And olsun ki...
“And içerim ki,
Laik ve demokrat” diye başlıyor, dönem birincisi kadın asker ve diğerleri de tekrarlıyor. Bir kadın olarak gururla izlemiştim, “vay be helal olsun” demiştim, “helal olsun... Karada, havada ve denizde birinci olmuş kadın askerlerimiz” demiştim.
Sonra sesini duydum, içtimaya çağırıyordu arkadaşlarını. Hepsi çıkardılar kılıçlarını kınından, toplandılar gayet nizami. Belli ki tasarlanmış önceden.
Birden halka oldular, ortaya geçti dönem birincisi hanımefendi ve o da elinde yalın kılıç “and içerim ki” diye başladı söze,
Ve ilk kelimesi “Laik” oldu.
- Laik, demokrat ülkemi koruyacağıma...
Yine ürperdim.
Yine bütün kılıçları tenimde hissettim...
Bir kadın olarak biliyorum ki laiklik ile başlayan cümleler, bizim başımıza türlü dertler getirdi bu ülkede.
Bu sefer cümleye başlayan bir kadındı ve elinde kılıçla and içiyordu.
Uzun süre kendime gelemedim.
Ne diyeceğimi bilemedim.
Sonra bunları yazıp, geçmişi şöyle bir anımsatıp, susayım dedim.
Bak dönem birincisi kız kardeşim!
Bugün itibariyle mesleğinin 25. yılını çalışmaya başlayacak olan bir öğretmenin, bir ablan olarak seslenmek isterim sana!
Biz laiklik ile başlayan cümlelerden çok acı çekmiş bir kuşağız. Bu acılara rağmen pes etmemiş, mücadele etmiş bir kuşağız. Neyin ne olduğunu bu ülkede çok iyi öğrenmiş ve dahi bilmeyenlere de öğretmiş kuşağız.
Senin vazifen, bizim din ve dünya işlerimizi dengede tutmak değil sevgili kardeşim, senin vazifen o elindeki kılıcı, bana saldıracak düşmana doğrultman, beni onlara karşı müdafaa etmen.
Laikliği biz gayet iyi biliyoruz, laiklik uğruna neler yaşamışız şimdi lütfen birazdan yazacaklarımı oku ve o kılıcını kınına koy ve kışlanda gerekeni yap olur mu?
Benim din ve dünya işlerimi dengede tutmam laik ve demokrat yönetimde cumhur olarak benim seçimim ve benim özgürlüğümle tayin edeceğim işlerdir. Senin kılıcınla olacak darbe müdahaleleri ile değil, anlıyor musun? Sana 15 Temmuz 2016 gecesini hatırlatır, kışlanda başarılar dilerim.
Neden bunları yazma gereği duydum, birazdan okuyacakların beni daha iyi anlamana vesile olacaktır umarım.
“28 Şubat 1997... O zamanlar ülkenin en başarılı okulları olan İmam Hatip Liseleri'nde tarihe böyle kara bir leke olarak geçecek bir olayın en masum halkası olduğumuzun farkında bile olmayan kızlardık. ‘Kızlardık’ diyorum çünkü en ağır yarayı biz aldık! Oysa bir çoğumuz bugünün Fen Lisesi öğrencisi ayarında başarılı öğrencilerdik. İmam Hatip mezunu doktor, İmam Hatip mezunu mühendis, İmam Hatip mezunu avukat kulağa garip gelmiyordu o günden önce.
Bir anda evet gerçekten bir anda hayatımız alt üst oldu! Ben her gün televizyonda okulumu ve benim gibi beyaz başörtülü öğrencileri görüyordum. Suçlu gibi gösteriliyorduk. Bizim üzerimizden onlarca söz söyleniyordu.
Koca koca adamlar, bizim geleceğimize karar vermeye çalışıyordu. Önümüze duvarlar ördüler. ‘Buradan öteye gidemezsiniz’ dediler. ‘Sizden doktor olmaz’, ‘sizden öğretmen olmaz’, ‘sizden hukukçu olmaz’, ‘sizden sanatçı olmaz’ dediler.
Puanlarımızı, katsayılarımızı, yüreklerimizi, umutlarımızı kırdılar!
Savaşmaya gücü olanlar, kırılan puanlarına, kırılan umutlarına, başlarını açarak kırılan onurlarını da ekleyip, devam ettiler yollarına. Ama yaralı ve eksik olarak... ODTÜ'ye, Boğaziçi'ne girebilecekken herhangi bir Anadolu şehrinin üniversitesinde okudular.
Gencecik insanlar; onurları, inançları ve gelecekleri arasında seçim yapmaya zorlandı. Bugün ülkeye faydalı olabilecek pırıl pırıl genç beyinlerin söke söke aldılar ellerinden geleceklerini...
Bu ülkede okul birincileri diploma törenlerinden kovuldu.
Başörtülü anneler, oğullarının yemin törenlerinden kovuldu.
Peki ben kim miyim?
Ben bir 28 Şubat mağduruyum!
Bugün öğrencilerin yıllarca düşündükleri gibi ‘ayy hukuk mu okuseamm, yoksa mimarlık mı?’ diye düşünme hakkı olmayan, ama yine de tek de olsa şansı olan, onu kullanan bir İmam Hatip mezuyum. ‘Siz sanattan ne anlarsınız’ dedikleri dönemde sanat eğitimi almış şanslı azınlıktan biriyim. Ama eksik ve yaralı olarak...
Bugün etrafımdaki birçok öğretmenden, doktordan çok daha fazla o konumları hak eden dostlarım adına hep eksik, hep üzgün ve hep kızgın olarak...
28 Şubat, bir toplu mezarlıktır! Gelecek mezarlığı, umut mezarlığı, onur mezarlığı...”
- Saliha Sağdıç
***
“4 yıl saçlarımı kazıdım ben! Muhtemelen ‘yine başladı mağdur edebiyatı’ diyeceğin kısma giriyorum evet. Bu ülkenin okullarında eğitim görmek için dört yıl saçlarımı kazıdım da her Çarşamba gah karakolda gah dekan odasında, polis nezaretinde, saçlarımı bitlendiğim için kazıdığımı tutanaklara geçirdim.
Geldi dedi; ‘bu zülmü duyurmak istiyoruz, bir Alman gazetesine…’ Dedi; ‘röportaj verir misiniz’ dedi de dedim; ‘bu benim ülkemle aramdaki meselem, ülkemi ite köpeğe şikâyet etmeyeceğim!’
Geldi dedi; ‘bir kere tutanaklara başörtüsü zulmü için saçlarını kazıdığını söyle, bir iki görüntü alalım okula girerken o dazlak halinle, Kanada’ya iltica başvurun tamam’.
Dedim; ‘ben ülkemi terk etmeyeceğim.
Ben silahlı direniş bilmem, bilmek istemem, bilenle işim olmaz, bilene acırım’, keşke ellerini kirletmeseydi.”
- Ayşegül Şara
***
BUGÜN...
Yıl 1989. İlkokuldan mezun olduktan sonra imam hatibe başladım. Başımı örttüm. Bir gün beş yıl beni okutan ilkokul öğretmenimi gördüm okulun bahçesinde, yanına gittim. Bana baktı ve “bu ne böyle, Emine Şenlikçi gibi olmuşsun” dedi. İlk hayal kırıklığımdı.
***
Yıl 1999. Fakülteden mezun oldum. Devlete göre tehlikeliyim, başörtülü olduğum için. Atanamıyorum. Bu yüzden sınıf öğretmenliği sertifikası da aldığım, özel bir okula iki ilahiyâtçı kontenjanı için 50’den fazla mezun başvurusu yaptığımız, mülakatta tüm gün okulun lobisinde bekletilip, en son alınan zümre olduğumuzu da anımsadım bugün.
***
Özel okulda perukla görev yaparken bir müfettiş grup başkanı kadının, öğretmenler odasına gelip “beni mi kandırıyorsunuz kendinizi mi” deyişini de anımsadım.
***
Kamuda çalışan eşimle iş yerinden habersiz yaptığımız düğünümüzü, Kızılay’da yan yana yürüyemeyişimizi, bir seferinde Başkanını görünce, AVM’de benim yanımdan hızla uzaklaşıp, birbirimizi tanımıyormuş gibi davranmamızı da anımsadım.
***
Devlet memuru olduğum ilk gün, okulun öğretmenler için tahsis edilmiş merdivenlerinden çıkarken, güvenlik görevlisinin ardımdan “bayan, orası öğretmenler için” deyişini de anımsadım. Başörtülü öğretmen olmadığını o gün anladım okulda.
***
25 yıllık öğretmenlik hayatımda son 10 yıldır başörtülü derse girebildiğimi anımsadım.
***
Tezgahtarlık yapan sınıf arkadaşlarımı, Fadime Şahin’i, Müslüm Gündüz’ü, Kızılay’da yüzümüze tüküren Cumhuriyet (!) kadınlarını anımsadım.
- Sevim Korkmaz
***
Bize bunları hatırlatmayın artık n’olur; hele ki ülkemizin huzurlu ve mutlu geleceği için yeni bir döneme başladığımız şu günlerde hiç yapmayın bunu!
2024-2025 Eğitim Öğretim yılı hepimize hayırlı olsun!