Meta forik
Algoritmanın kalbi yoktur, safı vardır
Meta, kalbe dokunan içeriklerden söz ederken, kalbin hangi yöne baktığını sessizce kontrol eder. Duyguyu sever ama duygunun derinleşmesini değil; acıyı kabul eder ama acının soru sormasını istemez. Kalp burada bir organ değil, bir ölçü birimidir. Nabız yükselir, sonra geçer. Düşünceye dönüşmeyen her sızı makbuldür.
İdeoloji dediğimiz şey insanı ayırır; bunu bağırarak değil, görünmez çizgilerle yapar. Kim daha az görünecek, kim daha az duyulacak, kim biraz gölgede kalacak… Bunlar yasaklarla değil, sessizlikle belirlenir. Herkes konuşabilir ama herkes aynı yankıyı alamaz. Eşitsizlik burada tam da “eşitlik” görüntüsünün içinde büyür.
Meta insanı sevmez; insanın tepkisini sever. Gözünü, parmağını, refleksini. Durup düşünmeyi değil, kaydırmayı ödüllendirir. Bir içerik, insanı kendine döndürüyorsa, içini biraz sıkıştırıyorsa, “burada bir şey var” dedirtiyorsa; algoritma hemen konuyu değiştirir. Çünkü yüzleşme, akışı bozar.
YouTube bu yüzden sahne gibidir. Işıklar serttir ama süre tanır. Anlatırsan, izleyen kalırsa kalır. Perdeyi erken indirmez. Meta ise vitrindir; güzel görün, hızlı geç, iz bırakma. Sahne söz ister, vitrin süs. Sahne bekler, vitrin acele eder.
Kalbe dokunan içerikler bu yüzden kaybolur. Çünkü gerçek, kalp rahatlatmaz; yer değiştirir. İnsan bazen bir yazıyla yerinden oynar. Meta’nın istemediği tam da budur: Yerinden oynayan insan. Sabit, tahmin edilebilir, itirazsız bir duygu akışı daha güvenlidir.
Ben buna sansür demiyorum. Ben buna ideolojik konfor diyorum. Ve yine de yazıyorum. Çünkü bazı yazılar görünmek için değil, dayanmak için yazılır. Didem Madak gibi, acıyı masanın üstüne koyup bir an susarsın ya… Sonra bir bakmışsın akşam olmuş. Pencere aralık. Ocakta su kaynamış. Kimse alkışlamamış. Ama sen yine de…
Bir bardak ıhlamur içmişsin.
.
Arzu Leyal, dikGAZETE.com