Taksim’de yaşanan vahim terör saldırısını onaylayan bir insan tahayyül edemiyorum. Hâl böyle iken, bu olayın siyaset malzemesi haline gelmiş olması, Türkiye’de siyaset açısından çok ama çok acı bir durum.
İktidar yanlısı gazetecilerden biri, hem de en aklı başında geçinenlerden biri, “birileri PKK dememek için, PYD dememek için, Amerika dememek için kıvranıyorlar” diye yazabilmiş.
İnsan, “kim olabilir bu birileri, ima edilen kimlerdir?” diye sormadan edemiyor.
Sıradan bir olaydan söz etmiyoruz, iki çocuk dahil sıradan insanların katledilmesinden söz ediyoruz.
Siyaset sahnesinde bunu onaylayacak, failini gizlemeye çalışacak insanların varlığından bahsediliyorsa, Türkiye’den umutlarını kesmiş olmaları lazım.
Yok, bu olay üzerinden muhalefet siyasetleri zan altına sokulmak isteniyorsa bu da vahim bir durum.
Böylesi bir siyaset stratejisi, sadece ve sadece siyaset sahnesinin ne kadar çirkinleşmiş olduğunun göstergesi olabilir.
İma edilen, HDP veya Kürt meselesini demokrasi açısından önemseyenler ise, bu çevreler terör olayını açıkça kınadılar ki, başka türlüsü düşünülemez.
Açıkça kınayıp, gizlice destekledikleri ima ediliyorsa, bunun tek açıklaması HDP ve destekçilerini ‘düşman’ ilan etmek çabasından başka bir şey olamaz. HDP’yi düşmanlaştırma, kriminalize etmek gibi bir siyasal strateji ile ilk kez karşılaşmıyoruz, ama insaf, bu kez bir katliamdan söz ediyoruz.
Bu koşullar altında bu tür imalar olsa olsa, yakınlarda “ekmek yiyen halk aptaldır” türünden bir açıklamaya bile atfedilen, “halkı kin ve nefrete sürüklemek” suç tanımına girer. Zira, sonuçta, sıradan bir insanın HDP’lileri Taksim terörünü onaylayanlar olarak görmelerine neden olur.
Siyasi partiler gidici, toplumsal kin ve nefret kalıcıdır ve bir ülke için en büyük tehlike bu zeminde kutuplaşmaktır.
O nedenle, herkesin ağzından çıkanı kulağının duyması lazım.
Tam da bu nedenle, muhalefet parti ve çevrelerinin, “terör ile iltisaklı” töhmetine rehin düşmek yerine, bu nefret suçuna karşı kuvvetli biçimde ses çıkarması gerekir.
İkincisi, belli bir süre için, resmi makamların bir terör olayına ilişkin, soruşturmanın güvenliği nedeniyle, kısıtlı açıklama yapması anlaşılır. Ancak, yapılan açıklamaların özgürce tartışılması demokrasilerin gereğidir.
Resmî açıklamaların tutarsızlıklara dair sorulara cevap beklenmesinin ‘terörü desteklemek’ olarak tanımlanması akıl alır iş değildir, ancak maalesef iktidar çevrelerinin hâlihazırdaki tavrı budur.
Diğer taraftan, yazının başında alıntılandığımız ifadede geçen, “kanlı eylem karşısında, ABD dememek için kıvrananlar” ibaresi de ayrı bir soru konusu.
ABD’nin Kuzey Irak’da PYD/YPG’yi desteklemesi, iktidar tarafından, ABD yönetimine karşı dile getirilmiş bir husus. Bunun ötesinde, Taksim eyleminin ardında ABD’nin olduğu mu düşünülüyor?
İçişleri Bakanı’nın bu yönde yaptığı açıklama hâlâ izaha muhtaçtır ve doğal olarak, muhalefet partileri tarafından “öyleyse gereğini yapın” şeklinde karşılık bulmuştur.
Takdir edersiniz ki, bunun gereği, en azından ‘diplomatik nota’dır. Ortada böyle bir gelişme yok; olmadığı gibi ABD ile ilişkiler normal seyrinde, hatta Ukrayna savaşı dolayısı ile yoğun bir şekilde devam ediyor.
Cumhurbaşkanı, bu olayın hemen ardından Biden ile görüşüyor, ABD ve Rus istihbaratları Ankara’da buluşuyor. Tüm bunlar olurken, “terör olayının ardından ABD’yi telaffuz etmemek için kıvrananlar” kimlerdir?
Mantık, siyasi hesaplarla, içerde ABD karşıtı popülizmi kışkırtmak ise, bu da çok ama çok vahim bir iştir. Zira, kışkırtmak kolay, yatıştırmak zordur.
Sonuçta, bu denli acı bir olayın ardından izlenen iç politika, nereden bakarsanız bakın demokrasiye verdiği zararın ötesinde, ülkenin iç barışına ve hatta güvenliğine zarar verir mahiyettedir.
Hâlihazırda, sırtını iktidara dayamak, eline kalem alanın nefret ve kışkırtmaya girişmesinin önünü açıyor, vebali büyüktür.