Burada, “şöyle yapılmalıydı, böyle olmalıydı…” türü hiçbir şey söylemeden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve kendisinin konu hakkında açıklamalarda bulunduğunu hatırlatmasından sonra söylediklerini aktarıyorum:
“Henüz daha detaylandırılması gereken birçok konu var. Bunun için müşterek harekat merkezinin kurulmasını kararlaştırdık. ABD'den bu merkezin kurulması için bazı askerlerin gelmekte olduğunu sizler de takip ediyorsunuzdur. İnsansız hava araçlarımız bölgede uçuşlarına başladı. Buralarda tabii ki gözlem noktaları olacak, birlikte devriyeler de gezilecek ama bunlar işin bir detayı.
Buradaki amaç bir güvenli bölgenin oluşturulması ve Trump'ın da burada '20 mil sözü' vardır ve bu güvenli bölgeden de YPG ve PKK'lıların çıkartılmasıdır ancak o zaman güvenli bölge olabilir.
Burada başından beri söylediğimiz bir şey var, ABD'nin bir oyalama taktiğinin geçerli olmayacağıdır.
Maalesef Münbiç'te böyle bir oyalamaya gittiler, sözlerini tutmadılar. Fırat'ın doğusundaki bölge terör yuvası oldu. Bunları görüşürken ABD bu teröristlere silah yardımını devam ettiriyor. Geçenlerde de yine TIR’larca silahları getirdiler...!”
Haberlerde gördüğümüz ve Çavuşoğlu’nun da açıkladığı gibi, ABD Türkiye ile görüşürken aynı zamanda YPG ve PKK'lılarla görüşüp silah veriyor ve daha öncede Münbiç’te Türkiye’yi oyalamışlar!..
Eee, bütün bunlardan sonra binlerce kilometre uzaktan düşman ABD askerlerini ülkene sokup, mutabakat sağladık diyerek, kendi kendine ikinci kez engel çıkartmanın izahı var mıdır?!
Hani ‘bir delikten ikinci defa ısırılmaz’dık?!.
*
Kurban…
10 Ağustos 2019 tarihli “Yazılı basın yutturmacası” başlıklı Emin Çölaşan’a ait yazıyı, arkadaşım sosyal medya hesabıma atınca fark ettim.
Gazetelerin şişirme tiraj ve Basın İlan Kurumu aracılığıyla devletin parasını nasıl götürdüğüne ve devletin nasıl götürttüğüne dair bir yazıydı.
Çölaşan; “…Biz bu satış rakamına mesleğimizin dilinde ‘Tiraj’ deriz.
Ancak gazete sahipleri ve yöneticileri, ne yazık ki bu tiraj rakamlarında açıkça hile yapıyorlar.
Bir veya iki gazete dışında tirajların tümüne yakını sahte!
Satış rakamları şişiriliyor. Kimin tarafından şişiriliyor?
Gazete sahipleri ve yöneticileri tarafından!
Peki rakamlar niçin şişiriliyor?
Devletten daha çok resmi ilan alabilmek için!..
Resmi ilan paraları pek çok gazete için çok önemlidir. Bazıları bu yolla elde ettiği gelirle yaşamını sürdürür” diye yazıyordu ve bu tespit doğruydu!
Yazıyı “paylaşayım filan..” derken, 13 Ağustos 2019 tarihinde “Memleketimden yine kurban rezaleti” diye bir yazıyla çıktı Emin Çölaşan…
“…kurban bayramında akıl almaz olaylar yaşadık ki, inanılır gibi değildi. Olay demek hafif kaçar, rezalet!..
Böylesi herhalde dünyanın en ilkel Afrika ülkelerinde ancak olur…
…Bunun adına vahşet, utanmazlık, hayvanlara işkence, ne derseniz deyin.
Türkiye adeta bir açık hava mezbahasına dönüşmüştü.
Kurbanlar küçük çocukların gözleri önünde kesildi. Bazı çocuklar o manzaraya bakamıyor, ağlıyordu.
Kurbanlıklar için idam sehpalarını anımsatan görüntüler oluştu. Bazıları tahta askılarda, bazıları iş makinelerinin kepçelerinde kesilip parçalara bölündü.
İstanbul Boğazı başta olmak üzere bütün göllerimiz ve akarsularımız kan gölüne dönüştü” şeklinde yazıyordu.
Şimdi; “Emin Çölaşan, eskiden özellikle 28 Şubat döneminde…” diyerek, aleyhinde birçok şey yazabilirim ama bu durumu ahlaki olarak uygun bulmadığım için kimsenin geçmişinin karıştırılmasını da doğru bulmuyorum.
Yalnız kendilerinin İslam’a karşı başından itibaren bir menfi bakışı olduğunu söyleyebilirim!..
Hayvanların kurban edilmesi Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an-ı Kerim’de geçer… Her ne kadar bazı bölümlerde ‘sunu’ olarak geçse de, neticede hayvan kesimi var…
Basın konusunda yazdıklarının doğruluğunu vurgularken, kurban için, “İstanbul Boğazı başta olmak üzere bütün göllerimiz ve akarsularımız kan gölüne dönüştü” demesine en hafif tabirle ‘YUH’ diyebilirim!..
İslam inancına göre kurban ibadettir.
Kurban kesen birisi yılbaşında “Memleketimden yine hindi rezaleti” diye Çölaşan üslubuyla bir yazı yazsa, beyefendinin hoşuna gider mi acaba?!
Ya da Ankara’nın herhangi bir restoranında bir gün batımına doğru kebapla rakı içerken, masaya birisi gelse ve “Bu yediğin kebap ‘vahşet(!)le kesilmiş bir hayvan etidir; bunu yiyemezsin... Rakını da kavunla iç!..” dese, ortalığı velveleye vermez mi acaba?!
“İstanbul Boğazı başta olmak üzere bütün göllerimiz ve akarsularımız kan gölüne dönüştü” üsluplu bir yazının sahibine, “Herkes nasıl inanıyorsa onu yapsın; sana ne?” filan da demeyeceğim!..
.
Ali Mevlüt Kaya, dikGAZETE.com