Bir martıyla burun buruna geldim geçenlerde balkonda…
İkimiz de şaşkındık.
Ben; “sen çığlık çığlık uçuyor olmalıydın” dedim
O bu anda balkonda olmamalıydın.
***
Konuşurken kendimizi başka bir insana dönüştürürüz; zihnimizin kıvrımlarında bize ait ya da değil şeylerle bütünleşir, ruhumuzun kıvrımlarındaki çığlıklarla konuşuruz.
Gerçeğimiz sadece susarken ortaya çıkar.
Susarkenki biz, hiçbir şey yokken gülümseyen yüz kadar çok şey anlatır.
Dalıp gittiğimiz yer, elimizdekiyle oyalanma şeklimiz, bir kitap sayfasını çevirir gibi katlar bizi…
O an ne olduğumuzu anlamak için susuyor olmamız şarttır.
Kıvırdığımız burun, doldurduğumuz göz, nereye koyacağımızı bilemediğimiz eller, salladığımız bacak, düşürdüğümüz omuz; nezaket, sanat, iş bilirlik, öfke, hüzün ve saadeti...
Konuşmadan durmak karşımızda kimin olduğunu gösterir.
Susmak, kendimizi ele vermektir, ortaya saçmaktır, onlarca yılı bilmeden yaparız bunu…
Çok konuşanlar neyi saklamak isterler!..
Bazısını, anlatmak değil susmak yorar.
Yorulmaya methiye düzen; bana konuşmasan da olur.
“Ne kadar yol almış olabiliriz; karşılıklı hiç susmadık” demişti baş rol, yardımcı role…
Ben bundan on yüz bin şiir yaparım…
Belki seyretmenin tekamülü, kelimesizliğin divanı budur.
Çok gürültülü dünya…
Bu kalabalığın içinde…
Susarsan tanırım.
***
“Bazen susmak gerekir duymak için”
“Psikopat kollarını kesen değil, susandır”