?>

Paylaşılamayan ülke Türkiye’nin ekolojik jeopolitiği, NATO dengesi ve Avrasya stratejisi

Ömür Çelikdönmez

1 gün önce

Paylaşılamayan ülke Türkiye’nin ekolojik jeopolitiği, NATO dengesi ve Avrasya stratejisi

Dünya, yeni bir kutuplaşma dönemine girerken Türkiye, sadece bir coğrafi kavşak değil; aynı zamanda ekonomik, askeri, teknolojik ve ekolojik geçişlerin kesiştiği bir nokta oldu. Bu nedenle öne çıkan; Türkiye'nin Batı mı yoksa Doğu bloğunda mı yer alacağı değil, Türkiye’nin hangi sistemsel vizyonu inşa edeceği ve kimleri bu vizyona dâhil edeceği sorusudur.
Bir yanda ABD ve Birleşik Krallık, Türkiye’yi NATO zinciri içinde tutmak isterken; diğer yanda Rusya ve Çin, onu Avrasya merkezli alternatif düzlemlere çekme çabasında. Bu güç mücadelesinin merkezinde ise sadece güvenlik politikaları değil, iklim krizi, enerji geçişi, su yönetimi ve teknolojik dönüşüm gibi 21. yüzyılın yeni jeopolitik dinamikleri yer alıyor.

Anglo-Sakson rekabeti: Pentagon’un yapısal gücü, Londra’nın yeşil vizyonu…

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), hâlâ NATO’nun doğu kanadında en donanımlı ve kurumsal ordu olarak Pentagon’un radarında. Ortak tatbikatlar, hava sahası yönetimi ve istihbarat paylaşımı gibi alanlarda ABD ile süregelen entegrasyon, askeri düzeyde Washington çizgisinin korunmasına neden oluyor.
Buna karşılık siyasi irade, son yıllarda özellikle Birleşik Krallık ile savunma dışı alanlarda stratejik yakınlaşma gösteriyor. Baykar SİHA teknolojilerinin İngiltere’ye açılması, TF-X savaş uçağı projesinde Rolls-Royce motoru tercih edilmesi ve yeşil dönüşümde İngiltere’den sağlanan finansman desteği, Ankara-Londra hattının geleceğe dönük ve teknoloji odaklı olduğunu gösteriyor.
Londra, Türkiye’yi yalnızca bir müttefik değil; post-Brexit dönemde çevresine kurmaya çalıştığı yeni etki alanının ekonomik ve diplomatik eşiği olarak görüyor.

Ekolojik Jeopolitik: Enerji, su ve iklim ekseni üzerinden stratejik dönüşüm…

Jeopolitik artık sadece ordular, haritalar ve boru hatlarıyla sınırlı değil; iklim dengeleri, su yönetimi, tarımsal üretim ve yeşil altyapı gibi ekolojik faktörlerle birlikte şekilleniyor. Türkiye, bu ekolojik dönüşümün merkezinde yer alıyor.
Karadeniz ve Doğu Akdeniz havzalarında artan enerji gerilimi, GAP bölgesindeki hidro-politik önemi, kuraklık ve gıda güvenliği riskleri, yenilenebilir enerji potansiyeli ve karbon hedefleri, Türkiye’yi sadece enerji tüketen değil, bölgesel iklim dengelerini etkileyen bir aktör hâline getiriyor.
İngiltere, Türkiye’nin bu potansiyeline “yeşil diplomasi” perspektifiyle yaklaşırken; ABD hâlâ enerji güvenliğini TANAP, BTC gibi boru hatlarına dayandırıyor. Dolayısıyla Türkiye'nin ekolojik dönüşüm alanındaki ihtiyaçları, İngiltere ile daha çok örtüşüyor.

Anglo-Sakson çatışması…

Türkiye’nin iç yapısı da bu stratejik rekabetin bir parçası hâline geldi. Düşünce kuruluşları, medya, üniversiteler ve STK’lar üzerinden süren yumuşak güç rekabetinde, ABD merkezli liberal ağlar ile İngiltere destekli çevreci ve teknolojik fonlar arasında bir alan savaşı yaşanıyor.
Bu durum, dış politikanın yönünü sadece devlet politikası olarak değil, zihinsel ve kültürel reflekslerle belirlenir hâle getiriyor. Kiminle ne kadar ortaklık kurulacağına karar veren yalnızca hükümetler değil; aynı zamanda bürokrasi, medya ve akademik çevreler.

Avrasya perspektifi: Rusya ve Çin’in Türkiye hamleleri…

ABD ve İngiltere, Türkiye'yi sistem içinde tutmak isterken, Rusya ve Çin daha esnek, taktiksel ve fırsatçı bir yaklaşımla Türkiye’ye yöneliyor. Rusya: enerji ile kontrol, gerilimle denetim yöntemini deneyimliyor.
Moskova, Türkiye ile ilişkilerinde klasik bir müttefiklik modelinden ziyade, enerji bağımlılığına dayalı yapısal nüfuz ve gerilimi denge unsuru olarak kullanma stratejisi izliyor. Akkuyu Nükleer Güç Santrali, TürkAkım doğal gaz hattı ve S-400 hava savunma sistemleri, bu bağımlılığı pekiştiren somut araçlara dönüşmüş durumda. Bu projeler yalnızca ekonomik değil; aynı zamanda Ankara’yı Batı dışında bir güçle stratejik bağ kurmaya zorlayan siyasi hamleler olarak da anlam taşıyor.
Rusya, Türkiye’yi Batı kampı içindeki bir “denge bozucu” olarak konumlandırmayı hedefliyor: NATO içinde ama zaman zaman NATO çizgisinin dışında hareket eden, kendi sınır bölgelerinde özerk politikalar geliştiren bir oyuncu. Bu da Kremlin’in Ankara’ya yaklaşımında “ne tam müttefik ne de açık rakip” çizgisini benimsemesine neden oluyor.
Türkiye’nin Ukrayna savaşındaki tarafsız ama dikkatli pozisyonu, Bayraktar SİHA'larının Kiev’e satılması ve Montrö Sözleşmesi'nin tavizsiz uygulanması; Moskova için bir stratejik rahatsızlık kaynağı. Ancak Türkiye'nin Karadeniz’e NATO donanması sokulmasına karşı çıkması, Ankara’yı aynı zamanda vazgeçilemez bir denge unsuru hâline getiriyor. Rusya, Türkiye’yi hem sınırlandırması hem elde tutması gereken çok yönlü bir aktör olarak görüyor. Türkiye ise Rusya ile kurduğu bu karmaşık ilişki ağını, Batı ile pazarlıklarında bir kaldıraç olarak değerlendiriyor.

ABD’nin, Çin’i kuşatma stratejisinde Türkiye’yi kullanma arzusu…

Pekin açısından Türkiye, Kuşak ve Yol Girişimi’nin Avrupa’ya uzanan “orta koridoru”nun kalbinde yer alan; aynı zamanda enerji, lojistik ve dijital altyapı açısından stratejik bir geçiş ülkesidir. Ancak bu stratejik pozisyon, Türkiye ile Çin arasında derin, çok boyutlu ve sürdürülebilir bir ortaklık doğurmaya yetmemiştir.
Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne ilişkin toplumsal duyarlılıklar, Çin’in otoriter yönetişim modeline dair kuşkular ve Türkiye kamuoyunda giderek belirginleşen Çin karşıtı popüler algı, bu ilişkinin toplumsal zeminini zayıflatmaktadır. Pekin’in liman yatırımları, hızlı tren projeleri, 5G altyapı teklifleri ve Yuan bazlı ticaret adımları, kısa vadeli işbirlikleri sağlasa da henüz stratejik bir ittifaka evrilememiştir.
Fakat bu alanda dikkat çekici bir başka boyut daha vardır: ABD’nin, Çin’i kuşatma stratejisinde Türkiye’yi kullanma arzusu. Washington, Türkiye’nin Çin ile ekonomik ve teknolojik yakınlaşmasını sınırlamak, hatta engel olmak için çok katmanlı bir baskı mekanizması işletmektedir:
NATO içi güvenlik konseptine 5G altyapılarını entegre etme karşıtı tutumlar, Çin yatırımlarına karşı açık ya da örtük diplomatik uyarılar, dijital veri güvenliği, siber bağımlılık ve altyapı riski argümanları, Türk karar vericileri üzerinde Çin ile yapılan anlaşmaların “Batı entegrasyonunu bozacağı” yönünde oluşturulan söylem baskısı.
ABD, Türkiye’yi yalnızca Çin’e karşı bir engelleyici tampon ülke olarak değil, aynı zamanda Orta Asya'da Pekin’in etkisini dengeleyecek bölgesel bir diplomatik kanal olarak konumlandırmak istemektedir. Özellikle Türk Devletleri Teşkilatı ve Türk dünyası üzerindeki kültürel bağları nedeniyle Türkiye, Washington tarafından Çin’in ekonomik nüfuzuna karşı yumuşak güç temelli bir alternatif temas noktası olarak değerlendirilmektedir.
Bu bağlamda ABD; Ankara'nın, Çin’in Orta Asya’da kurmak istediği “borçlandırma temelli altyapı bağımlılığı” modeline karşı, daha sürdürülebilir ve Batı normlarına yakın bir işbirliği modeli önerebileceğini varsaymaktadır. Türk dili, tarihî bağlar ve Ankara’nın pragmatik dış politika kapasitesi, ABD’nin bölge stratejilerinde Türkiye’ye biçtiği rolü pekiştirmektedir. Özellikle Orta Asya’da ABD’nin uygulamaya çalıştığı “Türk jeokültürel ekseni” söylemi, Çin’in yumuşak gücüne karşı bir tür stratejik savunma hattı niteliğindedir.
Türkiye-Çin ilişkileri, yüzeyde ekonomik fırsatlar ve ulaştırma projeleri üzerinden gelişiyor gibi görünse de; bu ilişkinin derinleşmesi, ABD’nin gölgesi ve stratejik kuşkuculuğu nedeniyle sürekli sınırlanıyor. Türkiye, bir yandan Çin’in altyapı projelerine ihtiyatlı şekilde yaklaşırken; diğer yandan Washington’un bu alandaki hassasiyetlerini göz önünde tutarak denge politikası izliyor.
Bu nedenle Türkiye’nin Çin politikası ne ABD’nin tam denetimine açık ne de Çin’le tam yakınlaşmaya yatkın. Bu durum Türkiye’yi, iki büyük gücün karşılıklı kuşku oyununda jeopolitik bir test alanına dönüştürüyor.

Avrupa’nın gözünde Türkiye: Stratejik ortak mı, kalıcı tehdit mi?..

Bazı Avrupa başkentlerinde, Türkiye’nin Avrupa için yalnızca taktiksel değil, aynı zamanda kalıcı bir jeopolitik tehdit olarak görüldüğü kanaati giderek güç kazanıyor. Avrupalı uzmanlara göre bu algı, sadece son yıllarda ortaya çıkan geçici politik kırılmalarla açıklanamaz; aksine, Türkiye’nin Avrupa güvenlik mimarisi içindeki istikrarsızlaştırıcı rolü, uzun vadeli ve köklü bir jeopolitik sürecin parçasıdır.
Geçmişte, Türkiye'nin Batı ile İslam dünyası arasında bir “medeniyetler köprüsü” rolü üstlenebileceği yönündeki düşünce, özellikle Avrupa Birliği içinde oldukça yaygındı. Bu yaklaşım, NATO-AB sinerjisini güçlendirme bağlamında, Türkiye'nin jeopolitik konumunu bir avantaja çevirmeyi hedefliyordu. Aynı zamanda, Türkiye’nin AB üyeliği süreci, Avrupa-Atlantikçi vizyonun önemli bir parçası olarak değerlendiriliyordu.
Avrupa'nın bu vizyonuna göre Türkiye, özellikle 2000’li yılların başlarında, laiklik ilkesiyle yönetilen Müslüman bir demokrasi modeli olarak sunuluyordu. Bu yaklaşım, yalnızca AB kurumlarında değil, Fransa-Almanya ekseninde şekillenen genişleme tartışmalarında da etkili bir argümandı.

Fransa-Almanya rekabeti ve Türkiye'nin adaylık süreci…

Türkiye'nin AB adaylık süreci, salt Brüksel merkezli teknik süreçlerin değil, aynı zamanda Fransız-Alman siyasi rekabetinin de konusu olmuştur. Almanya genellikle genişlemeye daha ılımlı yaklaşırken, Fransa ise daha temkinli, hatta yer yer engelleyici bir pozisyon almıştır. Bu ikili yaklaşım, Türkiye’nin Avrupa yolculuğunun hiçbir zaman yekpare bir irade tarafından desteklenmediğini göstermektedir.
Avrupalıların son yıllarda, Türkiye'nin dış politikasında neo-Osmanlı eğilimler, gözlemlendiğine dair iddiaları, bu olumlu algının yerini temkinli, hatta düşmanca bir jeopolitik okumaya bırakmasına neden olmuştur. Doğu Akdeniz, Libya, Suriye, Kafkasya ve Afrika gibi birçok alanda izlenen çok boyutlu dış politika, bazı Avrupa başkentlerinde revizyonist ve meydan okuyucu bir güç olarak algılanmaktadır. Korkunun ecele faydası görecelidir.

Türkiye’nin eksen arayışı mı, eksen kuruculuğu mu?

Türkiye, artık sadece kimin yanında durduğuyla değil; kendi etrafında ne inşa etmek istediğiyle tanımlanmak zorunda. Ne Washington’un çizdiği güvenlik haritasına hapsoluyor, ne Londra’nın ekonomik hayaline tümüyle teslim oluyor, ne de Moskova-Pekin ikilisinin yönlendirdiği Avrasya vizyonuna eklemleniyor.
Ankara, giderek daha fazla kendi merkezini kuran, çok kutupluluğu yöneten, çok eksenli stratejiler geliştiren bir oyuncuya dönüşüyor. Ancak bu pozisyonu sürdürebilmek için yalnızca askeri kapasite değil; ekolojik dayanıklılık, dijital altyapı, kültürel direnç ve zihinsel özgüven gerekiyor.
21. yüzyıl artık sadece silahlarla değil; veri, su, toprak ve karbon politikalarıyla yönetilecek. Bu bağlamda Türkiye’nin sorusu değişiyor: “Kimin yanındayız?” değil, “Kim bizimle, hangi geleceği birlikte inşa etmek istiyor?

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

омюр челикдёнмез, Дикгазете

Gerekçeli Kaynakça

https://mid.ru/ru/foreign_policy/news/1976379/

https://www.swp-berlin.org/10.18449/2023RP12/

https://kprf.ru/library/classics/politolog/3654.html

https://moodle.kstu.ru/mod/book/view.php?id=131779

https://lerubicon.org/turquie-et-otan-des-contradictions-visibles-et-insolubles/

https://cyberleninka.ru/article/n/geopoliticheskaya-strategiya-turtsii-v-xxi-v

https://www.csis.org/analysis/turkey-has-no-allies-black-sea-only-interests

https://www.institude.org/opinion/turkeys-divergence-from-nato-a-complex-balance?

https://www.fpri.org/article/2024/12/turkeys-evolving-geopolitical-strategy-in-the-black-sea/

https://www.mfa.gov.tr/ii_---turkey_s-contributions-to-international-peace-keeping-activities.en.mfa

https://www.eurocontinent.eu/la-turquie-du-statut-dallie-au-europeens-a-celui-de-menace-geopolitique/

https://www.foreignpolicyandpeace.org/index.php/en/2019/06/a-new-volume-turkeys-pivot-to-eurasia/

https://www.wilsoncenter.org/article/turkeys-balancing-act-navigating-nato-brics-and-other-global-partnerships

https://www.dikgazete.com/yazi/velinimet-kim-turkiye-ingiltere-iliskilerinde-asimetrik-guven-arayisi-8007.html

https://air-cosmos.com/article/la-turquie-veut-elle-quitter-l-otan-vers-une-rupture-geopolitique-ou-une-redefinition-strategique-69410

https://www.diploweb.com/Planisphere-Geopolitique-de-la-Turquie-membre-de-l-OTAN-et-toujours-candidate-a-l-UE-Avec-D-Schmid.html

YAZARIN DİĞER YAZILARI