“Savaşın ilk kaybedeni gerçeklerdir”, orası doğru da Ukrayna savaşı üzerinden Rusya-ABD çekişmesinin ilk kaybedeni kısa vadede Avrupa oldu.
Avrupa’yı nasıl tanımlarız, sınırlarını nasıl tanımlarız, AB diye özetlersek, AB zaten ayrı bir güç odağı mıydı?
Bu sorular da tartışmaya değer. Ancak, özellikle Brexit sonrası, merkezini Almanya ve Fransa’nın oluşturduğu AB coğrafyası ve ekonomisinden söz ediyoruz.
Öncelikle, bu savaşın, siyasi çatışmalar ötesinde “liberal demokrasiler ile otoriter rejimler arasında” bir ilkeler, ideolojiler mücadelesi olduğu yönündeki iddiaların, savaşı pazarlama biçimi olduğunu görüyoruz.
Rusya cephesinde yer alan ülkelerin tamamının demokrasi özürlü olduğu kesin ama karşısındaki cephenin ne kadar ‘demokrasi’ ittifakı olduğu son derece su götürür.
İçinde Suudi Arabistan, Hindistan, Polonya’nın yer aldığı bir ittifakın ‘liberal demokrasi’ cephesi sayıldığı bir durumdan söz ediyoruz.
Diğer taraftan, Batı ittifakının karşı cepheye kaptırmamaya çalıştığı ülkelerin pek çoğunun Rusya’ya karşı yaptırımlara katılmadığını da hatırlayalım.
Hindistan hâlâ Rusya’dan büyük ölçüde enerji ithalatı yapıyor ama, ABD açısından Hindistan’ın önemi, demokrasi olup olmaması ile değil, Çin’e karşı bir denge unsuru olmasından kaynaklanıyor.
Polonya, kesin bir şekilde Rusya karşısında yer almış olduğu için, demokrasi özürlü rejimi, birden temize çekilmiş oldu, vs.
Avrupa’ya gelince, savaşın başında tarafları uzlaştırma gayretleri, ABD tarafından boşa çıktı, dahası özellikle Almanya ağır bir baskıya maruz kaldı. Dahası, endüstrisi Rusya enerjisine bağımlı olduğu için fazladan suçlandı.
ABD’nin dış siyasetinin yıllarca Ortadoğu petrollerine bağımlı bir şekilde şekillendiği, Suudi rejimi ile ilişkilerde bu konunun ne kadar önemli olduğu unutuldu.
ABD’nin, Avrupa’dan “liberal demokrasi mücadelesi” adına ödemesini talep ettiği bedel, başta Almanya olmak üzere, Avrupa’da ekonomik krizi körükledi, Euro’nun başına gelenler ortada.
Diğer taraftan, sadece ekonomi de değil, siyasi hizalanma “Rusya’ya karşı kesin tavır almak” çerçevesinde tanımlandığı için, İtalya’da seçim sonrası iktidarın başını çekmesi beklenen aşırı sağ parti, eskisi gibi bir kriz unsuru olarak görülmüyor.
Zira, geçmişi Mussolini’ye giden faşist gelenekten gelen Fratelli d’Italia’nın lideri Meloni, Rusya’ya karşı kesin tavır takınmaktan yana.
İşin başında, Rusya’ya karşı yaptırım uygulamakta kem-küm eden Almanya’nın Nazi geçmişi hatırlatılırken, İtalya’da faşist gelenekten gelen partiye şefkatle yaklaşılıyor.
Kısacası, bir yandan Avrupa ve özellikle Almanya ekonomisi darbe alırken, diğer taraftan, ABD dış politikasından görece bağımsız siyaset izlemesinin yani siyasi bir güç olarak davranmasının önü kesilmiş vaziyette.
ABD’nin stratejik hesapları adına, AB’nin daha da Doğu’ya genişlemesi yönündeki telkinlerinin yarattığı gerilim ve gerçekleşmesi halinde Avrupa’ya ödeteceği bedeller de ayrı mesele.
Bu arada, Avrupa’nın bu ödemesi gereken bedeller arasında meşhur ‘Avrupa değerleri’nden taviz vermek de var.
Almanya’da koalisyon ortağı olan ‘Yeşiller Partisi’nin, kurucu söylemi olan nükleer enerji karşıtlığından vaz geçmiş olması, bu konuda en çarpıcı örnek.
Aslında, bu yeni durum karşısında, genel olarak nükleer enerji başta olmak üzere, kömür gibi klasik enerji kaynakları da dahil, ‘yeşil’ iddialar neredeyse tamamen rafa kalkmış oldu.
Diğer taraftan, aslında savaş öncesi başlayan ABD’nin Avrupa’dan askeri bütçelerini arttırarak NATO’ya daha fazla katkı yapması baskısı, savaş sürecinde hızla gerçekleşmiş oldu.
Bu arada, militarizme karşı ‘pasifizm’ bir siyasi tercih olmaktan çıkarak, Rusya/Putin taraftarlığı olarak kodlanmaya başladı.
Dahası, Ukrayna odaklı haber ve yorumlar çerçevesinde, Rus işgaline karşı tutum, iyiden iyiye ‘ulus devlet’, ‘ulusal mücadele’, ‘vatanı için ölmek’ kavramları ile yeniden kutsanmaya döndü.
Liberal demokrasi söyleminin, militarizm karşıtlığı, vatan için ölmek gibi ‘eski moda’ değerler yerine, bireyin yaşamının kutsallığına yapılan vurgu tersine döndü.
Böylece, Ukrayna üzerinden, “liberal demokrasilerin otoriter rejimlere karşı mücadelesi” denilen süreçte, liberal demokrasi tanımı da kökünden değişmiş oldu.
Ben bu süreçte yaşanan değişimin ne denli çarpıcı olduğunu en çok da küresel seçkinlerin dergisi olan Monocle üzerinden izliyorum.
Aslında, stil, trend, seyahat, kısacası ‘iyi (yüksek) yaşam’ odaklı dergi, şimdilerde “NATO’nun savaş bülteni”ne dönmüş vaziyette.
NATO’ya katılmış olan Baltık cumhuriyetlerinden övgü ile bahsediliyor.
Estonya’dan sonra Latvia’da zorunlu askerlik hizmetinin başlatıldığını, Litvanya’da ise zorunlu olmasa da askerlik hizmetinin gençlerin ‘CV’sine katkısını ballandırarak anlatıyor.
Litvanya’da ayrıca, orta okullarda ‘ulusal savunma’ dersinin başlatıldığını müjdeliyor (8 Temmuz 2022).
Daha neler neler…
Savaşın ilk kaybedeni, Avrupa dedik ama, dahası, daha önce ‘Avrupa değerleri’, liberal demokrasi ezberleri değil mi?