?>

İslamcılar ve Filistin meselesi

Nuray Mert

1 yıl önce

İslamcılar ve Filistin meselesi

Medyascope’ta yaptığım bir konuşmayı diline dolayanlar olmuş, sosyal medya takip etmediğim için haberim yoktu. Bu tür bir iletişime açık olsam sosyal medya hesabım olurdu, hiçbir zaman bu tür iletişime açık olmadım, olmayacağım.
Bu arada, bir arkadaşım da bu konuda iki yazıyı bana iletti, öyle haberim oldu. Dedikodu yazarlarını dikkate alacak değilim, o nedenle “Haksöz” dergisinde yayınlanan “hak”sız yazıyı temel almak en iyisi.
Bu dergi çevresi ile aynı görüşleri paylaşmadığımız açık ama mesele Filistin olunca, duruma açıklık getirmek gerek.
Medyascope’ta, bizim İslamcı kesimin Hamas-Filistin’in temsiline soyunduktan sonra bu denli sahip çıktığını, FKÖ döneminde, bu meseleye daha ziyade sol kesimin duyarlı olduğunu söylemiştim.
İslamcılık ile Filistin meselesi arasındaki bağı konuşacaksak, 1920’lerde Mısır’da Müslüman Kardeşler’in kuruluşundan bahsetmek lazım.
Bana itiraz edenler bu konuyu ihmal etmiş. Müslüman Kardeşler, Filistin işgaline karşı ilk mücadele edenlerdi, daha sonra FKÖ’nün başına geçen Yaser Arafat o dönemde Müslüman Kardeşler ile birlikte hareket ediyordu.
Daha doğrusu, o dönem İslamcı ve olmayan ayrımı yoktu, Nasır da bu çerçevede Gazze’de mücadele edenler arasındaydı. Ancak o dönem, zaten mevzu “Filistinlilik” değil, Arap Müslüman yerli halkı, topraklarından süren Siyonist yerleşime karşı mücadele idi.
Nitekim, 1948’de İsrail’in kuruluşu ilan edildiğinde birleşik Arap orduları bu girişime karşı ortak harekata girişti, ama savaşı kaybetti.
Arap orduları deyince de, o dönemin koşullarını göz önünde bulundurmak gerekir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası, modern Arap devletleri henüz bağımsızlığına kavuşmuş ve büyük ölçüde halen İngiltere’nin nüfuz alanında idi.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Filistin bölgesinde kurulan, İngiliz manda yönetimi, Yahudilere 1917’de verilen “Yahudi yurdu” sözü gereği, bu bölgede biri Yahudi diğeri Arap, iki devleti öngörüyordu.
Ancak, İngiltere sonunda iki tarafı da memnun edemeyip, 1948’de bu bölgeyi terk etmişti.
Bu arada, Filistin bölgesini kimin yöneteceği Arap devletleri arasında da rekabet konusu olmuştur.
Haşimi hanedanı yönetiminde yeni kurulan Ürdün, Siyonistler ile pazarlık yaparak tüm Filistin bölgesini kendi hakimiyeti altına almaya çalışıyordu.
Arap İsyanı’nın baş aktörlerinden Emir Abdullah (daha sonra Ürdün Kralı) bu nedenle Mescit-i Aksa çıkışında suikasta uğradı. İşin bu kısmı uzun mesele, bu konuyu doğru dürüst konuşmak isteyen varsa, buralardan başlayabiliriz.
Arap-Müslüman kimliği ötesinde “Filistinlilik” kimliği, bu süreçte oluşmaya başladı.
Ancak 1967 Arap-İsrail savaşından sonra öne çıktı.
1973 Arap-İsrail savaşı sonrası Enver Sedat döneminde Mısır, İsrail ile ayrı anlaşma yaptıktan sonra tablo daha da değişti.
Filistin’in temsiline soyunan FKÖ, düzenli Arap ordularından umudu iyice kestikten sonra gerilla eylemlerine başvurmaya başladı. 
Filistin meselesi ile sol siyasetlerin asıl buluştuğu dönem budur, nitekim bugün bile Batı dünyasında Filistin meselesine sahip çıkan sol siyasi çevrelerdir. 
Şimdilerde, bu çevrelerde de kırılmalar yaşanıyor.
Bir süre önce İngiliz İşçi Partisi lideri Jeremy Corbin, bu nedenle “antisemit” damgası yemişti.
Türkiye’deki İslamcılara gelince, bu çevreler tabii ki başından beri İsrail’in kurulmasına tepkiliydi.
Ancak Soğuk Savaş döneminde bu çevreler FKÖ’yüanarşist solculuk” çerçevesinde görüyordu.
Nitekim bu dönemde, büyük ölçüde ABD’nin Soğuk Savaş konsepti olan, “komünizmle mücadele”ye angaje olmuş vaziyetteydiler.
1970’de Ürdün ordusu, topraklarındaki Filistin kamplarına girip, binlerce Filistinliyi katletti, geri kalanını Lübnan’a sürdü. Niçin sağ-muhafazakar çevrelerde sesini çıkaran olmadı. Bu arada, “Haksözcü”ler kendini sağ-muhafazakarlardan ayrı tutabilir. Ancak özellikle AKP’nin kuruluşu ile yollarının birleştiğini inkâr edemezler.
Bu arada sağ-muhafazakâr milliyetçi kesim, “Ermeni Soykırımı” iddiaları karşısında, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) Siyonist çevreler ile ittifak etmekten geri kalmamıştı.
Kısacası, bu konuyu konuşacaksak daha etraflıca konuşmakta fayda var.
Haksöz’de benimle ilgili yazıda, bazı dergilerin görsellerine yer vermişler. Bunların başında “Şûra” dergisi geliyor. Bu derginin, bırakın bugün birlikte davranan muhafazakâr, sağ-milliyetçi kesimleri, İslamcılar arasındaki yeri üzerine de konuşabiliriz. Ancak özellikle bu görseller arasında yer alan bir Şûra dergisinin kapağındaki manşete dikkatinizi çekmek isterim; Ziya Gökalp’in fotoğrafı eşliğinde, “Siyonist katillerden hesap soracağız Osmanlı şeriat devletinin katili de Siyonistlerdi… İşte Mason Ziya Gökalp”. İşin burası çok önemli, zira bu ifadeler, Filistin meselesine sahip çıkmanın değil, tarihi “Yahudi komplosu” olarak okuma yaklaşımının göstergesi.
Kuşkusuz “Siyonist” ve “Yahudi”nin başka şeyler olduğu iddia edilebilir ancak bu iddialar sıklıkla “antisemitizmi” perdeleme işlevi görmüştür.
Bu görüşümü çeşitli vesileler ile öteden beri ifade etmekten çekinmedim.
Şûra dergisinde ifade bulan anlayışa dönersek, söz konusu Yahudiler değil, Siyonistler ise, Osmanlı’yı neden onlar yıkmış oluyor?
Cevabını biliyoruz; bu anlayışa göre, II. Abdülhamid’i tahtından indiren Jön Türkler, Siyonizmin aracıydı, zaten aralarında Yahudi ve dönmeler vardı. Bu bakışa göre, cumhuriyetin kuruluşu da bu çizginin devamıdır. Mustafa Kemal de zaten Selanikli bir dönmeydi ve laiklik bahanesi ile milleti dininden uzaklaştırmayı hedefliyordu.
Yakın tarihi herkes kendi açısından farklı şekilde değerlendirebilir. Ben, Kemalistler gibi, tarihin tartışma konusu olmasına karşı biri değilim ama yukardaki okuma biçimi, farkı okumaktan öte, düpedüz komplocu bir okuma biçimidir ve tüm komplocu bakışlar gibi karmaşık gerçekleri sığ bir çerçeveye indirgemek ve tutarsızlık zaafları taşır.
Dahası, bu komplocu yaklaşım çerçevesinde, Birinci Dünya Savaşı esnasında, Arap isyanını kışkırtmak üzere, “Osmanlı hilafetininYahudi-dönme’ İttihat ve Terakkicilerin esareti altında olduğu ve dolayısı ile, Arapların ona isyan etmesinin tabî olacağı” şeklindeki İngiliz savaş propagandasının izlerini görmek mümkündür.
O dönemde Batı devletleri arasındaki çatışma çerçevesinde, Almanların, Osmanlı hilafeti ile ittifak ederek Doğu’ya açılma ve İngiliz-Fransız koloni yönetimleri altındaki Müslümanları isyana teşvik etme siyasetine karşı, İngiltere de Arap hilafeti tezini savunuyordu.
Üstelik bu çekişmede İngiltere gâlip geldi ve Arap İsyanı’nı örgütledi.
Mesele, kuşkusuz düpedüz bir “Arap ihaneti” de değildi ama Filistin bölgesi dahil olmak üzere Arap vilayetlerinin talan edilmesinde bu süreçlerin etkisini hesaba katmak gerekir.
Tabii işin bir de Arap dünyasındaki siyasal hesaplaşmalar, bunların güncel siyasetlere izdüşümleri var.
Konuyu “emperyalistlerin oyunu”, “İsrail’in zulmü” diye tanımlayıp, işin içinden çıkmakla hiçbir şey çözülmüyor.

Mevzu, uzun çok uzun bir mevzu.

Şimdilik sadece, en güncel gelişmelerden birini hatırlatayım; Arap Baharı sürecinde Hamas’ın merkez üssünün, alelacele Şam’dan Katar’a taşınmış olması bile uzun uzadıya düşünmeye değer bir konudur.
Kısacası, bu konularda söyleyecek sözü olanlar varsa beri gelsinler uzun uzadıya ve ciddiyetle tartışalım, bunlar iki slogan, bir karalama ile veya elde bayrak İsrail Konsolosluğu önünde gösteri yapmakla geçiştirilecek işler değil, Filistin’in bugünkü hali, işin öyle olmadığının en iyi göstergelerinden biri.

.

Nuray Mert, dikGAZETE.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI