Sabır aşktandır.
Tahammül bekleyebilir;
şöbiyet beklemez…
Bazı fırsatlar gibi bazı anlar gibi…
Gelir azıcık durur ve gider.
Üçe-beşe bakmayalım hepimiz kırığız.
Kırılmış, örselenmiş ve kayış kopunca haklı olmuşuz…
Bizden başka kimsenin olmadığı ve bizim de tam olarak olmadığımız hayatlarımızda kendimizle yüzleşmeyelim de ne olursa olsun; yaygara koparırsak dikkatler dağılır dediğimiz durumlara kendimizi düşüre düşüre…
Vardığımız yer doğum günü pastasındaki mum sayısı…
O kadar.
Her yorumlayışın bizce olduğunu daha söze başlamadan deklare etmemiz gerek.
Daha ağzımızı açmadan; hakikate uygun mu bilmiyorum ama böyle düşünmekteyim diyebilmek.
Sen ne yapıyorsan bende olanı yahut zıddını bana öğretmen için yapıyorsun var ol sağ ol diyebilmek.
Bunu, dua ederken, merhamet beklerken herkeslere merhamet eden yüreğimizle yapmak.
Bize hak vereni görüp; ben de ona hak vereyim, ödeşelim, sandığın kadar vicdansız değilim, gördüğün gibi adilim diyebilmek için yapmak, bizi iyiler zümresine dahil ediyor mu!
Sabrın konuşamayan, başa kalamayan, lafını bile ettirmeyen genişliğine sahip olamadan hayattan ayrılamayız.
Şöbiyet adı başka bir kıta gibidir, asil bir tatlıdır.
Bir dilimden fazla yersen bayar…
Tatlı sevmeyen bile karşılaşınca bir dilim yemelidir.
Öyle durduğu yerde ağırdır kendileri…
Ama dengesizlik, iyi yapılmış bir şöbiyeti bile fesada uğratabilir.
Konuyla alakasız kelimeleri, konuya dahil edebilen kafalar, konunun bütününe hakimdir.
Kararında yapılmış her şey sabırda olduğumuzu, kararsız ve aşırı gittiklerimizin de imtihan olarak reçetemize yazıldığını bilmek durumundayız.
Kendimizi eleştirirken nasıl da şefkatliyizdir.
Çok azımız bundan acı duyup, kafayı sıyırır.
Ancak iş karşımızdakine geldiğinde, o kendimizi sarıp sarmaladığımız haklılıklar bulduğumuz her şey yok olur.
Suçluluk duygusu da böyledir.
Hayır, yediğiniz tatlılardan bahsetmiyorum…
Onlarla baş edilebilir.
Suçluluk duymamak için sabretmemeliyiz.
Suçluluk duymamak için tahammül de etmemeliyiz.
Ancak karşımızdakini de suçluluk duygusuna sokmamalıyız.
Adil olmalıyız, şeffaf olmalıyız.
Bir insan olmalıyız!
Kendini kenara koyup seni “yanına” alıp…
Başka kıtalardan başka dünyalardan…
Başka diyetlerden…
Başka ödenenlerden bahsedebilmeli.
Yüzleşmeyi isteyebilmeli.
Aldığımız üç-beş kilonun şöbiyetle ilgisi olmadığını…
Anlamalıyız.
Bize yüklenen ya da bizim sahip çıktığımız travmalarımız yüzünden kendimiz olamadan göçüp gitmek…
“Yapamıyorum”lara sığınmak…
“Yandaş”lara tutunmak…
Ve sittin sene çözümsüz nesiller bırakmak ardımızdan…
Hayata ve şöbiyete büyük haksızlık olur...
:)hayır bu bir çeşit vicdan yazısı değildir.
Kaldı ki çorba benim için ana yemektir.