Geçtiğimiz hafta, Medyaskop’ta gündemi birlikte değerlendirdiğimiz genç gazeteci Gökçe Çiçek Kösedağ, bana çok güzel bir soru sordu;
“Neden ikibinli yılların başında sol liberal, demokrat entelektüeller görüş ayrılıklarına rağmen ‘demokratikleşme adına AK Parti’ye destek verdi, ama bugün muhafazakâr kesimin liberal ve demokratları aynı tavrı Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı için göstermiyorlar, sizce neden?”
Doğrusu, geçmişte muhafazakâr/İslamcı cenaha mensup pek çok isim zaman içinde AK Parti’ye karşı muhalefet etmeye başladı, şimdilerde pek çoğu 6’lı masa muhalefetine de yakın duruyorlar. Ama iş Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusuna gelince, net bir tavır göstermekten çekiniyorlar, dahası pek akıllarına yatmıyor.
Birincisi; Kılıçdaroğlu’nun karizmatik bir lider olmamasının seçimi kazanmak açısından bir engel olduğunu düşünüyor olabilirler.
İkincisi; Türkiye’de çoğunluğun muhafazakâr partilerin seçmeni olmasına karşın, CHP’nin dar bir sosyolojik tabanı olduğu hesaba katılıyor olabilir. Ama, durun bir dakika; bu ülke, artık ‘karizmatik’ lider yorgunu değil mi?
“Seçimi kazanamaz” diye tersine düşünmek yerine, “seçimi kazansın” diye destek vermek daha anlamlı değil mi?
Sonuçta, Türkiye’de ‘muhafazakâr’ taban çoğunluğu temsil ediyor ama AK Parti, ilk kurulduğunda, öncelikle çoğunluğu temsil etmeyen ‘eski İslamcılar’ın partisi değil miydi?
Gerçi, AK Parti’nin “Millî Görüş gömleğini çıkardığına”, kendini “muhafazakâr demokrat olarak” tanımlamasına inanmayan pek çok insan vardı ama, tüm bunlar, “demokratik bir cephe” oluşmasını engellemedi.
Pek çok entelektüel, o dönemin statükosu dışındaki bir aktör olan AK Parti’nin ‘demokratikleşme’nin önünü açacağı düşüncesi ile bu partiyi destekledi.
Bakmayın, şimdilerde “faydalı salaklar” muamelesi gördüklerine, AK Parti’nin ilk iktidar dönemi, bu beklentileri karşılayan siyasetler izlendi.
AK Parti bu çizgiden uzaklaştığı süreçte, sorgulamaktan uzak durmaları, desteklerini çekmemeleri ayrı konu.
Oysa, şimdi muhalefete geçen muhafazakâr/eski İslamcı kesim, benzer bir tavır göstermek yerine, Kılıçdaroğlu’nun “kazanabilir aday” olup olmadığı spekülasyonu yerine, kazanması için gayret göstermiyor.
İkibinli yılların Türkiye’sinden daha iyi durumda olmadığımız kesin, demokrasi sorununun katlanarak büyüdüğü kesin, ama kimse rezervlerini bir yana koymaya hevesli değil gibi.
CHP’nin ‘tarihsel bagajı’nın geçmiş küskünlükleri hatırlattığı gerekçesi de bir yere kadar anlaşılabilir, ama AK Parti kurucularının İslamcılıktan vazgeçtiklerini söylemesi ikna edici oluyor da Kılıçdaroğlu’nun ‘helâlleşme çağrısı’ neden ikna edici bulunmuyor?
Bence, demokratikleşme adına güçlü bir destek yerine, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı ‘iyi niyetli’ de olsa kuşkucu yaklaşım, ‘seçilemezlik miti’ni ve/veya ‘muhafazakâr seçmen miti’ni güçlendirmekten başka işe yaramıyor.
Sonuçta, bu tutum ‘kendini doğrulayan kehanet’e (‘self fulfilling prophecy’) dönüşmüş vaziyette.
CHP dışındakilerin seçmenlere, güçlü bir şekilde “Türkiye’nin yaşadığı sorunları, içinde bulunduğu demokrasi sorununu çözmek için hiç olmazsa ilk adımda görüş ayrılıklarınızı bir yana bırakın” deme zamanı çoktan geldi.
İYİ Parti’nin HDP ‘vetosu’na gelince benzer şeyler onlar için de geçerli.
Anladık, aranızda uçurumlar var, ama birincisi bu uçurumları güvenli köprüler ile geçmenin vakti hâlâ gelmedi mi?
Sonuç alınmadı, ama ne olursa olsun Erdoğan, bir dönem, milliyetçi-muhafazakâr seçmenini ‘barış süreci’ne ikna etmedi mi?
Güçlü bir liderin, toplumun çoğunluğunun bakış açısını değiştirebileceği görülmedi mi?
Onların başaramadığını başarmaya talip olmak yerine, bu meseleyi kördüğüm halinde mi bırakmak istiyorsunuz?
Dahası, mevcut iktidarın Kürt meselesini kendi oyun alanı haline getirmiş olduğunu görmüyor musunuz?
En önemlisi, kimsenin bu saatten sonra, Türkiye’den toprak parçası koparamayacağı belli değil mi?
“Kürt anasını görmesin” tavrında diretmenin bu ülkeye hiçbir şey kazandırmayacağının farkında değil misiniz?
Barış sürecinin bu şekilde bitmesinden Kürt siyasetçilerin de bazı dersler çıkarmış olması lazım, zaten aksi halde seçmen tabanları daralır.
Demokratikleşme adına bir adım atın, muhalefet cephesini güçlendirin, inanın aklı size yatan seçmenin sayısı, yatmayandan çok olur.
‘Barış süreci’ döneminde, iktidarın sevdiği bir isim değildim, ama bu adımı, gönül rahatlığı ile destekledim.
Hiçbir zaman AK Parti seçmeni olmadım, ama AK Parti’nin 2002 Genel Seçimleri ile iktidara gelmesini ‘demokratik bir zafer’ olarak görenlerdenim.
Zira, o dönem, ne tür anti-demokratik engelleler ile boğuştuklarını biliyoruz.
Demokratik tavır, öncelikle kim tarafından kime karşı olursa olsun, demokrasi karşıtlığı ile mücadeleyi gerektirir.
Bugün bu mücadelenin yolu, güçlü bir demokrasi dayanışmasından geçiyor.
Kimse kusura bakmasın ama, halihazırda, bu dayanışmanın en büyük ortağı CHP ve en hakkaniyetlisi onun adaylığı altında birleşmek.
Tüm bunları, kendini CHP ile özdeşleştirmiş pek çoklarının hedefi olmuş, iftiralarına maruz kalmış ve sonuçta gazetelerinden kovulmuş biri olarak yazıyorum.
Tam da bu nedenle, hala kem-küm edenlere seslenmek istedim.
Burası, ana muhalefet partisi genel başkanının linçe maruz kaldığı, bir iktidar partisi milletvekilinin yumruk atan ‘amca’nın elini öpmeye gittiği bir ülke oldu.
Sadece bu nedenle bile, yumruk yiyenin yanında durmak gerekmez mi?