Devletin kontrolü ait olduğu yere teslim edildi.
PARA’nın kontrolü ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’a emanet edildi.
Bu durum, karşılıklı olarak bağlayıcı bir anlaşma demektir.
İster Para olsun ister Devlet güvenliği olsun fark etmez, birbirlerini karşılıklı olarak beslemek zorundadırlar.
Yeni dönemde paraya sahip olan daha avantajlı olarak görünüyor olsa da güvenlik olmadan para hiç bir şey ifade etmez ve bu bir gerçekliktir.
Şayet paranın daha yüksek güvenliğe sahip olan başka bir alana taşınması kararlaştırılmamış ise…
Onların İsviçre’si varsa, bizim de İstanbul’umuz var!..
Kanal İstanbul projesi ile ilgili makalede bahsederken;
Kanal İstanbul Projesi ile oluşturulacak “Ada”da medeniyetler arası çatışmaları ortadan kaldırabilecek ve etki gücü yüksek bir devlet gerçekten kurulabilir mi?
“Devlet içinde Devlet” deniliyorsa, alın size o Devlet’’ demiştik…
Uluslararası güç dengesi gerektiği ölçekte olmadığı taktirde, şiddet ve katliamların ardı arkası kesilmez…
Çünkü daha fazla etki sahibi olan taraf, daha az etki sahibi olan tarafı kendi etkisi altına alır…
Tıpkı Fatih Sultan Mehmet’in hayal edip gerçekleştirdiği gibi!..
Vatikan’dan daha öte bir “ada devleti” (Ortodoks krallığı + İslam Hilafeti) kurmak…
İşte o zaman işler değişir değil mi…
Hilafet TBMM’nin uhdesinde emanet olarak duruyor ve istenirse aktive edilebilir…
Fatih Sultan Mehmet, Müslümanları’n halifesiydi. Fakat aynı zamanda Rumlar’ın da kralı olduğunu dünyaya ilan edip kabul de ettirmişti.
Şimdi sıkı durun, “buna cevabınız ne olur” diye sormadan edemeyeceğim…
Tıpkı Hilafet’in TBMM’de emanet olduğu gibi, Ortodoksların Krallığı da İstanbul’da ve sahibinde emanet midir?..
“Ortodoks bir Temsiliyet, İstanbul’da olursa, Ortodoksları da dünyada etki gücü yüksek ve söz sahibi yapacaktır” dersek yanılmış olur muyuz.?
Böylelikle Ortodoksluğun ötelenmesi ve dışlanması engellenmiş olmakla birlikte, Vatikan’ın gücü de dengelenmiş olmaz mı?
“Türk Akıl ve Düşünce Sistematiği”nin takipçileri bilirler ki;
İktidarda olup da “ADALETİ HAKKI İLE DAĞITABİLMEK” insanı bazen alınması zor kararlar ile karşı karşıya bırakmaktadır…
Bundan dolayı, mecazen ve ders verme niteliğinde söylenmiş bu “Sözler” tarihteki yerini almamış mıdır!..
“Hak arayan varsa Hakkını verin!.. Baş kaldıran varsa başını kesin!”
Tüm bu alınması gereken zor kararların amacı ne ola ki diye sorgularken gelinecek son nokta;
“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” idealini tesis edebilmek için değil midir?..
Böylelikle;
Katolik dünya, Ortodoks dünya, Müslüman dünya arasında etki gücünün dengelenmesi ile birlikte “DİNİ AÇIDAN” da insanlığın birbirlerini bitiş noktasına getirmeleri durdurulabilir belki…
Soru şu; Kimler bu senaryoya karşı çıkar?
“İstanbul, Dünya’nın merkezidir” derken, laf olsun diye söylenmiş bir cümle olmadığına, çok yakın bir zamanda tüm insanlığın şahitlik edeceğini düşünenlerden olduğumuzu söyleyelim…
İnsan, Fatih Sultan Mehmet’in ve Gazi Paşa’mın düşünce sistematiğini anlayabilmek için araştırıp inceledikçe, insan aklı uç noktalarda düşünmeden duramıyor maalesef…
Konuyu sınırlarımızın biraz dışına taşıyarak senaryomuza devam edelim isterseniz…
Rusya;
Slav dünyasının ve Türk dünyasının iç içe geçmeleri, savaşlar yolu ve dahi gelin alma yolu ile olmuş olsa da bu yaşananlar bizim gerçekliğimizdir.
“Rus İmparatorluğu, SSCB, Rusya Federasyonu” şeklinde (Sistem&Rejim) değişiklikler olmuş olsa da bu süreç, (kaynaşma) devamlı olarak ileri taşınmakla birlikte kaynaşma ve etle tırnak olunması da yine bizim gerçekliğimizdir…
Böylelikle Slav dünyasının gelecek senaryosu, tıpkı Türk dünyasının gelecek senaryosu ile birçok ortak özelliğe sahip şekle bürünmüştür diyebiliriz…
Birçok defa karşı cephelerde savaşıyor olmalarına rağmen, milletlerin iç içe geçmeleri ve etle tırnak olmalarının durdurulamıyor olması, TÜRK-RUS birlikteliğini batı karşısında tehdit olarak yükseltiyordu.
Birlikteliğin durdurulması ve dağıtılması, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının ana eksenlerini oluşturan şartlardan bir tanesidir aslında…
“TÜRK-RUS birlikteliğinin, Batı’yı tehdit eden boyuttan çıkartılarak etki gücünün kırılma süreci, bugünlerde tersine işleyen bir süreç haline döndürülmektedir” diyebilir miyiz? Ne dersiniz…
Arap dünyasına enjekte edilen VAHHABİ anlayış, bugün bu birlikteliğin önündeki en büyük engellerden bir tanesidir…
Bunu da bir kenara not ederek diyelim ki;
İnsanlık bunca ayrılıklar olmasına rağmen, ortak bir dil geliştirmelidir ve bu ortak dil, Akıl yolu takip edilerek olmalıdır.
İsminin paylaşılmasını istemeyen değerli bir dostumdan alıntıdır.
- Siyasal İslâm, Türk Milletinin seçimi değildir... Bu seçim, Türkiye'yi Siyasal İslâm aracılığı ile daha kolay yönetmek isteyen yabancıların dayatmasıdır...
- Yabancılar, akıl ile yönetilen devletlere sirayet edemezler... İnanç temelinde yönetimlerini şekillendiren devletler ise yabancıların kuklası olurlar...
- Orta Doğu’daki tüm devletler inanç temelinde yönetildikleri için bu devletlerde kan, gözyaşı ve vahşet sona ermez / ermeyecektir…
Son Söz;
Türk Milleti maneviyatı, yani “MANAYI KAVRAMAYI” başardıkça, Türk Devleti silkelenip ayağa kalkacaktır…
VE…
Ankara hiçbir zaman sahipsiz kalmamıştır, kalmaz da.
Sayın Devlet Bahçeli de devlette görevli olup da Türk Töresine aykırı davrananları da kanunsuz akçeli işlere bulaşanları da, Türk Devleti’nin ayağa kalkış hamlesine karşı duranları da ‘son kullanma tarihi geçmiş olanlar’ misali raflardan kaldırır mı kaldırır…
Görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler…
.
Ali Karani, dikGAZETE.com
İLGİLİ DAHA ÖNCEKİ YAZI: