Hablemitoğlu suikastı ve ‘sarı zarf!..’
Bu yazıyı daha önce yazacaktım fakat seçim sürecinden dolayı bu hafta yazabiliyorum.
Geçtiğimiz ay, Ankara 28. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve 2002 yılında suikast sonucu öldürülen Necip Hablemitoğlu davasının duruşması vardı. Duruşmada tutuklu sanık eski yüzbaşı Nuri Gökhan Bozkır, tutuksuz sanıklar emekli albay Leven Göktaş, eski yüzbaşı Tarkan Mumcuğlu, eski binbaşı Fikret Emek, Levent Göktaş'ın emir subayı Mehmet Narin ile silah tüccarı Aydın Köstem salonda hazır bulunurken, başka suçtan hükümlü eski istihbaratçı Enver Altaylı ise, cezaevinden SEGBİS’le bağlandı.
Ayrıca davada tanık olarak, o dönem Jandarma İstihbarat Başkanlığı’nda görev yapan emekli albay Hasan Atilla Uğur dinlendi. “Hablemitoğlu’nun cinayetten önce adı Atilla olan ve Şener Eruygur ile birlikte çalışan bir askerden, Ankara Batıkent’te bir yerde sarı zarf aldığı” iddialarıyla ilgili soruya cevap veren Uğur, "Böyle bir alışverişimiz olmadı. Benim emrimde çalışan biriyle de temas halinde olduğunu bilmiyorum, olmadığını düşünüyorum” dedi.
Necip Hablemitoğlu’nun eşi Şengül Hablemitoğlu’nun eski ifadesinde, “Eşimle marketten alışveriş yaptıktan sonra jandarmadan Atilla adında bir albaydan dosya aldığını biliyorum” beyanına ise; Hasan Atilla Uğur, “Şengül Hanım yanlış hatırlıyor olabilir. Benim tek görüşmem oldu, onda da dosya vermedim” cevabını verdi.
Mahkeme tarafından, cinayetin işlendiği tarihlerde FETÖ’nün Emniyet İmamı olarak bilinen Kemalettin Özdemir ile İstanbul Başsavcı eski Vekili İrfan Fidan ve Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Çalışkan’ın dinlenmesi talep edildi.
Bir de; Hablemitoğlu’nun öldürülmesinden 4 gün önce Eskişehir’de verdiği konferansın görüntüleri istendi. Görüntüler daha önce de istenmiş ancak bulunamamıştı!
Bu ve geçmişte işlenen faili meçhul cinayetler gündeme gelince, sosyal medya platformlarında paylaşım yapılarak, genelde Müslümanlar suçlanıyor! Özellikle Uğur Mumcu, Ali Gaffar Okkan ve Turan Dursun cinayetleri üzerinden daha çok yükleniliyor!..
Aydınlık Gazetesi’nin Ankara bürosunda çalışırken, JİTEM’i anlattığı, “Binbaşı Cem Ersever’in İtirafları” kitabını hazırladığı sırada, Ersever ile yaptığı mülakatlar ve Cem Ersever’in öldürülmesinden sonra aldığı ölüm tehditleriyle bir süre saklanarak yaşamak zorunda kalan ve bu konuda bilgisi de olan Soner Yalçın, Hablemitoğlu’nun ölüm yıldönümünde yazdığı ve ‘Odatv’de “FETÖ, Hablemitoğlu ile Erdoğan’a mesaj verdi” başlıklı 18 Aralık 2019 tarihli yazısında, “Bu cinayeti FETÖ'nün işlediği konusunda genel kanı var!.. Ben de bu görüşteyim…” derken, Gaffar Okkan suikastinde farklı düşünüyor.
Diyarbakır Emniyet Müdürü merhum Gaffar Okkan’a düzenlenen suikastten sonra emekli edilen (malulen olabilir) korumalarından birinin, yıllar önce bir gazetede yayımlanan röportajından, Yalçın’ın habersiz olduğunu düşünmüyorum!..
“Oradaki eşgal ve siyah minibüs” detayı, olayın farklı boyutta olduğunu gösterirken, bu konuda sık sık aynı sözleri söylemesi ilginç!..
Soner Yalçın, kimin yaptığını biliyorsa, isim versin de, tutuklasınlar!..
Sosyal medyada paylaşım yapanlara; araştırmaları gerektiği, devletin bile halâ bu suikastleri açığa çıkaramadağı şeklinde yorum yazınca, beni tanımadığı ve inancımı bilmediği halde, direkt; “Siz öldürdünüz laan!.. Dinciler öldürdü!.. Katil sürüleri!..” gibi karşılık yazanlar oluyor!..
Hiç kimsenin öldürülmesini istemeyeceğimiz gibi, öldürenlerin de en ağır şekilde cezalandırılması gerektiğini düşünenlerdeniz!
Necip Hablemitoğlu ile başladık; Uğur Mumcu ile devam edelim, belki yeni bir bakış açısı getiririz!..
Şengül Hablemitoğlu, eşinin katillerinin bulunması için ne kadar gayret göstermişse; ondan 9 yıl önce eşini kaybeden Güldal Mumcu da çok gayret göstermiş, imkan buldukça konuşmuş, suçlamalarda bulunmuş, kitap yazmış ve 23. Dönem CHP İzmir Milletvekili olarak görev yapmasına rağmen bir sonuca ulaşamamıştır!
Güldal Mumcu; Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) tarafından yayımlanan “İçimden Geçen Zaman” isimli kitabında, eşinin öldürülmesinden sonra yaşadıklarını yazmıştı.
Güldal Hanım; dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Ülkü Çoşkun’un bilgisine başvurmak üzere evine geldiğinde, “Güldal Hanım üstüme gelmeyin! Namus borcumuz dediler, bugüne kadar hükümetin hiçbir üyesi dosyanın ne olduğunu bana sormadı. Bu işi devlet yapmıştır!.. Siyasi iktidar isterse, çözer” dediğini belirtmişti.
Savcı Coşkun ile DGM’de de karşılaştığını belirten Güldal Mumcu, Coşkun’un burada da kendisine, “Bana olayı aydınlatmam konusunda yazılı emir verilirse, olay çözülür” dediğini aktarmıştı.
O zamana ait, basına da yansıyan ve akılda kalan sözler ise, Mehmet Ağar’ın söyledikleriydi.
Güldal Mumcu, kendi evinde geçen konuşmaya, kitapta şöyle yer vermişti:
Güldal Mumcu: “Karşımıza sürekli engeller çıkarılıyor. Bir duvar örülüyor sanki.”
Mehmet Ağar: “Evet Güldal, bir duvar örülüyor.”
Güldal Mumcu: “O zaman bir tuğla çekin, duvar yıkılsın.”
Mehmet Ağar: “Çekemem.”
Güldal Mumcu: “Tuğlayı çekin, kenara çekilin.”
Mehmet Ağar: “Yapamam, onu da yapamam."
Güldal Mumcu: “Soruşturma için yeni bir ekip kurulmasını sağlayabilirsiniz belki.”
Mehmet Ağar: “Kusura bakma Güldal, yapamam.”
Mehmet Ağar’ın, haber olan bu konuşmayı yapmadığı yönünde açıklama gelince; Güldal Mumcu, olayın gerçek olduğunu ifade ederek şunları söylemişti:
“Avukat Sayın Emin Değer’in de bulunduğu bir gün, bizim eve gelen Mehmet Ağar, cinayetin karmaşıklığını anlatmak için, “Öyle bir iş ki, bir duvar gibi… Bir tuğla çekersek duvar yıkılır” dedi. Ben de kendisine, ‘çekin o zaman’ cevabını verdim. “Çekemem, yapamam” dedi. “O zaman çekerler, altında kalırsınız” dediğimde de, yüzünde; ‘Bunu yapmaya kimsenin gücü yetmez’ der gibi bir ifade belirmişti. “Tuğlayı o günlerde kendisi çekebilmeliydi!..”
Kitapta, ayrıca dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal ile görüşmesini de aktararak, aralarında geçen konuşmayı da yazmıştı.
Sönmez Köksal: “Sizi temin ederim hanımefendi, benim başımda bulunduğum teşkilatın eşinizin öldürülmesi olayıyla ilgisi yoktur!”
Güldal Mumcu: “Teşkilatınıza hakim misiniz beyefendi?!”
Sönmez Köksal: “Bu nasıl bir soru?! Tabii ki hakimim, öyle diyorsam öyledir.”
Güldal Mumcu: “Bizde beyan esastır, öyle diyorsanız öyledir! Peki o zaman bu teminatı Türkiye’deki diğer kurum, kuruluş ve genel müdürlükler için verebilir misiniz?!”
Sönmez Köksal: "Hayır veremem!.."
Bütün bunlara rağmen; Uğur Mumcu suikastından sonra, hiç ismi duyulmamış; büyük ihtimalle dosya hazırlayanlar tarafından uydurulmuş “dinci/İslamcı terör örgütü” olarak lanse edilen uydurma örgütün üyesi diye topladıkları Müslümanları cezaevine atmışlar ama bir türlü katil veya katilleri bulamamışlardı!
Devletin, en son “Çetin Emeç, Turan Dursun ve Uğur Mumcu’nun katili” olarak suçladığı (halâ cezaevinde mi bilmiyorum) kişi İrfan Çağrıcı’dır!.. İrfan Çağrıcı; mahkemelere göre; 7 Mart 1990’da Çetin Emeç’i, 4 Eylül 1990’da Turan Dursun’u, 24 Ocak 1993 Uğur Mumcu’yu öldürmüş!..
Bu suçlamaları hazırlayanlar, ceza verenler, gerçekten böyle bir şey olabileceğine inanmışlarsa ya vicdanların ya da hukuk fakültelerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir!..
Sizce böyle bir şeyin olma ihtimali var mıdır?!.
Muammer Aksoy’u, Bahriye Üçok’u, Eşref Bitlis’i, Bahtiyar Aydın’ı, Turan Dursun’u, Uğur Mumcu’yu kimler öldürdüyse, Necip Hablemitoğlu’nu da onlar öldürmüştür!..
Bunlar birbiriyle bağlantılı suikastlardır!..
İçlerinden biri çözülürse, diğerleri çorap söküğü gibi gelecektir!..