"Fır-fır döne döne, yana yana, acıya, ışığa uçarlar..."
Edebiyatını yapmaya bayılırlar.
Aşkla raksa gönderme de yakışır.
AŞK kavramına sokuşturulan eşleştirmelerin cılkı çıktı artık.
Yahu sen gece karanlığına SUNİ IŞIKLARI çakmasan, neye uçuyor da yanıyormuş bu pervaneler?
Algıya bak;
"Huşu içinde aşkla raks ederken yanıyor. Bile bile. Ne yüce bir aşık!"
Canım pervanem, ay ışığında mutlu mesut pır neşe, yolunu bulacaktı ne güzel.
Hop!; Suni bir aydınlatmaya takılıp far görmüş tavşan gibi hipnoz!
Canı pahasına!
Bu da 'aşkmış'-mış!
'Acıya bağımlı', 'kurban rollerine hasta' bir toplum çıkarmanın başka bir yolu da;
Dizilerde filan bıkkınlık verecek kadar tekrar edilen "Kurban olayım." tt!
Önemsiz hanesinde hiç konuşulmayan seri propagandalar. İşitsel, görsel, semboller, tekrarlarla kitlesel bilinç dışına bombardıman resmen. Hiçbirinin rastlantı olduğunu söyleyemeyiz artık.
'Acı bağımlısı', kendi varlığını anca bununla teyit edebilen, kendi değerini 'kurbann rolleriyle' biçen bir toplum çok kolay sömürülür. Kendi ayağıyla koşar 'kurtarıcılarına'...
Yeri gelmişken: 'Kurban' bayramlarında 'helal kesim’in çok ilginç uygulandığını görüyoruz. Dua edince bitmiyor. Hayvanın bıçağı görmemesi gerekiyor; bırak birini diğerlerinin önünde seriye bağlamayı. Çok itici. Ezelden işim alakam olmaz. Çocukken bize besletip büyüttürdüğünüz kuzuma dokunmayacaktınız.
'Kurban’ın, 'kurban rolü’nden haberi olamaz.
İnsanlığın beceremediğini, bir acayip 'ruhlar’a, parlak 'ışıklar’a tapanlar çok iyi becerir. Hediye, güzel ahlak diye satarlar hatta.
Şarkı sözleri hepten evlere şenlik.
'Haberler' denilen zihin kontrollerinden ise bahsetmeye gerek yok zaten.
İşleri güçleri insanlığın iç ve dış huzuruna çomak sokmak.
Bi şekil 'suçlu hissettirmek'
Neymiş, suyu idareli kullanacakmışsın. Hep senin suçunmuş!
Sebep?
Sulara topraklara çökmüşler zira. Başka nasıl izah edecekti yani. Ya koca koca kitleler hesap sorarsa neler neler olabilir değil mi? Ya üzerine bazı milletlerarası andlaşmaları da okursa?...
Bu orantısızca zırtapoz slogan söylemler, bir kulağımızdan girip ötekinden çıksın lütfen. Direkt yol alsın.
Her şeyin en iyisine layığız! Sadece varoluşumuza aşkla seviliyoruz.
Dillerinde kavramsal karşılık bulamayanlar 'koşulsuz sevgi' gibi bir tanım yapmak mecburiyetinde kalınca, aynen kopyalayanları da gördük.
Bizde AŞK derler ona.
'Koşul-suz' dendiği an, 'koşul' bilinçte titreşti bile...
En azından, SAF SEVGİ demeyi akıl etselerdi bari.
NUR da olmayınca bilinçlerinde, "Işık" derler geçerler. Ne 'yüce' bi 'light'.
Yine bunların peşinde koşanlar; Her 'ışığı', 'ak sakallı bilge dede' sanabilir hemen.
"Işıklar içinde uyusun"muş. Tam olarak ne söylediklerinin farkındalar mı acaba? Işık ne yani?!
Hep bir ayrı ilginç 'karanlık-aydınlık' tanımları.
Belki de; "Karanlık" dediğin, henüz aydınlığını göremediğin için 'karanlık’tır sadece...
Mutlak bir 'aydınlık’tan gözler kamaşıyordur...
Belki de; Yalnızca bir “zoom-in, zoom-out” meselesidir.
Yakınlaştıkça netleşen, uzaklaştıkça kitleye bürünüp karanlığa 'gömülen'...
Belki de; Sadece bakana bakar.
Çoğu 'bilim’de hiç hesaba katılmayan;
BAKAN KİM?
Belki de; 'Bu' ? hayattaki tek hakiki 'ışık' bu.
'Bu’nu
Gören kim?
Hissedebilen kim?
Ortak tanımlar olsa bile, herkes kavramları kendi biricik bilinçdışı algısıyla yorumlar.
"Şükürler olsun." desek de hepimize aynı duyguyu ifade etmez.
Çoğu: "Aza kanaat getir, aza razı ol, yerini bil." gibi algılar. Sebebi malum.
Halbuki basitçe elimizdeki nimetlere teşekkür etmek.
Olana farkındalıkla teşekkür edince, gönüllü olunca; Olanı bilir ve daha iyisini, daha fazlasını görebilir, dileyebilir de gönül.
Bir yandan: “N’apcan, ben seviyorum da para beni sevmiyor." der. Öte yandan: "Allah beni böyle seviyor."
Nereden çıkardın. Kim söyledi? Nereden bilmişler? Ne hadlerine ayrıca!
İçi para, zenginlik ve zenginler konusunda kaynatıp dururken; Gönül, çocuk-çoluğa neler ister. E nasıl mümkün?
Önce bilinçle bir kabul et, sev, hak ettiğine itimat et bakalım.
Kimin varlığıyla ne yaptığından-yapmadığından, neyi ne kadara aldığından bize ne?!
Halkın vergileriyle yaşayanlardan bahsetmiyoruz tabii ki.
Bizim varlığımızla ne yaptığımızdan kime ne?
Düşün; Birkaç yıl önce, "Sırtımızdan geçinen bir banka, harcamalarımıza, şu yüce varlığımızla kapladığımız alana puan verecekmiş!..” deseler hiçbirimiz inanamaz, güler geçerdik...
Tüm bunlara rağmen, asıl kendini bilen güzel insanlar refah içinde yaşasın, zengin olsun madem. Yakışır.
Gönül zengini, manevi zengin yine olunur.
Bu toptan reddediş niye? Bırakalım bunları.
İrademe bahşedilmiş varlığımla ne yapacağıma ise bir tek gönlümün sevdası, yüreğimin hası karar verir.
Dillerinde 'sevda' var mı ki gönlü olsun.
Ve 'gönül', 'yürek' de hiç yok ki anlatalım. Hepsine 'kalp' deyip geçerler.
Kavramları genellikle görülebilenler, dokunulabilenler ve eylemler üzerine.
Ötesi fıs...
Sanki; Onlar görmüyor, hissedemiyor, farkındalığında değil diye, 'görülmeyen alem’de saklı yanlarımızı yok saymışlar.
Belki de bilinçli olarak halka yok saydırmak içindir. Yoksa, çok dil bilen alimler elbette haberdardır.
Bazı kavramlar, 'şahane' edebiyatları içinde beynelmilel ifadeler bulamamışlar.
Hissedilebilenler, ortak bir ifade ile tanımlanamayınca koca koca kitaplar yazdırabilir. Tarif ede ede, anlata anlata bitiremez. Metaforlar yetmez.
Hatta hikaye kahramanlarının kimliğine giydirir kavramları.
Bazıları der ki; Peki o kadar alimlerdi madem, micro alemi nasıl bilememişler?
Hangi ortak dille, kavramla anlatacaktı? Siparişe uygun dilde gelmedi galiba.
Dillerin ötesindeki algıya anlatmışlar hatta. Beklentilerimiz de hep algılarımızla sınırlı olmasaydı; Mitolojideki 'Akana', günümüzde mtDNA misal.
Bu bakış açısıyla okunursa, hepsinde hücresel boyuttan göndermeler bulunabilir.
Hani, koca bir hayat uzun uzun yaşanır, fakat tek bir anda hatırlanabilir ya;
Kavramsal algı da böyle.
Halbuki sen-ben, bazılarına filmler, kitaplar anlatılamayan konularda tek sözle anlaşabiliriz de:
"Vebal"
"Kısmet."
'Kısmet'i olduğu gibi dillerine almışlar. Fakat yine de anlatabilmek için kitaplar, filmler, şiirler, hikayeler gerekmiş haliyle...
Dilde yoksa, kavramın algıda karşılığı yoksa, kimse kendisini o anlamda ifade edemez. Başkalarıyla ortak dil konuşamaz. 'Değişik' der geçerler veya durum basitçe yok sayılır...
Algıları çarpıtmak için icat edilmiş kavramlardan ise bahsetmeye gerek yok artık. Hep birlikte katmer katmer yaşadık.
"Kimse kimsenin kısmetini yiyemez"
‘Kısmet’i en güzel bu deyiş ifade eder aslında.
Önemli olan kısmeti, varlığı, bolluğu-bereketi, refahı, kolaylığı, neşeyi kendimize layık görmemiz.
Sonuna kadar hak ettiğimize itimata.
Hey!
'Ayak izi' avcıları,
Uyduruk kavramlarla varsaydıklarınızı yok saymayı,
Çarpık kımıl zihniyetinizi ayaklarımızla ezmeyi,
İcabında şıp tanımlar çıkarmayı da biliriz elbet.
Işıklara coslayasıcalar!
Hayırdır?
Siz kimsiniz ki, halkın tüketimini sayıp, düşük tutana puan veriyormuşsunuz!
Yatları, özel uçakları, katları, gökdelenlerin saçtığı saçma ışıkları, gece-gündüz partileyenleri, suları, zeytinlikleri, toprakları iç edenleri sayın önce bir.
Perde arkasına saklanmış sapıklar gibi halkı gözetlemenin adı bilim;
Her dakika varoluş haklarına ve tabiatına ters işleri dikte etmelerin adı da; Dünyanın ve toplumun 'ıslah’ıymış-mış.
Cibiliyetsiz düzen yalakları,
La gölge etmeyin başka ihsan istemez.
Sizi şu fani iki gözümüzle görüyor, gözümüzün nuru gönül gözümüzle göremiyoruz.
"Aslında kaşık yok" değil; Ben kaşık olduğuna karar verdiğim için 'kaşık'.
Esasında yoksunuz siz!
Cısss!
**
Karanlık bir şekil aydınlatılır elbet;