Mesleğinin ilk beş yılında genellikle bütün sınavlar biter diğer kurumlarda; denetmen yardımcısı olarak işe başlarsınız, iki yılın sonunda yetki, dört yılın sonunda yeterlilik alıp denetmen olursunuz. Ya da müfettiş yardımcısı iseniz yine birkaç yıl sonra müfettiş olursunuz.
Hiçbir kurum, 25 - 30 yıllık çalışanını hâlâ uzman olarak göremeyip “gel senin maaşını arttırmak için seni uzman yapayım ama önce 450 sayfalık bir kitaba çalışmanı, 180 saat ders dinlemeni istiyorum” demez.
Bu, yeni nesillerin emanet edildiği biz öğretmenlere yapılan çok büyük bir hakarettir.
Lisans eğitimi sürecinde öğretmenlik için pedagojik formasyon almayan sonradan iki dönemde tezsiz yapılan yüksek lisansla öğretmen olarak atanan şimdi de aynı yüksek lisansla uzmanlık sınavından muaf tutulan ama öte yandan, lisans eğitiminde, pedagoji dersleri alarak mezun olan öğretmenlerin uzman olabilmesi için sınava tâbi tutulması da büyük bir haksızlıktır.
Hele hele, “özelde ya da devlette şu kadar süre çalıştı” diye KPSS'den muaf tutup atama yapmak başta ben ve benim gibi çile çekmiş binlerce meslekdaşım olmak üzere sadece sınava hazırlanan öğretmen adaylarına da çok büyük bir haksızlıktır, zulümdür, kul hakkıdır.
KPSS muafiyeti malum darbe girişimi sonrası ihraçlar sonucu oluşan kadro boşluğu sebebiyle OHAL kapsamında zorunluluk gereği yapılmıştır. Şimdi böyle bir zorunluluk yoktur. Tekrarı büyük hata olur.
“Ne çilesi çekmiş olabilirsiniz ki, yılın iki buçuk ayı çalışmadan maaş alan, boş günü olan vb. bir zümresiniz” dediğinizi duyar gibiyim.
İsterseniz birazdan okuyacaklarınızı da göz önünde bulundurup bir daha düşünün derim nâcizâne!..
1999’da Ankara İlahiyat’tan mezun oldum. Pedagoji dersleri alarak. İlahiyatçıların ataması yapılmıyordu. Bu yüzden Gazi Üniversitesi’nden sınıf öğretmenliği pedagojik formasyon eğitimi de aldım.
Aynı yıl, özel okulda çalışmaya başladım.
On yıl sonra istifa ettim. Ağrı'ya sözleşmeli atandım. Orada da KPSS kursuna gittim. Kadroya geçebilmek için.
Devamını daha eğlenceli anlatayım:
Yıl 2010... Aylardan Ocak...
On yıllık özel okul hizmetimin ardından sözleşmeli olarak Ağrı Merkez Ramiz Erdem İlköğretim Okulu'na atanmamla başladı tüm macera...
Ankara'dan ilk defa ayrılmanın hasretini, 18 aylık oğlumu her öğle arası yokuşlarda düşe kalka kış günü emzirmek için eve gelmenin zorluğunu, kara kışı, ömrümde ilk defa gördüğüm saçaklardan sarkan buz kütlelerini, Ocak ayında kiraladığım yakıtla birlikte maaşımın ciddi bir miktarını ev sahibime verdiğimi ve evinden barkından ayırıp torun bakması için annemin yükünü düşündükçe, sözleşmeden kadroya geçmek, Ankara'ya daha yakın bir yere kadrolu atanmak için KPSS'ye çalıştım bir yandan da.
Hafta içi ders, hafta sonu dersane, KPSS'den gayet güzel bir puan aldım. Tercih yaptım; 31 Ağustos akşamı ana haber bülteni ile yıkılan hayaller, 1 Eylül’de atama var, Eğitim Bilimleri sınavı iptal.
Ben iptal.
Eylül’de tekrar Ağrı, Ekim'de sınav, Aralık'ta kadrolu atanma... Eş durumundan tayin istemek için bir yıl daha beklemeye başladım.
Atandığım okul, bu sefer en güzel okulu Ağrı merkezin.
Bu senenin en güzel yanı, ev sahibi teyzemin bizim bir yıl daha kalmamız için çok dua ettiğini bilmek ve bol limonlu, kıtlama içtiğimiz çaylar…
Çantamdan eksik etmediğim çocuk çorapları...
Bir de aynı okulda görev yaptığımız FETÖ yetkilisi öğretmene, herkesin içinde sorduğum soruyu unutamıyorum.
- Papua Yeni Gine'ye bile okul yaptınız da buralara neden bir çivi çakmadınız?
Verdiği cevap;
- PKK yüzünden!..
Yıl 2012... Aylardan Ocak...
Ankara, memleketim, mahallem.
Okulun ilk günü, merdivenlerden çıkarken bir ses;
- Bayan!.. Orası öğretmenler için!..
Arkamı döndüm, dedim ki; “ben öğretmenim”.
“Pardon hocam” dedi.
Okulda hiç başörtülü öğretmen olmayınca, veli sandı haliyle...
Bu arada, ben sözleşmeli çalışırken gelen Mayıs 2010 doğu muafiyeti, bu aftan ve tüm özlük haklarından faydalanan seçim öncesi kadro verilen öğretmenler...
Fakat KPSS ile kadro alan bizlerin bu hakların hiçbirinden faydalandırılmadığı bir mağduriyet daha...
“Facebook”ta bir grup; “Erken Kadro Mağdurları”. On bin kişilik.
‘Admin’e yazıyorum, diyorum ki; “ben Ankara’dayım, grup adına randevu alayım, Eğitim-Bir-Sen ile, Bakanlık atama ile görüşelim, anlatalım derdimizi!..” oralı olmuyor. Aynı şartlarda dava açan öğretmen, Diyarbakır'da kazanıyor, İzmir'de kaybediyor.
Tam o günlerde, bir haber; “MEB Müsteşarı değişti”.
Eyvah, bizim mağduriyeti kim anlatacak şimdi?
“118” aranır; Ankara, Çankaya Yusuf Tekin, dört cep telefonundan, “Turkcell” olan çevrilir;
- İyi günler, Yusuf Tekin beyle mi görüşüyorum!.. Evet, Ben öğretmenim, müsteşarımız Yusuf Tekin beyle mi görüşüyorum?
Kısa bir sessizlik…
- 850 bin öğretmen var, numaramı nerden buldunuz?
- 118’den efendim.
- Buyrun konu neydi?
Kısaca anlattım, sağolsunlar, dikkatle dinledi ve bizim, atama daire başkanı ile görüşmemizi istedi.
Bir yandan da Eğitim-Bir-Sen’den sayın Ramazan Çakırcı beyden randevu aldım.
İstanbul, Tekirdağ, Eskişehir’den öğretmen arkadaşlar geldi. Buluşma yerinde beni görünce, çok şaşırdılar.
- Hocam sen başörtülü ve ilahiyatçı mıydın?
- Evet.
“Biz farklı tahmin ettik” dediler. Bilmiyorlar ki 28 Şubat’tan idmanlıyız.
Velhasıl, haberlerde şöyle bir demeç; Dönemin Bakanı Sayın Nabi Avcı: “Sosyal medyada kendilerini Erken Kadro Mağdurları olarak tanıtan gruba da özlük hakları verilmiştir.”
On bin kişilik grupta bayram coşkusu ve alınan binlerce dua...
Yıl 2022… Ben, uzman öğretmen olabilmek için sınava çalışıyorum...
Maksadım yeni nesle, “biz ne çektik, sizinkiler de dert mi ki” demek değildir.
Ya da ekmeğini yediğim kuruma hakaret, saygısızlık değil. Mücadele ederek haklarımızı almak zorunda bırakılmanın verdiği hüznü paylaşmak istedim, hemhâl olmak, yârenlik etmek ya da hakkı ve sabrı tavsiye bâbında...
Bu arada yarınki uzmanlık ve baş öğretmenlik sınavına girecek bütün meslekdaşlarıma başarılar diliyorum.
Sınava girmeyip, protesto eden tüm meslekdaşlarımı da gösterdikleri tepkileri ve haklı duruşları sebebiyle tebrik ediyorum.
Allah, sabrımızı ve azmimizi korusun...