?>

ABD-Türkiye ekseninde Salome hâlâ dans ediyor, Yahya hâlâ susmuyor!

Ömür Çelikdönmez

5 saat önce

ABD-Türkiye ekseninde Salome hâlâ dans ediyor, Yahya hâlâ susmuyor!

Kutsal metinlerde anlatılan meşhur hikâyeyi bilirsiniz: Yahya, Kral Herod’un gayrimeşru evliliğini eleştirir. Bu sözler Herod’un karısı Hirodias’ın öfkesini kabartır. Gün gelir, Hirodias’ın kızı Salome bir davette dans eder; Herod büyülenir ve ne isterse vermeyi vaat eder. Salome ise annesinin yönlendirmesiyle Yahya’nın başını ister. Ve hakikati dile getiren bir peygamberin başı, gümüş bir tepside sunulur.
Bu dramatik hikâye, aslında dünün değil, bugünün de hikâyesidir. Bir yanda ihtirasına yenilen Hirodias, diğer yanda zaaflarının esiri Herod, cazibesiyle büyüleyen Salome… Ve bütün bu ihtiras üçgeninin karşısında yalnız başına duran Yahya.
Yahya, doğruyu söyledi. İktidarın hoşuna gitmeyecek bir hakikati dile getirdi. Bunun bedeli ise zindan, ardından da gümüş tepside sunulan bir baş oldu. Tarih boyunca değişmeyen bir kural var: Hakikati dillendirenin başı her çağda tehlikededir.
Bugün Türkiye’nin toplumsal atmosferine baktığımızda, bu hikâyenin gölgesini görmek zor değil. Her dönemde cazip danslar sunan “modern Salome’ler” var: Popülizmin parıltılı vaatleri, ekranlarda köpürtülen sansasyonlar, sosyal medyanın kısa vadeli parıltısı, tüketim kültürünün büyüleyici cazibesi… Bunlar halkı eğlendiriyor, oyalıyor, hatta büyülüyor. Ama sonunda tepside bir “baş” beliriyor: sağduyunun, aklın, ortak değerlerin başı.
Herod’un zaafı, Hirodias’ın ihtirası ve Salome’nin dansı bir araya geldiğinde ortaya çıkan manzara bize yabancı değil. Türkiye’de de kimi zaman popülist çıkışların cazibesi, kimi zaman makam hırsının ihtirası, kimi zaman da bireysel zaaflar yüzünden toplumsal akıl yara alıyor. Gerçekler, çıkarların gölgesinde boğuluyor.
Ama Yahya’yı unutmayalım. O, bu hikâyede sadece bir peygamber değil, aynı zamanda vicdanın, adaletin ve hakikatin sembolüdür. Bugün de toplumda doğruyu söyleyen, eleştiren, hakikati savunan herkes bir nevi ‘Yahya’dır. Kimi zaman susturulmak istenirler, kimi zaman itibarsızlaştırılırlar. Ama tıpkı tarihte olduğu gibi, hakikat bir süre bastırılsa da sonunda yeniden yükselir.
Velhasıl; Salome hâlâ dans ediyor. Hirodias hâlâ ihtiras peşinde, Herod hâlâ zaaflarının esiri. Ama Yahya’nın sesi de hâlâ susmuyor. Bugün Türkiye’nin en büyük ihtiyacı, Salome’nin dansına kapılmadan, Yahya’nın sesine kulak vermek. Çünkü gümüş tepside kaybedilecek olan şey, yalnızca bir baş değil; toplumsal vicdanın ta kendisidir.

Beyaz Saray ziyareti, Türkiye-ABD ilişkilerinde Stratejik Fırsatlar ve riskleri ortaya koyuyor…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın altı yıl aradan sonra yaptığı Beyaz Saray ziyareti, Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni fırsatlar ve risklerin eş zamanlı olarak değerlendirildiği bir döneme denk geldi. Zirvede F-16 ve F-35 alımları, Ruhban Okulu’nun açılması, Halkbank Davası ve Türkiye’nin Rusya’dan petrol alımı gibi konular, iki ülke arasındaki ekonomik ve güvenlik iş birliğinin kritik göstergeleri olarak öne çıktı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yaklaşık altı yıl aradan sonra Beyaz Saray’a yaptığı ziyaretle, ABD ile ilişkilerini yeniden canlandırmayı hedefledi. Bu tek taraflı bir istek değildi. ABD tarafı da aynı iradeyi göstereceğinin sinyalini önceden vermiş; Trump'ın en büyük çocuğu, 48 yaşındaki Donald Trump Jr. ve beraberindeki bir grup iş insanı geçen hafta İstanbul’da Türk yetkililerle görüşmelerde bulunmuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın riyasetindeki Türk heyetinin Washington ziyareti, Ankara’nın büyük bütçeli silah ve ticaret anlaşmaları karşılığında ABD’den siyasi ve ekonomik avantaj sağlamayı amaçladığı bir döneme denk geldi. Ancak bu süreç tek taraflı değildi; ABD de Türkiye ile iş birliğinden stratejik ve ekonomik kazanç elde etmeyi, özellikle bölgesel güvenlik, enerji ve ticaret alanlarında kendi çıkarlarını güçlendirmeyi hedefliyordu.

İki liderin görüşmesinde öne çıkan konular, Türkiye’nin savunma kapasitesini güçlendirmeyi hedefleyen F-16 ve F-35 alımları, dini ve kültürel iş birliği simgesi olarak Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, ABD ile ticari ve hukuki gerilimleri yansıtan Halkbank Davası ve Türkiye’nin enerji tedarikinde çeşitlilik arayışını gösteren Rusya’dan petrol alımıydı.
Bu çerçevede ziyaret, yalnızca diplomatik bir randevu olmanın ötesinde, Türkiye’nin uluslararası pazarlık masasındaki stratejik konumunu güçlendirmeye dönük dikkatli bir hamle olarak değerlendirilebilir. Erdoğan’ın Beyaz Saray’a ziyareti, Türkiye’nin savunma kapasitesi, enerji güvenliği ve ticari ilişkiler üzerinden bölgesel etki alanını genişletme arayışını yansıtıyor.

Aynı zamanda, ABD-Türkiye ilişkilerinin ekonomi, savunma ve enerji güvenliği ekseninde birbirine sıkı şekilde bağlı olduğu, bu alanlardaki gelişmelerin sadece ikili ilişkileri değil, Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Orta Doğu’daki jeopolitik dengeleri de doğrudan etkileyebileceğine dair somut göstergeler sunuyor. Bu bağlamda ziyaret, hem iki ülkenin çıkar çatışmalarını minimize etme hem de karşılıklı stratejik kazanımlar sağlama amacını taşıyor.

ABD-Türkiye Zirvesi: F-35 ve Hava Savunma Müzakereleri…

ABD Başkanı Donald Trump, Erdoğan ile görüşmeleri başlatırken Türkiye’ye yönelik bazı yaptırımların kaldırılabileceğini ve Türkiye’nin F-35 savaş uçağı satın almasına izin verilebileceğini ima etti. Ancak Trump, bunun karşılığında Ankara’nın Rusya’dan petrol alımlarını durdurmasını istedi.
NATO’nun ikinci büyük ordusu olan Türkiye, Orta Doğu, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’de artan tehditlere karşı hava gücünü artırmayı hedefliyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin F-35 programına ilgisi, sadece modern bir savaş uçağı edinme talebi değil; bölgesel hava savunma ve caydırıcılık kapasitesini güçlendirme, Yunanistan, İsrail, İran ve Rusya’ya karşı stratejik bir denge unsuru oluşturma amacı taşıyor.

Türkiye, F-35 projesinin kurucu ortakları arasındaydı; ancak 2020’de Rus S-400 hava savunma sistemlerini satın almasının ardından programdan çıkarıldı. F-35, gelişmiş sensörler, yapay zekâ destekli muharebe sistemleri ve veri paylaşım yeteneklerine sahip “beşinci nesil” çok amaçlı bir savaş uçağı. Bu uçaklar, saatte yaklaşık 1.900 km hıza ulaşabiliyor; ancak asıl önemi, hedefleri yalnızca kendi başına bulup vurabilmekle kalmayıp, topladığı bilgileri diğer uçaklara veya muharebe sistemlerine aktarabilme kapasitesinde yatıyor.
Ayrıca, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Türkiye’nin ABD ile 200’den fazla Boeing yolcu uçağı için anlaşma yaptığını açıkladı. Bu durum, Türkiye’nin hem sivil hem de askeri havacılık alanında stratejik iş birliklerini artırma yönündeki çabalarını ve bölgesel güç dengelerini destekleme arzusunu ortaya koyuyor.
Rusya’nın İran’a F-35 muadili Su-35 savaş uçakları vermesi ve Polonya ile Litvanya’yı insansız hava araçlarıyla denemesi gibi adımlar, ABD’yi Türkiye’ye F-35 tedarik etmeye mecbur bırakacaktır. Türkiye, F-35 projesinden çıkarak sadece SİHA’lara güvenmeye dayalı bir strateji izlediği için hava gücü açısından zayıflamış durumda. Bu bağlamda, İran-Rusya ittifakının ortaya koyduğu güç dengesi, Türkiye’nin hava üstünlüğü açısından dolaylı bir avantaj yaratmış oldu.

Enerji güvenliği ve jeopolitik baskılar Türkiye’nin bölgesel stratejisini şekillendiriyor…

Jeopolitik gelişmeler, küresel enerji sektörünü ciddi biçimde baskı altında tutuyor. Artan enerji fiyatları, olağandışı hava koşulları ve tedarik zincirlerindeki kesintiler, hemen her ülkenin enerji güvenliği endişesini büyütüyor. Savaşlar, işgaller ve bölgesel çatışmalar gibi jeopolitik gerilimler de bu kaygıları derinleştiriyor ve enerji piyasalarında belirsizliği artırıyor.
ABD, Rusya’ya yönelik yaptırımları Avrupa ülkelerine dayatarak Avrupa’nın uzun süredir devam eden Rus enerji tedarikinden kopmasını hedefliyor. Bu yaklaşımın arka planında, Avrupa pazarını Amerikan enerji şirketleri için açmak ve Rusya ile Avrupa arasındaki stratejik bağı zayıflatmak gibi iki temel hedef bulunuyor. Rusya’yı küresel enerji tedarik zincirinin dışında bırakmak, ABD’nin hem ekonomik hem de jeopolitik üstünlük stratejisinin bir parçası olarak öne çıkıyor.
Bu durum, Avrupa’nın enerji güvenliğini kırılgan hâle getirirken, alternatif enerji kaynaklarına yönelme baskısını da artırıyor. Yenilenebilir enerji, LNG ithalatı ve bölgesel enerji iş birlikleri, ülkelerin enerji arzını çeşitlendirme ve Rusya’ya olan bağımlılığı azaltma stratejilerinin merkezine yerleşiyor. Aynı zamanda enerji jeopolitiği, sadece tedarik ve fiyat dengesiyle sınırlı kalmayıp, ülkelerin dış politika ve güvenlik stratejilerini de şekillendiriyor.
Türkiye özelinde bakıldığında, enerji güvenliği hem ekonomik istikrar hem de bölgesel denge açısından kritik öneme sahip. Rusya’dan ithal edilen petrol ve doğalgaz, Türkiye’nin enerji arzında önemli bir paya sahip olduğundan, uluslararası yaptırımlar ve jeopolitik baskılar Ankara’yı tedarik çeşitlendirme stratejilerine yönlendiriyor. Bu kapsamda Türkiye, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’de enerji kaynaklarını güvence altına almayı, LNG terminalleri ve yerli enerji yatırımlarıyla dışa bağımlılığı azaltmayı ve enerji koridorlarını diplomatik pazarlıkta bir araç olarak kullanmayı amaçlıyor.
Sonuçta Türkiye’nin enerji politikası, sadece iç talebi karşılamaya değil, aynı zamanda bölgesel güvenlik ve uluslararası pazarlık masasında stratejik bir güç unsuru olarak hareket etmeye odaklanıyor. Enerji, artık Türkiye için hem ekonomik bir ihtiyaç hem de jeopolitik bir koz niteliği taşıyor.

ABD, EastMed’i kendi çıkarlarına uygun bulmadı ve Türkiye’yi dikkate aldı…

11 Ocak 2022 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri, Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya taşınmasını öngören ve İsrail, Kıbrıs ile Yunanistan arasında planlanan EastMed Projesi’ne verdiği desteği resmen geri çektiğini açıklamıştı. ABD, projenin kendi stratejik ve ekonomik çıkarlarına uygun olmadığını gerekçe gösterirken, Türkiye’nin bölgedeki itiraz ve hassasiyetlerini de göz ardı etmedi.

EastMed Projesi, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervlerini Avrupa’ya ulaştırmayı amaçlayan bir girişim olarak, İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan iş birliğiyle geliştirilmişti. Projenin temel hedefi, Avrupa’nın enerji çeşitliliğini artırmak ve Rusya’ya olan bağımlılığı azaltmaktı. Ancak ABD’nin desteğini geri çekmesi, boru hattının inşasının belirsizleşmesine yol açarken, alternatif enerji güzergahları ve bölgesel iş birliği seçeneklerini ön plana çıkarmıştı.

Türkiye, enerjide dışa bağımlılığa karşı stratejik hamleler yapıyor…

Türkiye, enerji politikalarında işi şansa bırakmayacak kadar reel bir tutum sergiliyor. Son 25 yılda OECD ülkeleri arasında enerji talebinin en hızlı arttığı ülkelerden biri olan Türkiye, elektrik ve doğalgaz talep artışında Çin’den sonra dünyada ikinci sırada yer aldı. Ancak enerji talebinin yaklaşık yüzde 74’ünü dış kaynaklardan karşılıyor olması, Ankara’nın enerji stratejisini hem ulusal güvenlik hem de uluslararası ilişkiler açısından kritik bir alan hâline getirdi.
Bu çerçevede Türkiye, enerji arz güvenliğini güçlendirmek için güzergâh ve kaynak çeşitlendirmesini stratejisinin merkezine yerleştirdi. Yerli kaynakların kullanımını maksimize etmek, yenilenebilir enerji payını artırmak ve nükleer enerjiyi enerji sepetine eklemek, enerji bağımsızlığını artırmaya dönük adımlar olarak öne çıkıyor. Aynı zamanda Türkiye, bölgesel ve küresel enerji güvenliğine katkı sağlamayı ve enerji koridorlarını diplomatik pazarlıkta bir koz olarak kullanmayı hedefliyor.
Doğu Akdeniz’de planlanan EastMed Projesi, Türkiye’nin enerji jeopolitiği açısından önemli bir test alanı oldu. ABD, 11 Ocak 2022’de projeye verdiği desteği geri çektiğini açıklamış, EastMed’i kendi stratejik ve ekonomik çıkarlarına uygun bulmadığını belirtirken Türkiye’nin itiraz ve hassasiyetlerini de dikkate almıştı. Bu gelişme, Türkiye’nin bölgesel enerji koridorlarına dair stratejik yaklaşımının doğruluğunu ve enerjide dışa bağımlılığı azaltma ihtiyacının altını bir kez daha çizdi.
Türkiye, EastMed gibi projelerde dışlanmasının ardından enerji stratejisini çeşitlendirme ve alternatif güzergâhlar oluşturma yönünde hızlandırdı. Karadeniz gazı, Azerbaycan’dan gelen Hazar gazı, LNG terminalleri ve yenilenebilir enerji yatırımları, Ankara’nın hem ulusal arz güvenliğini hem de bölgesel etki alanını artırma çabalarının merkezinde yer alıyor. Böylece Türkiye, enerji alanında hem kendi ihtiyaçlarını güvence altına almayı hem de diplomatik pazarlıkta stratejik bir koz olarak enerji kaynaklarını kullanmayı sürdürüyor.
Anlaşıldığı gibi Türkiye’nin enerji politikası ekonomik kalkınma, enerji güvenliği ve bölgesel jeopolitik etkiyi birleştiren bütüncül bir strateji üzerine inşa edilmiş durumda. EastMed örneği, Ankara’nın enerji jeopolitiğinde esnek ve proaktif bir yaklaşım benimsediğini ve bölgesel dengelerde aktif bir rol oynama kararlılığını ortaya koyuyor.

Türkiye, enerjide Rusya’ya bağımlılığı azaltıyor ve alternatif kaynakları güçlendiriyor…

Türkiye, enerji tedarikinde Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmayı ve Rusya’yı tek seçenek olmaktan çıkarmayı stratejik bir öncelik olarak benimsiyor. Bunun temel nedeni, Karadeniz’deki güçlü Rus askeri varlığı, Kafkasya’daki emelleri ve Rusya-İran askeri iş birliğinin, Türkiye açısından potansiyel bir güvenlik tehdidi oluşturmasıdır. Ayrıca Rusya, Türkiye’nin kendi çıkarlarına ters düşebilecek dış politika tercihlerine karşı enerji tedarikini bir baskı aracı olarak kullanabileceğine dair sinyaller vermektedir.
Bu doğrultuda Türkiye; Karadeniz gazı ve Azerbaycan’dan gelen Hazar gazı gibi alternatif kaynakları kullanıma alırken, ABD ile yapılan LNG tedariki anlaşmaları ve enerji iş birlikleri de arz çeşitliliğini artırıyor. Ayrıca Türkiye, yenilenebilir enerji yatırımları ve nükleer enerji projeleri ile enerji kaynak portföyünü çeşitlendirmeye devam ediyor. Bu yaklaşım, Türkiye’nin enerji güvenliğini güçlendirirken, dış politikada da hem Rusya’ya hem de diğer enerji sağlayıcılarına karşı daha dengeli ve esnek bir pozisyon almasını sağlıyor.

Türkiye, Rusya'dan doğalgaz ve petrol almayacak ama Rus doğalgazı ve petrolünü satacak mı?..

Trump, Erdoğan’ıçok sert bir adam” olarak nitelendirerek, Türkiye’nin Rus petrolü alımını durdurması isteğini gizlemedi. Onun beyanına göre, Rus petrolünün başlıca Avrupa alıcıları arasında Türkiye, Macaristan ve Slovakya bulunuyor; Trump ise bu ülkelerin Rus doğalgazı ve petrol alımlarından vazgeçmelerini sürekli vurguluyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Beyaz Saray ziyareti sırasında eşlik eden Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD ile nükleer enerji alanında yeni bir anlaşma imzalandığını duyurdu.

Bayraktar, “Türkiye ile ABD arasındaki köklü ve çok boyutlu ortaklığı nükleer enerji alanında daha da derinleştirecek yeni bir süreci başlattık” ifadelerini kullandı.
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov ise Trump’ın Erdoğan’dan Rusya’dan petrol ithalatını durdurmasını istemesini değerlendirerek, Türkiye’nin kendi yararına olan ticari ürünleri almaktan vazgeçmeyeceğini vurguladı.
Analistler, Peskov’un açıklamasının, Moskova’nın Türkiye-ABD enerji iş birliğine doğrudan karşı çıkmak yerine, ekonomik çıkarlar ve mevcut kriz koşulları üzerinden hareket edeceğini gösterdiğini belirtiyor. Ukrayna savaşı ve Batı ambargoları nedeniyle ekonomik baskı altında olan Rusya’nın, Türkiye ile enerji ve ticaret ilişkilerini sınırlı ve diplomatik bir çerçevede sürdürmesi; enerji tedarikini daha çok Avrupa ve Asya pazarlarına yönlendirmesi bekleniyor. Bu yaklaşım, Moskova’nın ekonomik kayıplarını minimize etmeye çalışırken, diplomatik gerilimi de yönetme stratejisi olarak değerlendiriliyor.
Türkiye’nin Rusya’dan enerji alımını sonlandırması durumunda, diğer ülkelere Rus doğalgazı ve petrolünü satma olasılığı oldukça düşüktür. Bunun başlıca nedeni, Avrupa Birliği ve ABD’nin Rus enerji ürünlerinin yeniden satışı konusunda uyguladığı sıkı yaptırımlar ve yasal kısıtlamalardır.
Ayrıca, alınan enerji ürünlerini başka pazarlara yönlendirmek lojistik ve fiyat farkları nedeniyle kârlı olmayabilir. Daha olası senaryo, Türkiye’nin Rus enerjisine olan bağımlılığını kademeli olarak azaltırken, Azerbaycan, LNG, Orta Doğu ve Kuzey Afrika gibi alternatif tedarik kaynaklarını devreye sokmasıdır. Bu yaklaşım, Türkiye’nin hem Batı ile ilişkilerini korumasını hem de enerji arz güvenliğini sağlamasını mümkün kılmaktadır

Gazze’de inisiyatif ABD ve Türkiye’de mi yoksa İngiltere’de mi?..

Trump, “Buna izin vermeyeceğim, olmayacak. Artık yeter, durma zamanı” ifadelerini, Netanyahu’nun Cuma günü Birleşmiş Milletler’de konuşma yapmak üzere New York’a geldiği sırada dile getirdi. İsrailli bir yetkili, Trump yönetiminin İsrail’i Batı Şeria’yı topraklarına katma konusunda gizlice uyardığını açıkladı. Bu uyarı, bazı Batılı ülkelerin Filistin’i resmen tanıma kararlarının ardından geldi; ancak İsrail yönetimi bunu konunun kapandığı anlamında değerlendirmedi. Yetkiliye göre; Başbakan Netanyahu, Trump ile Beyaz Saray’da yapacağı görüşmede konuyu yeniden gündeme getirmeyi planlıyor.
Gazze konusundaki uluslararası dayanışmanın yankıları, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gazze konusunda inisiyatif üstlendiğine dair açıklamalarıyla birleştiğinde, bölgesel diplomasi açısından dikkat çekici bir tablo ortaya çıkıyor. Erdoğan hem İslam ülkeleri liderleri hem de Batılı aktörler nezdinde Gazze’nin önemini öne çıkararak insani ve siyasi bir gündem oluşturuyor. Trump’ın Erdoğan’ı yanına alarak diğer İslam ülkeleri liderleriyle gerçekleştirdiği toplantı, ABD ile İngiltere arasındaki Ortadoğu politikaları konusundaki rekabet ve ayrışmayı da görünür kılıyor. İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’in, Gazze’de savaş sonrası geçiş yönetimi liderliği konusunda yürüttüğü temaslarla örtüşen bu dönemde, İngiltere’nin özellikle Filistin ve Gazze meselesinde Rusya ve Çin ile birlikte ABD’ye karşı strateji geliştirdiği gözlemleniyor. Bu bağlamda, TrumpErdoğan hattının ön alıcı bir rol üstlenmesi, İngiltere’nin bölgesel etkisini sınırlama ve kendi stratejik inisiyatifini güçlendirme çabalarına karşı önemli bir hamle olarak değerlendiriliyor. Bu durum, Gazze üzerinden şekillenen jeopolitik dengelerde ABD ve Türkiye’nin girişimlerini öne çıkarırken, İngiltere’nin etkisinin sınırlandırılabileceğini gösteriyor.
Gazze konusundaki uluslararası dayanışmanın yankıları, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Gazze konusunda inisiyatif üstlendiğine dair açıklamalarıyla birlikte değerlendirildiğinde, bölgesel diplomasi açısından dikkat çekici bir tablo ortaya çıkıyor. Erdoğan hem İslam ülkeleri liderleri hem de Batılı aktörler nezdinde Gazze’nin önemini öne çıkararak insani ve siyasi bir gündem oluşturuyor.

Trump’ın Erdoğan’ı yanına alarak İslam ülkeleri liderleriyle gerçekleştirdiği toplantı ise, ABD açısından hem Erdoğan’ın bölgesel etkisini dengeleme hem de Filistin meselesinde aktif bir diplomatik kanal oluşturma çabası olarak okunabilir. Bu gelişmeler, Gazze üzerinden şekillenen jeopolitik dengelerde Türkiye’nin ve ABD’nin rolünü, İsrail’in stratejik hamleleriyle birlikte yeniden gözden geçirmeyi gerektiriyor.

Erdoğan, ABD’den dönmeden Bahçeli’nin ‘TRÇ’ ittifakı açıklaması ne anlama geliyor?..

MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli, TRÇ İttifakı önerisini detaylandırarak, Türkiye, Rusya ve Çin arasında kurulacak eşit paydaşlık esaslı bir işbirliğinin Avrasya’da yeni bir düzenin temelini oluşturabileceğini söyledi. Bahçeli, “Türkiye’nin NATO üyeliği sınırlarını aşamıyorsa, iki yöne bakma zamanı gelmiştir” dedi.
Bahçeli’nin TRÇ (Türkiye-Rusya-Çin) İttifakı önerisi, Avrasya’da eşit paydaşlık esaslı bir iş birliği vurgusunu taşıyor. Bu yaklaşım, Türkiye’nin yalnızca Batı eksenine bağımlı kalmaması gerektiğini, aynı zamanda Rusya ve Çin ile dengeli ve karşılıklı fayda sağlayan bir stratejik ilişki geliştirmesi gerektiğini işaret ediyor. “Türkiye’nin NATO üyeliği sınırlarını aşamıyorsa, iki yöne bakma zamanı gelmiştir” sözü de Ankara’nın mevcut Batı odaklı güvenlik ve savunma stratejisinin sınırlılıklarını kabul ederek, alternatif diplomatik ve ekonomik kanallar geliştirme gerekliliğine dikkat çekiyor.
Türkiye’nin mevcut iktidar denkleminde, Bahçeli’nin bu çıkışı hem içeride hem de dış politikada birkaç boyut kazanıyor. İç politikada, TRÇ önerisi, iktidar bloğunda Türkiye’nin yalnızca ABD ve NATO eksenine yaslanamayacağı mesajını güçlendiriyor. Bu, özellikle MHP’nin milliyetçi ve Avrasya odaklı söylemleri ile Erdoğan’ın pragmatik Batı ve ABD iş birliklerini dengeleme çabasını tamamlayıcı bir unsur olarak işlev görebilir.
Bölgesel strateji açısından ise Türkiye hem enerji güvenliği hem savunma kapasitesi hem de diplomatik inisiyatif açısından Batı ile ilişkilerini yeniden şekillendiriyor. TRÇ önerisi, Türkiye’nin Rusya ve Çin ile kurulacak dengeli iş birlikleri üzerinden Avrasya’da kendi jeopolitik ağırlığını artırma vizyonunu simgeliyor. Özellikle enerji, ticaret ve savunma alanlarında Rusya ve Çin ile eşit paydaşlık perspektifi, Batı’ya karşı bir pazarlık gücü yaratma potansiyeli taşıyor.

Bahçeli’nin eşit paydaşlık vurgusu, Türkiye’nin mevcut uluslararası konumunu hem Batı hem Doğu ekseninde optimize etme niyetini gösteriyor. Bu, özellikle ABD-Türkiye zirvelerinde F-35, nükleer enerji ve enerji tedarik çeşitlendirmesi gibi konuların öne çıktığı bir dönemde, Ankara’nın alternatif stratejik yolları masada tutmak istediğini ifade ediyor.
İki yöne bakma zamanı” ifadesi, Türkiye’nin NATO üyeliğini tek başına bir güvenlik garantisi olarak görmeyeceğini ve Batı eksenli stratejinin sınırlılıklarını kabul ettiğini gösteriyor. Bu, içeride milliyetçi ve Avrasya yanlısı kamuoyunu memnun ederken, dışarıda da Batı ile ilişkilerde daha esnek ve pazarlıkçı bir duruş yaratıyor.
Bahçeli’nin TRÇ ittifakı önerisi, Türkiye’nin iktidar denkleminde hem iç politikada milliyetçi ve Avrasya odaklı bir denge unsuru hem de dış politikada Batı ile Doğu arasındaki stratejik manevra alanını genişleten bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Erdoğan’ın Batı ile diplomatik ilişkileri sürdürmesi ve ABD ile stratejik iş birliklerini derinleştirmesi, Bahçeli’nin önerisiyle birlikte okunursa, Ankara’nın çok eksenli bir dış politika ve enerji-diplomasi stratejisi yürüttüğü görülür.

Bahçeli’nin “TRÇ ittifakı” mesajı ve Türkiye’nin dış politika tercihlerine eleştirel bakış…

Bahçeli’nin son sözleri, Erdoğan hükümetinin dış politika tercihleri konusunda belirli bir endişeyi veya eleştirel bakışı yansıttığı biçimde okunabilir. Bu beyan, birkaç önemli boyutu ön plana çıkarıyor: Öncelikle TRÇ İttifakı vurgusu, yalnızca Avrasya’da dengeli bir iş birliği çağrısı değil, aynı zamanda Batı odaklı stratejilerin sınırlılıklarını da işaret ediyor. “İki yöne bakma zamanı gelmiştir” ifadesi, Türkiye’nin NATO ve ABD eksenli politikalarına eleştirel bir mesaj içeriyor; dolayısıyla doğrudan bir rahatsızlık belirtisi olarak yorumlanabilir.
İkincisi; Bahçeli’nin iç politika hamleleri ve arabuluculuk rolü, açıklamalarının daha geniş bir stratejik bağlamla okunmasını sağlıyor. Emniyet bürokrasisindeki atamaları eleştirmesi, yargı süreçlerinin şeffaf olması gerektiğini vurgulaması ve Ahmet Türk’ün Mardin Belediye Başkanlığı konusundaki yorumu, Cumhur İttifakı içindeki dengeyi gözetme ve hükümet politikalarını düzeltme veya sınırlama amacını yansıtıyor. Bu tür çıkışlar, MHP liderinin, hükümetin uygulamalarına yönelik uyarı ve denetleme rolü üstlenebildiğini gösteriyor.
Dolayısıyla TRÇ İttifakı açıklaması, sadece uluslararası diplomasi bağlamında değil, içerideki iktidar ve muhalefet ilişkilerinin dengelenmesi perspektifinden de okunmalı. Bu açıdan bakıldığında, Bahçeli’nin sözleri, Erdoğan hükümetinin dış politika yönelimlerine dair bir ölçüde rahatsızlık ve alternatif stratejik yollar önerme niyetini taşıyor gibi değerlendirilebilir.
Özetle; Bahçeli’nin hem içerideki arabuluculuk hem de dış politika mesajları, Cumhur İttifakı içindeki dengeyi koruma ve Erdoğan hükümetine diplomatik bir uyarı niteliğinde okunabilir. Bu rahatsızlık hem Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde hem de Doğu eksenli alternatif stratejilerde dikkatli bir yönlendirme talebine işaret ediyor.
Son söz Tonyukuk Yazıtı’ndan: “Tanrı, yarlık buyurur; beyler, ulus için adaletle davranınız; sözünüzde doğru olun; halkı azdırmayınız, ulusu bölmeyiniz.”

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

омюр челикдёнмез, Дикгазете

Seçilmiş Kaynakça

https://www.bbc.com/turkce/articles/cn0xyd50jnko
https://www.bbc.com/turkce/articles/c4gwpjj4pkdo

https://www.jpost.com/middle-east/article-868675

https://kafkassam.com/amerika-turk-akimina-neden-karsi.html

https://www.yenisafak.com/yazarlar/rasim-ozdenoren/hazreti-yahyanin-bai-10174

https://blog.milliyet.com.tr/salome-nin-ask-dansi/Blog/?BlogNo=466540#google_vignette

https://www.sozcu.com.tr/trump-in-oglunun-erdogan-la-gizlice-bulustugu-dogrulandi-p229158

https://x.com/tufangulaltay/status/1971472714054459725?t=b--ikepB1ZIT5cqkmVWi3w&s=19

https://iktibasdergisi.com/2022/01/11/yunanistanin-umut-bagladigi-eastmede-abd-destek-vermedi/

https://www.salom.com.tr/haber/138814/trump-israilin-bati-seriayi-ilhak-etmesine-izin-vermeyecegim

https://www.dikgazete.com/yazi/enerji-jeopolitigi-ve-avrupa-yi-bekleyen-trajedide-turkiye-nin-rolu-4901.html

https://www.israeltoday.co.il/read/trump-turns-genocide-charge-back-on-hamas-little-babies-were-chopped-in-half/

https://tr.euronews.com/2025/09/25/trump-erdogani-beyaz-sarayda-agirladi-abd-f-35-satis-yasagini-kaldirmayi-degerlendiriyor

https://www.agos.com.tr/tr/yazi/35831/trump-beyaz-saray-da-erdogan-ile-gorustu-gundem-f-16-f-35-halkbank-davasi-heybeliada-ruhban-okulu

https://anlatilaninotesi.com.tr/20250926/bahceliden-trc-ittifaki-mesaji-nato-gormezden-geliyorsa-her-iki-yone-bakma-zamani-gelmistir-1099684917.html

https://www.bilincdisiyayinlari.com/blogs/tematik-sozluk/salome?srsltid=AfmBOooFAPHA7SCQDYn0+EnkJx4ao8B3eXDiELOP4cv+_gxK0L-UUaAT3N

YAZARIN DİĞER YAZILARI