olması gerekmiyor muydu?
Bazen ihtiyaç olur, uygun ürün bulamadıysam kafayı çalıştırır icat çıkarırım. İhtiyaç ölçüsünde pufu dikişsiz yapışkansız anında yapıp hole koyduğumda yaptığıma inanmayanlar, yüz kilo deneyenler, sonunda kendilerine de isteyenler oldu. "Kendiniz yapın!" dedim:

Sert plastik büyük damacanayı kova gibi kes. Sürüsüne bereket kumaş örneklerini doldur ve en üste bir yastık. Dışına da ham keten eteği özenle dolayıp kuşağıyla bağla... Bu benim elimin altındaki atıl parçalardan, ihtiyaca uygun depolu yapılmıştı. Hiçbir parçayı gidip almadım, aramadım. Hepsi yerini kendiliğinden buldu sanki.
Geri dönüşüm, o vakit geri dönüşüm. 
Kişiye özel hediyeler yapmak da eğlencelidir. Ailenin beraber nitelikli vakit geçirmesi için de fırsat. Özel günlerde: "Ne olursa olsun ama sen yap!" diyenler olurdu artık.
Sırf eğlence için yapılsa da; Bunun için satın alma yapılacaksa, çözümcü bir üretim değilse, daha uygun ve sağlam hazırları da bulunabilir.. Bunlar da birileri almazsa atık neticede yani! :)
Asıl eğlence, elindeki malzemelerle en iyi yemeği yapmakta. 
Sevgili büyüğümüzün sesini duyar gibiyim:  "O kadar malzemeyi arayıp bulsam koysam pabucum da lezzetli olur. Marifet mi bu şimdi?
Tasarımların olayı da belki kimsenin görmediği ama neticede bir şekilde fark ettiği dokunuşlarda
Bazı geri dönüşümlere bakıyorsun; Olmasa da olur. 
Kullanılmayacak, kısa sürede atılacak, satılacak yer aranacak yeni bir ürüne emek vermenin bir alemi de yok sanki. Geri dönüşümse cidden işe yaramalı veya bir çözüm sunmalı. 
Keyif için yapılıyorsa da, sürekli çözüm düşünmek ve üretmek kafa açar haliyle. 
Çözüm odaklı düşünebilme özelliği her alanda çok önemli. Şikayete odaklı kafalar bazen burnunun dibindeki çözümü göremez.
Bazı kampanyalar, özenli propagandalar odakları çeldirince, ortada durup duranı düşünülemediği gibi de...
Misal, kuruş etmez petrol atığı naylon poşetler 25 Kuruş'a satılmaya başlandı. "Doğaya katkı için!.." masalına inananlara hayret ettim. Ne rant ama!
Madem böyle, bu doğaya zarar veren üretimleri kapat veya şart koş: Yalnızca doğada hızlı çözünen plastik kullansın. O da yok.
'Sağlam poşet' deyince, bu da ihtiyaçmış yerince. Bir kumaşı, yabancı mobilya zincirinin poşetiyle kaplayıp depoya kaldırınca anlamıştım. Çektiğimde poşet lime lime elimde kaldı.
"Mümkün demek ki!" demiştim. 
Ve hemen dağılmayanı da lazımmış. 
"Alışveriş poşeti almam" diyenler çöpü neyle atıyor acaba? Daha yüksek fiyatlara çöp poşeti de var, doğru.
Sanırsın ki, insanlar bu poşetleri kullanımda zaten dönüştürmüyordu.
Logoları çöpte görülmesin diye poşetleri delenler de vardı değil mi? Şimdi bu çöp için de kullanılamayan reklam ürünü poşetler için ederin çok üzerinde ücret de alıyor. Cidden iyiymiş...
Çoğu logolu promosyon. Taşımam için üzerine para vermesi lazım. Giyside de aynı sebeple logosuz tercih.
Sırf bu sebeple, poşete de dış çanta kullanabilirim. "Madem öyle, işte böyle" diye avunuyoruz, ne yapalım...
Pet şişeler de etrafa savrulurken. Bu da hijyen takıntısıyla başlamış sanki. Yolda sokakta çeşmeler de vardı eskiden. Avucunu koyar içerdi herkes. Güya tıbbı atık sayılması da gereken petrol atığı maskelerle yarışırlar herhalde artık.
80'ler sonu itibarıyla tekstil üretimi ve ihracatı alanındayım. Sürece bakınca; Sürdürülebilir mi? Geri mi? İlerimi mi? 
Veya nereye kadar böyle?
Bu hız bu ne hırs
O zaman da paralar kazanılıyordu. Alım gücüyle hatta çok fazlası.
Fax nasıl çalışıyor acaba!” diye kafa yorardık. İşe odaklı, tempolu fakat insani bir yoğunlukta çalışırdık. Günde bilmem kaç e-posta, üzerine de bilmem kaç W'up mesajı gelmezdi. 
Daktiloda, internet gibi odağı çeldirici derinlikler yoktu. Şu an 'vazgeçilmezim', marifetli 'excel'im de. 
Halen geliştirilmiş tüm yeni afili işletme programlarından daha pratik bulurum. Binlerce Dolarlık programlar. Her veriye tek tek sayfa açılıp veri yazdıranlardan. Her üründe kökten değişen, bol ayrıntılı işlerde sinir bozar anca. Veri girişi için ayrıca çalışan lazım.
Planlamayı yapan, artık bin adetlik düz siparişte hatalı ondalık girişi göremeyecek hale gelebilir. Sıradan bir ürünün hangi birim aralığından çıkabileceği gibi, önemli konuları ilk bakışta algılamaya, kafa yormaya hiç gerek duymaz artık. Yüz yerine bin kilo sipariş yazıp, suçu da programa atabilir hatta. :)
Hiç verimli bulmadım, uzun vadede verimli kullanıp katkı göreni de duymadım. Bunlardansa, eski elle yazdığımız 'çarşaf' panolar bile daha kolay. Çoğu hesabı kolayca kafadan yapar, çoğu nitelikleri program söylemeden de bilirdik. 
İlk cep telefonunu duyduğumuzda inanamamıştık. On yıl sonra hepimizde vardı. Her dakika ulaşılır olma 'zorunluluğu' ile tanıştık. Tatilde, akşamları, hafta sonu... 
Duvarlara dev çarşaf listeler asar, evrelerinde güncellerdik. Herkes gelip geçerken görürdü. Artık bilgisayarda kapalı kutu; Herkesin peşinden ayrı koş, her dakika bir soran... 
Adetler çok, modeller azdı. Modeller çoğaldı ve adetler düştü. Duvarlara zaten sığmaz artık. 
Yerli yabancı tüm telefon numaralarını, ürün numaralarını, fatura bedellerini ezberden bilirdim. Otomasyonla bu özellik zayıfladı.
Kotalı çalışılırdı. Kota peşinde koş bir de. Bazıları yetişemeyince Bulgaristan'da atölye açmıştı. Yarı mamül gönderip, onlar üzerinden ihracat yapıyorlardı. İhracatçı da onlar oldu kağıtta. Kota kalktığında müthiş hafiflemiştik.
Vergi iadesi fişleri bitince de. Emekçiyi sinsice aşağılamanın başka boyutuydu fikrindeyim. Başka bir çözüm bulunmamasını hiç anlamazdım...
Ne hayali ihracatçılar, kara para aklayıcılar gördük. Yeri geldi bize hava attılar bi de; "İş böyle yapılır, para şöyle kazanılır!.."
Artık mekana girdiğim an neresi , neresi 'miş' peşinde algılıyorum. Bakış açıları, davranışları, öncelikleri çok farklı. 
Bir ortamda, gazeteci arkadaşların ‘meslektaşım’ diye de tanıştırdığı züppe bir velet, anında artistlik yapmıştı. Ne ve nasıl yaptıklarını, sakince tek tek tersten sormaya başlayınca, cevaplarıyla sonunda kendini ele vermiş olduğunu anladığında buz kesildi alayı.
'Hayali ihracat', kolilere döküntü konularak yapılmıyor artık. Ve hepsi göreceli 'yasal' üstelik... Üstüne para da yıkar, 'misss'... 
Asıl mesele, bilgin - imkanın olduğu halde yapmamaktır veya yapmaktır hani.
Gazeteciler de göz göre göre nasıl yazsın, araştırsın zaten. Bunları yanlarına takıp lüks geziyorlar. Taze buldumcuk da gazetecilerin popüler çevrelerinin peşinde. Hep karşılıklı bu işler. Magazincilik çıktı, gazetecilik bitti. 
“Gazeteci” deyince anlaşılan, sahaya çıkan, araştıran, yorumsuz beyan veren olmalıydı. Yayımcı 'kaypak' da olsa zorlayan. Araştırmacı gazeteciler hepten tarihe karışmış gibi. 
Ekrana düşeni iletenler, dedikoducular gibi yalnızca yayımcı kaldılar. Kendilerini propaganda malzemesi, halkı da aptal yerine koydular. Görsel medya da hikaye anlatıcısı olmuş haliyle. Son yıllarda net gördük. 
Bunlardan haber değil kampanya sloganları dinleriz artık anca. Kimse kim, yok birbirlerinden farkları. Kontrollü karşıtlık kapışıp dururken dikkat çeldirsin, algı yönlendirsin maksat. 
İlk başlarda Avrupalı da özel nitelikli ürün, değişik standartlar sormazken; Kendi markaları özel boyar maddeler veya ürünler çıkardıkça, üreticiye de belirli standartlar dayatılmaya başlandı. 
Bir tek sonda kalite kontrol yapma alışkanlığından çıkarıp önlemci kalite güvence sistemlerini oturtmak açısından faydaları olsa da; 
Sertifikaların sonu da gelmedi. Ciddi maliyet ayrıca. Her yıl da yenilenir.
Gerçekte büyük oranı maliyet gideri olan, düzenli yüksek nakit akışları sebebiyle bankaların önce kandırıp sonra hırpaladığı koca bir nesil bilirim. 
On yılda bir uyduruk krizler filan. Hep de KOBİ'ler hedef bakarsan. 'Filler' battığında yasaları, şıp değiştirecek kadar korurlar, onu da gördük.
KOBİ'lerini koruyamayan, çoğaltamayan, sürdürülebilirliğini güvence altına alamayan ülkenin ekonomisi de çalkalanır. Halkın genel refahı da bununla çok ilgili üstelik.
Ama sistem ne yapmakta? Yandaş devleri şişir, halk da bunlara hizmet yani. 
Herkes bir işin ehli olup yaşam dinamiği içinde birbirine katkı olduğu insani sistem tarihe karıştırılmak isteniyor.
Bu badireleri atlatmışların çoğu, özel veya tüzel, kredi kartı veya kredi kullanmaz, borçsuz döner artık. Tanıdığım en sağlam şirketler ve en zengin kişiler bunlar işte artık. 
Bakarsan, bazıları ultra zengin güya ama servetini toplasan borcunu ödemez. Hep bir diken üstünde sırf düzeni ayakta tutmaya çalışarak yaşayanlar cidden zengin mi sayılıyor sahi?
"Bir batışın deneyimi çok değerlidir. Parayla satın alınamaz, öğretilemez ama er-geç paraya çevrilebilir. Bu deneyimle ne yapıldığı önemli..." derlerdi, anlamazdım bir zamanlar...
Pamuk fiyatları Dolar üzerinden yüzde yetmiş üzerinde artınca, fiyatlar da kıran kırana pazarlık artık. Döviz fiyatları üzerinden zam yapılmaya başlandı. Yatırımla mal bedeli gelişinde kur ne olur, bu da bilinmez.
Bir alıcıdan açıkça duyduğum ifade: "Eskiden başka bir ülkeye sorardık böyle durumlarda, artık her yer aynı!"
"Madem her yerde koşullar benzer, siz en iyisisiniz." dedi aslında. Yıllardır bu fikirdeyim. Türkiye'nin tekstil konusunda uçması lazımken fasoncu kalması çok tuhaf. Bazı ürün sınıflarında dünyanın en iyisiyiz hatta. Marka ülkeleri bile çoktan selektör yapıp solladık.
Yalnızca 'Türk havlusu' deyince ezelden dünya markasıyız misal. Hamam kültüründen de dolayı.
Alanımızda markalaşmayı, ülkeyi böyle markalaştıracak seviyeye getiremedik. Bizim farkı ancak satın almacılar, ürün müdürleri, tasarımcılar, aracılar bilir. Üreticilerin çoğu fason üretimle ihracat yapmayı ezberlemiş. Üzerine çok az yatırımla marka olacak halbuki. Her türlü “know-how” da mevcut ama bunu riskli bulurlar.
Fasonculukta anlaşmaların garantisi ve sürekliliği güven verir. Halbuki tekstil fasonculuğu hiç kolay değil ve asıl riskli iş bu.
Kafalar o gün bu gün pek değişmedi. Ezberden çıkmaya da gönül lazım önce.
Oysa ki; esas sürdürülebilir anlayışım;

- Pazar arama pazarın kendisi ol!..

Eskiden 'organik pamuk' deyince belirli bir renk gamı bilirdik. Doğal boya kilimlerde binbir çeşit renk gamı gördünüz mü hiç? Bu kadar renk nasıl 'organik' sıfatında yapılır biz de hayret ediyoruz ya, sertifika standardında verdi mi tamam artık. 
Üretim pamuktu hep. Pamuğun iplik ve kalite türleri konuşulurdu yalnızca. Polyester bilmezdik desem yeridir. Bu çok sonraları başladı.
Medya kitchleştikçe tercihler de kitchleşti sanki...
Asıl bunu geri dönüştürsek nasıl olurdu?
Kumaş çırpık fireleri dahil, hep geri dönüşüm için satılırdı.  
Pamuk ürünü de kimse çöpe atmazdı zaten. En fazla temizlik bezi yapılırdı. Bizden önceki neslin temizlik bezi alma alışkanlığı yoktu.
Eski giysiler atılmazdı. Küçülenler bir olana verilirdi.
Veya şeritler halinde yırtılıp, çok güzel dokumalar yapılırdı. Fazlalar toplanıp bunu yapanlara verilirdi. 
Bunlar hep bir değerdi. Kök boya işler de. 
Hepsi bitirildi. Tek elden çıkmış çakmalarına katma değer katıldı. Toplum, şuursuzca salt tüketime yönlendirildi. 
Anladığım; Tek sürdürülen, türlü çeşit kılıklarda halkın enerjisini sömürmek...
Polyester ürünler çıktı çıkalı aynı kanıdayım. Kuruş vermem. 
Özellikle sporcu giysileri komple 'tekno' sentetik artık neredeyse. Su geçirmiyormuş da, nefes alıyormuş da...
Kim ne derse desin ten yanılmaz.
Çoğu 'tekno' apre kaç yıkama garantiliymiş soran? Spor giysilerinin sık yıkanma oranına da bakılırsa. Bir süre sonra elinde kalan adi polyester bir paçavra. 
Sonra da neymiş: "Yer gök doğaya zararlı atık" dolmuşmuş. 
Doğaya bu kadar meraklıysan, hadi polyester üretimi durdur!
Ha! Pamuk ekecek yerimiz de kaldı mı sahi?

“SÜRDÜRÜLEBİLİR” dedikleri bu adi petrol ürünlerini yapan işletmelerin ve 'özel tescilli' markalarının sürdürülebilmesi sanki.

Döndürüp dolaştırıp ederinin 'bin' üzeri değer katıp tekrar satma peşinde gibi gibi...
Doğa diyorsan; Bu sentetik ürünleri doğrudan teninle temas ettirmezdin asıl.
Tabii ki; bu da bazı dış giysi ürünlerde ihtiyaç.
Bu polyester çılgınlığı niye fakat! Mağazalara bir giriyorum, elimi neye atsam pes.
Ve artık o kadar iyi pamuk ve viskon taklitleri yapıyorlar ki dokunarak anlaşılamayabilir. En iyisi etikete bakmalı. 
Emin olunmazsa küçük bir iplik ucu yakılınca anlaşılır. Doğal elyaflar uçuntu halinde yanar ve ipin ucunda iz kalmaz. İplik ucunda plastikimsi bir toplanmayla yandıysa sentetiktir.
Etrafımda ten temaslı polyester, polyamide (naylon) giyen tekstil üreticisi tanımam. O kadar acayip markalara ürün yaparlar, biri bile alıp giymez. Çalışanlar da sentetikleri söz birliği etmiş gibi istemez
Ne hayret ki; aynı kişiler, nefeslerine adi petrol atığı maskeler takıp gezebildiler... 
Hani paketlerinde 'Hiyjenik değil' yazan, "Korumaz" diyen, nerede nasıl yapıldığı belli olmayan maskelerin 'sürdürülebilir' propagandasını da fark ettik herhalde.

Ve hatırlayalım;

TALEP veya TALEPSİZLİK dayatılanı belirler.

.

Sümeyya Demirel, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI