“Asrın Felaketi” adı verilen Kahramanmaraş merkezli deprem, şehirlerimizi tarumar etti. Binlerce canımız Hakkın Rahmetine kavuştu. Bölgede her bir aileden vefat edenler oldu.
Şehirler adeta hayalet kentlere dönüştü. Depremden etkilenen halkın bir kısmı belki geçici belki de kalıcı olmak üzere başka şehirlere göç etti. Şehirlerin kültürü de yıkılan binaların altında kaldı.
İnsanlar acılarını bağırlarına bassa da hayat bir şekilde devam edecek. Ayağa kalkan yeni bir diriliş ile yoluna devam edecek.
Deprem bölgesinde yeniden yapılaşmanın vaadini veren devlet; zemini kayaç, tepelik alanlarda inşaata başlayacak.
Maraş depremi bilinen bir gerçeği tekrar hatırlattı: fay hattı geçen ova ve su kenarları şehirleşmeye uygun değil.
Tarih boyunca insanlar; su/ deniz kenarları, yol güzergahı üzeri ve tarımla uğraştıkları arazilerde kentleşmeye gitmişlerdir.
Hayvancılıkla uğraşan topluluklar da otlak alanlarına yakın yerlerde yerleşik hayata geçtiler. Balıkçılıkla geçinenler ise su kıyılarına yerleşti.
İstilacı kavimlerden kaçan milletler de dağ yamaçlarını yerleşim alanı olarak seçmişlerdir.
Dini merkez ya da kutsal alanların etrafında da şehirleşme görülmektedir. Mekke ve Kudüs’ü örnek gösterebiliriz.
Sanayi Devrimi ve modernleşme ile birlikte sanayi bölgeleri, liman, lojistik alanlar ve yerel yönetimlerin hizmet götürebildiği en ücra yerler bile yerleşime açılmıştır.
Deprem bölgesinde yeniden konutlaşma başlatılırken muhtemelen sulak alanlar korunacaktır.
Sulak alan ne anlama gelir? Karasal ve sucul ekosistemler arasındaki geçiş alanlarına; “Sulak Alan” denilmekte. Sulak alanlar yılın önemli bir kısmında su varlığını korur. Sulak alanlar ile bütünleşmiş hayvan ve bitki türleri de bu tanımlamada yer almaktadır.
Sulak alanlar; göl, bataklık, sazlık, lagün, su basar orman, delta, sığ göl, buzul göller gibi farklı su yapılarından oluşmaktadır.
Birleşmiş Milletler öncülüğünde İran’ın Ramsar Şehri’nde, 1971 yılında “Ramsar Sözleşmesi” adı verilen metin, hükümetlerin imzasına açılır. Türkiye; 30 Aralık 1993 tarihinde sözleşmeyi imzalamış, 17 Mayıs 1994’de Bakanlar Kurulu kararı ile taraf olmuştur.
Ramsar Sözleşmesi’nin temelinde sulak alanların korunması yer almaktadır. Ramsar Sözleşmesi’ne taraf olan ülkeler; üç temel yükümlülüğü yerine getirmeyi taahhüt etmektedir.
Her devlet, sahip olduğu sulak alanları uluslararası listeye ekleyecek, sulak alanlar etkin bir şekilde korunacak, sınır aşan sulak alanlar ve buralarda yaşayıp, göç eden hayvan türleri için de uluslararası işbirliği öngörülüyor.
Ramsar Sözleşmesi kapsamında Türkiye’den 14 sulak alan listeye alındı. Burdur Gölü, Seyfe Gölü, Manyas Kuşgölü, Kızılırmark Deltası, Akyatan Lagünü, Uluabat Gölü, Gediz Deltası, Meke Krater Gölü, Yumurtalık Lagünleri, Kızören Obruğu, Kuyucuk Gölü, Nemrut Gölü, Sultan Sazlığı Göksu Deltası listedeki sulak alanlarımız.
14 Adet sulak alanın dışında; 53 Ulusal Önemi Haiz Sulak Alanı, 9 Mahalli Sulak Alanı olmak üzere toplamda 959 bin hektar büyüklüğünde, toplamda 76 adet sulak alanımız tescillenmiştir.
2018 yılından itibaren de bilgisayar ortamında “Ulusal Sulak Alan Bilgi Sistemi” ağına veriler girilmektedir.
Türkiye’de sulak alanların korunması ve takibi Tarım ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Hassas Alanlar Daire Başkanlığı uhdesindedir.
Sulak alanların korunması için mevzuat geliştirilmiş ve sulak alanları tahrip edenler için de cezai müeyyideler yürürlüğe sokulmuştur.
Sulak alan çevresindeki madencilik, turizm, tarım/ hayvancılık, sanayileşme vb. yapılaşma için farklı bilim dallarından uzmanlar resmi rapor hazırlanmaktadır. Bu çerçevede yapılaşma takip edilmektedir.
Yazımızın başlığına dönersek; ülkemizdeki Sulak Alanlar ve Sazlıklar yok olma eşiğine doğru ilerlemektedir. Özellikle çarpık ve plansız kentleşme doğal kaynakları tüketmektedir.
Sulak alanlar, insanlar için cazibe alanı teşkil ediyor. Bu sebeple sulak alanların yakınında yerleşim alanları ve sosyal tesisler kuruluyor.
Tarımdaki vahşi sulama da sulak alanları için tehlike arz ediyor. Bilinçsiz ve aşırı su kullanımı, su rejimini bozuluyor.
Suyun tükenmeyeceği ve sonsuz bir meta olduğu algısı, insanları yanıltıyor.
Suyu kent yaşamında da hor kullanıyoruz. Her ne kadar para ile satın alsak da belirli bir süre sonra elimizdeki para ile su tedarik etmemiz zorlaşacak.
Sulak alanlar kurumaya başlayınca artık geri dönüş olmuyor.
Suyun tasarruf edilmesi gereken değerli bir madde olduğu bilinçaltımıza yerleşmeli. Bu duygu, eğitime başlayan çocuklara, eğitim hayatının her kademesinde verilmeli.
Sultan Sazlığı, Van Gölü kıyısındaki Çelebi Sazlığı, Muş/ Bitlis arasındaki İron Sazlığı, Balıkesir Akçay Sazlığı, Konya Ereğli Akgöl Salığı, Afyon Karamık Sazlığı, Kayseri Hürmetçi Sazlığı, Aksaray Eşmekaya Sazlığı, Muğla Dalyan Sazlığı, Van Dilkaya Sazlığı ülkemizin en bilinen sazlıklarından. Fakat bu sazlıklar, kuruma tehlikesi ile baş başa.
Göl sularında biriken ev, tarım ve sanayi atıkları; sazlıkların kökleri tarafından bünyelerine alınarak su temizleniyor. Sazlıklar, biyolojik arıtma vazifesi görüyor.
Sazlık alanlar birçok bitkiye hayvan türüne ev sahipliği yapıyor. Sazlık alanlarda, hayvan beslenmesinde kullanılan otlar yetişiyor. Biçilerek hasadı yapılan sazlar, farklı el sanatlarında değerlendirilerek pazarda satışa sunuluyor.
Sazlık alanlarda balıkçılıkta ekonomik bir faaliyet olarak devam ediyor. Sazlıklar tabiat/ çevre turizmi kapsamında ziyaret ediliyor. Fotoğraflar çekiliyor.
Sazlıklarda kaçak kesim önlenmelidir. Özellikle yaz mevsimlerinde olası sazlık yangınlarını önlemek için önceden tedbir alınmalıdır.
Sazlık alanlarda aşırı hayvan otlatılması da yöre hayvancıları ile konuşularak engellenmelidir.
Sazlıklar için en büyük tehlike susuzluk. Gerek insan eliyle suyun farklı sektörlerde kullanılması gerekse iklimden kaynaklanan kuruma takip edilmeli. Bu durumdaki sazlıklara su verilmeli ve rehabilite çalışmaları hızlandırılmalıdır.
Nihayetinde sazlıklar, milli ve doğal hazinelerimiz. Kamu ve sivil çevre kuruluşları; halkımız ile işbirliğine gidilerek sazlıklara sahip çıkılmalıdır.