Sinek kadar aklıyla gönlümü sınıyor, ısırıyor…
Yok etimoloji, yok terminoloji, yok demagoji…
Bildiklerini de al, git; Allah aşkına!
-Mülayim sert-
*
Çocuklar dinazorları sever; çünkü vahşi şeyleri elle tutulur sevimli gösterir bi çağın gözlükleriyle yaşıyoruz.
Çünkü masallar kadar uzaklar.
Türüne göre beslenme şekilleri de farklı olduğundan mütevellit yanındaysanız etçillerden, uzağındaysanız otçullardan uzakta olmakta fayda var.
Her halükarda siz avsınız!
İşin tuhafı, cüssesi ve kocaman çenesiyle kimsenin kendisine kafa tutmaya diş bilemeye pek niyeti olmazsa da tuhaf bir şekilde avsınız…
En masumunuz bile onun nasıl biriktiği meçhul intikamından nasibini alır.
En dost olanınız bile onun o sürekli mağdur edilmiş de şişmiş bünyesinin altında kalır.
Her şey tehditti!..
Tüm türler birbirini yedi!..
Sıra çaylaklarda…
Şikayet kültürü içinde gelecek, karamsar görünen bir ideoloji halini aldı; gerçeği kabullenme konusunda yaşanan dirençle birlikte…
Başkalarının olduğu yere göre, kendi konumunu belirleyen kişi olma ideolojisi…
Şikayet, beşeri bir hâl; lakin böyle olduğunda kendimize bakamıyoruz.
Sözünüz hak olabilir ama etki, hal ile oluyor.
Masum değiliz!
Görüyorum ve şikayet ediyorum ve şikayet ettiğim şeyden ayrıyım…
Hayır o konfor.
Entellektüel bir konfor oysa.
Pozlarınız köy düğünü!
Şikayetleriniz sahici mi; siz sahici misiniz!?.
İkili benlikler arasında gidip-gelenlerin, yalan benliklerini inşa ettikleri gerçeğini unutmamalıyız!
Bu çağ her şeyin kamuyla paylaşıldığı bir çağ…
İnşa edilen ikinci benlik bunun için inşa ediliyor.
Ki;
“Yerimizi sağlamlaştırabilelim… Sözümüz dinlensin!.. Farkımız ortaya çıksın”…
Bunu başkalarına yapabiliriz ama açıklarımızı bilene yapamayız.
Yapıyorsak sakiliz.
Sonuçlarının neden bu kadar acımasızca bizi bulduğunu bir türlü anlayamadığımız bir sakillik.
Sahici kişilikler yaratılış itibariyle celalli olabilir; hayat onların önüne sahici zorluklar çıkarır.
Sahici kişilikler yaratılış itibariyle mülayim olabilir; hayat onlara daha nazik davranacaktır.
Yeter ki sahte olmasın!
Çünkü sahteler, gönül yorgunluğudur…
Bıkkınlıktır…
Her şeyin doğrusunu yüce Allah bilir.
Yaşamak, öğrenmek üstüne kurulu; “Sabret, şükret, seyret”!..
En zoru seyirdir.
Seyretmek, sabır ve şükürden sonra zikredilmiş ise en zorudur; bilgi ve irfan gerektirir.
Bilgeler, kurgunun işlediğini, “Kaderullah”ı bilir.
“Lojik”le açıklanamaz şeyler vardır; bilir.
Fiziğin pes ettiği zamanları…
Naziktir bilgeler; görünmeyene de görünen kadar değer verir.
Görünmeyen yanıbaşımızdadır!
Son defa söylüyorum; haketmediğimizi yaşamıyoruz!
“Haketmek” derken alınmayın!
“Lazımgelen”dir…
Bunu her gün yirmibir kez tekrar edip, mesaj olarak on arkadaşınıza göndermezseniz lanet bitmez!
Dinsizin hakkından imansız gelir!
Sıra çaylaklarda!
Kelimelere, değersiz antikalarmış, bozulmuş bi saatmiş, bitmiş kurabiye kutusuymuş gibi davranamayız.
Hayatınızda ne kadar çaylak varsa o kadar dinazorsunuz.
Çünkü bilgelerin hayatında çaylak olmaz; talebe olur.
- Fosilleşmiş zihinleri, yontulmamış ruhları ile dünyanın biricik aklı olduğunu sananların soyu tükendi.
- Güldürmeyin; dinozor mu ki bunlar soyu tükensin!
Türler bitti…
Sıra çaylaklarda.
Herkes gördüğünün şahidi, duyduğunun dedikoducusu, abartılarının sahicisi, kalitesinin pazarıdır.
Şahidinizim.
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com