?>

Bakanlar Kurulu değişikliği Cumhurbaşkanının gündeminde mi!

Ömür Çelikdönmez

15 saat önce

Bakanlar Kurulu değişikliği Cumhurbaşkanının gündeminde mi!

Ankara koridorlarında rüzgâr yön değiştirdi. Kulislerde dillendirilen kabine revizyonu ve valiler kararnamesi, artık bir idari düzenleme değil, devletin kendi iç nabzını ölçme girişimi ve devlet aklının kendini yeniden konumlandırma girişimi olarak görülüyor. Bu yaklaşımın nedenlerini yazalım.
CİMER cinneti!..
Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’ne yapılan şikayet başvurularındaki keskin artış, halkın yönetimden beklentisini değil, inancındaki erozyonu gösteriyor. Vatandaş artık “duyulmak” değil, “anlaşılmak” istiyor. Her mesaj, her şikayet bir tür sivil alarm sinyali gibi. Vatandaş artık “şikayet” etmiyor; bir tür çaresizlik bildirisi gönderiyor.

Milli eğitimin başarısız kadroları!..

Milli Eğitimde hedeflenen başarı oranları tutmadı; çünkü sistem, bilgiye dayalı değil. Bir zamanlar geleceği şekillendirecek nesiller yetiştirmesi beklenen Millî Eğitim Bakanlığı, artık farklı ideolojik ve dini grupların güç mücadelesi verdiği bir alan hâline geldi. Kimi vakıf, kimi cemaat, kimi sendika eliyle bürokraside nüfuz savaşı yaşanıyor; liyakat, yerini mensubiyet kriterine bırakıyor.
Bu tablo, yalnızca eğitimde değil, devletin kurumsal omurgasında da paralel yapılanmaların yeniden filizlenmesine yol açıyor. Okul yöneticilikleri, öğretmen atamaları, hatta müfredat komisyonları bile çoğu zaman pedagojik ölçütlerle değil, ideolojik yakınlıkla belirleniyor. Öğretmen motive değil, öğrenci umutsuz, veli güvensiz.
Bir yanda özel okulların ticarete dönüşen eğitim anlayışı; diğer yanda cemaat kurslarına yönlendirilen yoksul öğrenciler. Sınav sistemleri her yıl değişiyor, müfredat ideolojik rüzgâra göre eğilip bükülüyor. Üniversite mezunları iş bulamıyor, ama bakanlık içindeki bazı klikler hâlâ kadro kavgasında.
Eğitim artık bir kalkınma aracı değil, ideolojik nüfuzun laboratuvarı. Devletin asli görevi olan “eşit ve nitelikli eğitim” ilkesi, gruplar arası denge siyasetinin gölgesinde kaldı. Ve bu durum, uzun vadede sadece eğitim krizine değil, devletin ideolojik tarafsızlık ilkesinin aşınmasına da zemin hazırlıyor.
Bu yüzden eğitimdeki başarısızlık yalnızca sınav sonuçlarının düşmesiyle açıklanamaz; bu, devlet kapasitesinin ideolojik sızmalara açık hale gelmesinin bir yansımasıdır. Kısacası; bugünün en ciddi beka problemi ne dışarıda ne ekonomide; sınıf sıralarında, müfredat sayfalarında gizlidir. Çünkü bilgi yerine inanç dayatıldığında, geleceği akılla değil aidiyetle ölçen bir toplum ortaya çıkar; o da devletin en sessiz ama en tehlikeli kırılma noktasıdır.

Halk içindeki muteber nesne sıhhat sizlere afiyet!..

Sağlık sistemi, ciddi bir etik kriz ve güven erozyonuyla karşı karşıya. Hastaneler, şifa dağıtan kurumlar olmaktan çıkarak, ihale yolsuzlukları, malzeme eksiklikleri ve kaynak israfı ile anılan bir düzene dönüştü.
Bu aksaklıkların en çarpıcı örneklerinden biri, kamuoyuna “Yenidoğan Çetesi” olarak yansıyan vakadır: Yoğun bakımda olması gereken bazı bebeklerin, kritik ilaç ve malzeme eksikliği yüzünden risk altında kalması, sürecin hastane bürokrasisi ve tedarik aksaklıklarıyla bağlantılı olduğu iddialarını gündeme getirdi.
Doktorlar ve sağlık personeli üzerindeki ağır bürokratik yükler, tedaviye erişimi daha da zorlaştırıyor; hastaneler artık çoğu zaman çıkar ve rant ilişkilerinin gölgesinde işleyen bir laboratuvar hâline geldi. Bu tablo yalnızca sağlık hizmetinin kalitesini düşürmekle kalmıyor, aynı zamanda toplumun devlete olan güvenini aşındıran ciddi bir beka sorununu işaret ediyor.

Fakir-fukara, garip-gureba…

Sosyal yardımlar alanında da ciddi aksaklıklar karşımıza çıkıyor. Bir zamanlar toplumun en kırılgan kesimlerine -şehit yakınları, dul ve yetimler, yoksul vatandaşlar, engelli ve yaşlılar ile çocuklar- ulaşmak için oluşturulan bu mekanizma, bugün bürokratik engeller ve “oldu-bitti” uygulamalarıyla işlevsiz hâle gelmiş durumda. Basına yansıyan olaylar bir yana, yansıtılmayan vakalar da sistemdeki boşlukları ve ihmalleri gözler önüne seriyor.
Kaynakların yanlış kullanımına, kayıt dışı uygulamalara ve yer yer kayırmacılığa rastlanıyor. Bu durum, yalnızca yardıma muhtaç bireylerin hayatını zorlaştırmakla kalmıyor; toplumun devlete olan güvenini sarsan, etik ve kurumsal bir çöküşün simgesi hâline geliyor. Ayrıca, sistemdeki aksaklıklar sosyal adalet algısını da derinden zedeliyor.

'Turist Ömer' Turizm Bakanı olursa!..

Turizm sektörü de ruhsat mafyalarının elinde tekelleşme eğilimi gösteriyor. Denetim eksikliği, kayırmacılık ve imar rantı, sahilleri ve tatil bölgelerini adeta birer çıkar alanına dönüştürmüş durumda. Ülkenin en önemli döviz kaynağı bile bu rant ağlarının insafına bırakılmış. İhmallerin doğal afetlerle birleştiği örnekler, felaketin boyutlarını daha da görünür kılıyor: Kartalkaya’daki turizm alanında çıkan yangın, bölgedeki ekosistemi ve tesis altyapısını tehdit ederken, koordinasyon eksikliği ve denetimsiz yapılaşma, kriz yönetimini zayıflattı. Benzer şekilde, Kırklareli İğneada’da yaşanan sel felaketinde, su baskınları sonucu bungalovlarda kalan vatandaşlar hayatını kaybetti; hem altyapı eksikliği hem de önlem yetersizliği felaketin, can kaybıyla sonuçlanmasına yol açtı.
Bu tablo, sadece ekonomik kazancı değil, turizm sektöründeki sürdürülebilirlik, güven ve devlet kapasitesi algısını da derinden zedeliyor; ihmal ve denetimsizlik, doğa ve insan hayatı üzerinde doğrudan bir beka riskine dönüşmüş durumda.

Hayat pahalılığı…

Ekonomi ise, tüm resmi açıklamalara rağmen kronik bir darboğazdan çıkamıyor. Ülkenin tüketici fiyat endeksi (TÜFE/ CPI) yıllık bazda hâlâ yüzde 30–40 bandında seyrediyor; örneğin 2025 Mart ayında yıllık enflasyon yüzde 38,1 olarak açıklandı.  Bu kadar yüksek yaşanan fiyat artışları, halkın alım gücünü eritirken, gerçek gelirlerle fiyat artışı arasındaki makas her geçen gün açılıyor.
Aynı zamanda, yatırımcı güveni çökmüş durumda: İç ve dış yatırımcılar “öngörü” ararken, belirsizlikler, yüksek enflasyon ve döviz kuru oynaklığı yatırım kararlarını erteletiyor. Bu da toplam yatırım harcamalarının (gross fixed capital formation) büyüme katkısını düşürüyor ve ekonominin potansiyel büyüme hızını aşağı çekiyor. Örneğin; OECD 2025 için Türkiye’de GSYH büyümesini yalnızca yüzde 3,1 olarak projelendiriyor.
Ayrıca, fiyat istatistiklerinde “şıklaştırma” (makyaj) algısı hâkim: Resmî rakamlar, iyileşme çizgisinde görünse de sahadaki hayat pahalılığı, halk için gündelik bir beka meselesi hâline gelmiş durumda. Özellikle gıda, konut-kira, ulaştırma ve sağlık gibi temel harcama kalemlerindeki artışlar, hane halklarının bütçelerinde zorunlu harcama paylarının artmasına ve tasarruf imkanlarının hızla erimesine yol açıyor. Enflasyonun yüksek seyrinde nominal ücret artışları olsa da reel ücretler, fiyatlar karşısında geriliyor; bu da tüketimin aşınmasına ve iç talebin yavaşlamasına neden oluyor.
Böylece, yüksek enflasyon + düşük güven + zayıf büyüme üçlüsü, yalnızca ekonomik göstergeleri değil, toplumsal ve yönetsel algıyı da etkileyen bir yapısal riske dönerken; ekonomideki bu stagnasyon yönetişim kapasitesi, güven ve devletin sahadaki etkinliği bağlamında “beka” ölçütü olarak okunmaya başlıyor.

Adalet mülkün temeli olmalı!..

Adalet sisteminin yavaş işleyişi yalnızca bir söylem değil, ciddi istatistiklerle de doğrulanıyor. Örneğin; 2022 yılı için yayınlanan verilere göre Türkiye’de birinci derece mahkemelerde hâlâ 7 milyon 065 bin 571 dava beklemede; bu dosyaların bir kısmı yıl boyu sonuçlanmayarak ertelendi. Yüksek mahkemelerde durum daha da sıkıntılı: European Court of Human Rights (AİHM) verilerine göre 2023 sonu itibarıyla yaklaşık 23 bin 400 başvuru Türkiye kaynaklı olarak kararda bekliyor.

Aman ormancı…

Orman yangınları, iktidarın reflekslerindeki zafiyetin en çıplak göstergesi olmaya devam ediyor. Örneğin; yalnızca 2025 yılının ilk çeyreğinde Türkiye genelinde 340 üzerinde ciddi yangın çıktığı açıklanmıştır. Özellikle Haziran–Temmuz döneminde, rüzgârın saatte 40–50 km’ye ulaştığı ve sıcaklıkların 45 °C üzerine çıktığı bölgelerde -örneğin İzmir’de- 50.000 ’in üzerinde kişi tahliye edildi. Yıl başından bu yana uydu verilerine göre Türkiye’de yüksek güven seviyeli yaklaşık 940yangın alarmı” (VIIRS fire alerts) tespit edilmiş durumda.
Ancak problem sadece sayılarda değil, müdahaledeki gecikme ve koordinasyon eksikliğinde yatıyor. Yangın ihbarından sonra uçakların havalanmasında ve etkilenen bölgelerde zamanında müdahalede gecikmeler yaşanıyor; bu da “bürokrasinin hantallığı doğanın hızına yetişemiyor” tespitini doğruluyor. Ayrıca, yangın oranlarının yüksekliği, bölgesel altyapı eksiklerini, yangınla mücadelede araç‑gereç ve personel yetersizliklerini, kurumsal hazırlıksızlığı gözler önüne seriyor.
Tüm bunlar, sadece doğayı değil, devletin afet yönetimi kapasitesini, sahadaki karar alma süreçlerini ve halkın güven algısını yakıp geçiyor. Çünkü yangınlarda gecikme, ihmalle birleştiğinde “devlet nerede?” sorusunu doğuruyor ve bu da bir beka sorunu hâline geliyor.

Devlet, ceviz ağacı değil her şeyin farkında!..

İktidar cephesi tüm bu aksaklıkları okuyor. Son dönemde muhalefete yönelik yargısal ve idari müdahaleler, sadece siyasi bir hamle değil, kontrollü bir istikrar operasyonu olarak okunuyor. Belediyelere yapılan incelemeler, sosyal medya denetimleri, bazı muhalif isimlere yönelen hukuki baskılar; sistemin “güvenlik refleksi” adı altında siyasi alanı daraltma çabası olarak değerlendiriliyor.
Ancak bu strateji, kısa vadede düzeni sağlasa da uzun vadede meşruiyeti aşındırma riski taşıyor. Çünkü devletin bekası, muhalefetin susturulmasıyla değil, toplumsal rızanın yeniden inşasıyla mümkündür. Halkın güveni olmadan hiçbir otorite, uzun ömürlü olamaz; baskı, otoriteyi güçlendirmez, sadece geçici bir sessizlik sağlar.
Bugün Türkiye, idari reformla siyasi rötar arasında sıkışmış durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önünde iki yol var: Ya kabine değişikliğiyle birlikte devletin sinir sistemini tazeleyecek, ya da mevcut tabloyu koruyarak beka riskini kalıcı hale getirecek.
Uzun süredir kamuoyunun gündeminde yer alan kabine değişikliği ve valiler kararnamesi iddiaları yeniden hız kazandı. Ankara kulislerinde konuşulanlara göre, bütçe görüşmelerinin Meclis’te başlayacağı Aralık ayına kadar, yeni kabine ve bürokratik yapılanmanın şekillenmesi bekleniyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni dönemde kabineyi, “daha sahada aktif ve ekonomik reformlara odaklı” bir yapıya dönüştürmeyi hedeflediği ifade ediliyor.
Erdoğan’ın bu konudaki yaklaşımını, zaman zaman yaptığı açıklamalardan anlamak mümkün. Ülke gündemindeki önceliklerini ekonomi, turizm, güvenlik ve dış politika olarak vurgulamıştı. Ancak son dönemde Beştepe’de sessiz ama gergin bir hazırlık içinde olduğu gözlemleniyor. Kamuoyu “Kabine revizyonu olacak mı?” diye sorarken, Beştepe’de bu soru “kim gitmeli, kim kalmalı?” biçiminde çoktan masaya yatırılmış durumda.
Cumhurbaşkanı için kabine, yalnızca bir ekip değil, bir denge tablosu anlamına geliyor. Bir bakanın gitmesi, sistemin terazisini değiştirebilir; bu yüzden adımlar hem yavaş hem hesaplı atılıyor. Erdoğan uzun süredir farkında: Kabinedeki bazı isimler halkta karşılık bulmuyor. Özellikle “bürokrat tipi bakan” profili artık sahadaki beklentileri karşılamıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, sahaya inemeyen bakanlardan rahatsız; yerine, teşkilatın diliyle konuşan, ancak medyayı da etkin kullanabilen isimler arıyor.
Bu nedenle kulislerde, 2023 seçimlerinde liste dışı kalan bazı eski milletvekillerinin kabineye sürpriz dönüşü konuşuluyor. Erdoğan’ın sabrının sınandığı alan ise ekonomi. Ekonomideki görünmeyen ikinci halkalar -yardımcılıklar, danışmanlar, koordinatörler- de değişebilir. Bu, sadece kadro değişimi değil; politik vites düşürme veya artırma kararı anlamına geliyor.
Önemli bir boyut da, yeni anayasa değişikliği çalışmaları ekseninde kabinenin şekillendirilecek olması. Yeni anayasa kabul edilirse, kabineye ilişkin yetki ve sorumluluk dağılımı değişebilir; örneğin, bakanların görev tanımları ve Cumhurbaşkanına karşı sorumlulukları yeniden düzenlenecek, Meclis denetimi ve onay süreçleri farklılaşacak. Bu durum, Erdoğan’ın stratejik olarak hangi bakanları sahaya indireceğini, hangi kadrolara güveneceğini ve hangi reformları hızlandıracağını önceden planlamasını gerektiriyor. Yani, mevcut revizyon, yalnızca bugünkü dengeyi değil, gelecek anayasal çerçevede şekillenecek kabineyi öngörerek yapılan proaktif bir hamle anlamı taşıyor.
Cumhurbaşkanı, genellikle seçim döneminin tam ortasında kabine değişikliğine gider. Şu anda o eşiğe çok yakın. Bu dönemki değişim, yerel seçim sonrasında “siyasi yeniden doğuş” olarak paketlenecek. Kabine değişikliği olursa, bu sadece görev değişimi değil; AK Parti’nin 2028 vizyonunun yeni yüzleri olarak sunulacak.
Özetle; kabine değişikliği bir “ruh yenilemesi” anlamı taşıyor. Erdoğan, siyasi ömrünün bu evresinde artık sadece kadro değil, geride bırakacağı miras üzerine düşünüyor. Bu mirasın temeli ise, “hata yapmayan değil, hatayı telafi edebilen insanlarla yürümek” ilkesine dayanacak.

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

омюр челикдёнмез, Дикгазете

Seçilmiş Kaynakça

https://www.wsws.org/en/articles/2025/07/03/blua-j03.htm

https://www.oecd.org/en/publications/oecd-economic-surveys-turkiye-2025_d01c660f-en.htm
https://www.reuters.com/world/middle-east/turkish-annual-inflation-falls-381-march-2025-04-03/
https://x.com/halktvcomtr/status/1985351491318612308?t=GQ8DkdlUgATyt0yW1ZDnHg&s=19

https://memurlarinsesi.com/2025/11/02/kabine-degisikligi-ve-valiler-kararnamesi-icin-geri-sayim/

https://tr.euronews.com/2024/10/12/cumhurbaskani-erdogan-kabinede-bazi-degisiklikler-olabilir

https://yetkinreport.com/2024/12/23/erdogan-yonetiminde-kritik-gelismeler-kabine-degisikligi-yukselen-oy-oranlari/

https://www.ekonomim.com/gundem/kulis-kabine-revizyonu-masada-hangi-bakanlar-kaliyor-kimler-gidiyor-haberi-847060

https://www.kamuajans.com/haber/kabine-degisikligi-ve-valiler-kararnamesi-icin-geri-sayim-basladi-34-vali-2-bakan-608723

https://www.dikgazete.com/haber/cumhurbaskani-erdogan-cumhuriyetimizin-ikinci-asrini-turkiye-yuzyili-yapana-kadar-durmadan-calismaya-devam-edecegiz-972802.html

Cumhurbaşkanı Erdoğan Haberleri

https://www.dikgazete.com/etiket/?q=Cumhurba%C5%9Fkan%C4%B1+Erdo%C4%9Fan

YAZARIN DİĞER YAZILARI