AZİZ CANINA NEDEN VE NASIL KIYDIN?
(Mabeyinci Fahri Bey, İbretnümâ’da anlatıyor)
Yay. Haz. Ramazan Topraklı
[1876 yılı, 4 Haziran Pazar Günü, bugünkü saatle Saat 05.26’da İstanbul’da güneş doğuyor.]
Pazar günü erkenden Valide Sultan’ın üst katta deniz tarafında oturduğu odaya girip, ondan palayı aldım. Zemin kattaki pencereden rıhtımdaki bir zabitle Bnb. İzzet Bey’e gönderdim (s. 14, yaklaşık S. 07.45).
Ondan sonra aşağı yukarı gezinir iken İzzet Bey’in talebi üzerine onun yanına gittim (s. 14, S. 08.30).
İzzet Bey, irâde ile geldiği için üç pehlivanı içeri sokacağım dedi. Ancak sarayın öbür başı, alt katta pehlivanlar için bir yerin haremden ayrılıp bölünmesi şartıyla kabul ettim ve ambardan adam istendi (s. 14-15).
(Bnb./ Binbaşı) İzzet Bey, gelen yemeklerin içinde bir şey olup olmadığına bakardı (s. 15, S. 08.30).
O sırada Efendimizin yanına çıktım. O, kâh oturur, kâh gezinirdi. Validesi ile ekseri Hazinedar ve bazı cariyeler yanındadır. Ben orta katta deniz tarafındaki zikri geçen oturduğum odaya inip girdim.
Yusuf İzzeddin Efendiyi oda-i mezkûrda bulup biraz konuştuktan sonra yine yukarı çıkıp Efendimizin odada oturduğunu haber aldım ve merdivende oturdum. Hazinedarlar işaretiyle hemen merdivenin üst başında sofaya çıktım (s. 15, S. 09.30).
Efendimiz başında takke, arkasında beyaz işlik, ayaklarında terlik, kolları sıvalı ve hiddetli olduğu halde odadan çıktı.
Beni gördüklerinde "ne var" dedi.
Ben de "hiçbir şey yok, sağlığınız Efendim" dedim.
"Ben abdest alacağım" dedi. Yanında Hazinedarlar olduğu için ben yine merdivende inip oturdum.
Bir müddet sonra (15d-20d) Kevser namında bir Hazinedar beni acele yukarı çağırdı; ben de hemen yukarı çıktım; Efendimizin kapısını kapalı buldum. Valide Sultan, Hazinedarlar, diğer Kalfalar, Kadınefendiler oda kapısının önünde idiler (s. 15, S. 9.50).
Sakalını düzeltmek için el aynasıyla makas istediğini; üçüncü Hazinedar Ebrukeman Kalfa, Valide Sultanın emriyle verdiğini; Valide Sultanı yanından çıkarıp odanın kapısını hiddetle kapadığını söylediler (s. 15, S. 10.00).
O anda bir cariye, içerideki odanın köşe penceresinden, Efendimizin, oturduğu odanın köşe penceresi önünde oturmuş, sakalını düzeltirken gördüğünü söyledi. Biz de Valide Sultan ile aynı yere bakmaya gittik ve göremedik. Koridora çıktığımızda cariyeler feryatlarla odasına girmekteler; kendi canına kıymış, gözlerini açıp kapamaktadır (s. 16, S.10.20).
Doktor için koşarak Çırağan tarafındaki kapıyı açtırıp, karakola giderken rıhtımda İzzet Beye rast geldim, "doktor yoktur" dedi, saraydan çıkan feryatlar üzerine asker saraya silah doğrulttu. Bunları engelledim ve askerlerle birlikte içeri girdim, sofaya çıktığımda Efendimizin öldüğünü öğrendim ve odaya girmedim (s. 17, S. 10.40).
Yusuf İzzeddin, Mahmud Celaleddin, Saliha Sultan ve insanları teskin ettim. Beşiktaş tarafından gelen Haremağaları ile ilgilendim, Hüseyin Avni Paşa karakola gelmiş, beni istemiş, yanına gittim (s. 18, S. 11.40).
-Sultan Abdülaziz'in çocukları; Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi ve Saliha Sultan, 1872-
Hüseyin Avni Paşa, Karakolun dış tarafında bir iskemlede oturuyordu. Olayı hikâye eylerken Mabeyin Müşiri Damat Nuri Paşa geldi ve o da yanımıza oturdu.
O esnada karakolun deniz tarafında Sadrazam Rüştü Paşa ve sair vükelanın toplanmış bulunduğunu Hüseyin Avni Paşa’ya haber verdiler; kalkıp oraya gittik ve talepleri üzerine olayı onlara da hikâye eyledim (s.18, S.11.50).
İbretlik bir olay:
“Efendimizin tabibi Ömer Paşa’yı iki yaver kollarından tutarak ve yerlere sürükleyerek getiriyorlardı. İşbu laîn Ömer Paşa, Efendimize itâle-i lisan (dil uzatma, küfür) ettiği gibi katiyen muayene etmeyeceğini bağıra bağıra söyleyerek edepsizlik ediyordu. Bu hâl bana pek ziyade tesir ettiğinden hemen kalkıp ayağımın altında tepelemek üzerinde iken, Hüseyin Avni Paşa, “vay hınzır, söylediğin sözler nedir, senin veli-i nimetin değil miydi?, tutun şunun formasını sökün, atın hapse” diye emir verdi. O anda nişanlarını söküp kendisini karakola tıktılar. Marko Paşa vükelânın huzurunda “Fahri Bey, gördün mü Efendimizin sadık hekimini, ne hezeyanlar ediyor?” dedi (Baykal, 1989: 18).
İşte Hüseyin Avni Paşa!.. Bu olayın yorumunu okuyucuya bırakıyorum.
Sadrazam Rüşdi Paşa, ağlayarak Valide Sultan’a ta’ziyet ve tesliyet etmek ve ne halde olduğunu haber almak için beni içeri gönderdi.
Valide Sultan üst katta kara tarafındaki bir odada döşek içinde baygın halde ve oda-yi mezkûrda üç zabit vardı. Valide Sultan’a lakırdı söyledimse de o halinden cevap alamayıp Rüşdi Paşa’ya haber verdim (s. 19, S. 12.00).
Merhum Efendimizin na’şı karakola çıkarılmış, celp edilen etibbâ na’şı karakolda keşif ve muayene etmiş, “cesedin henüz donmadığını görmüşler” (Uysal, 2015: 347, Doktorların tuttuğu zabıt).
Etibbâ vefat ettiği yeri görmek istemiş; vükelânın emriyle hekimleri birkaç zabit ile kendi kendini itlâf ettiği odaya götürdüm, bildiğimi onlara anlattım.
Orada bulunan Hazinedarlar dahi hakikat-i hâli beyan ettiler. Odayı muayene ve tahkik ettikten sonra dışarı çıktılar.
Vükelâ orada hazır bulunduğu halde 19 doktor, raporu tanzim ederek imzaladı, makası dahi bir zarfa koyarak mühürlediler. Vakit geç olduğundan cenaze alayını ertesi güne bırakalım dediler, na’şı istimbotla Topkapı’ya gönderdiler. Cenaze aynı gün gömülmüş. (s. 18-19, S. 14.30 - 15.00).
Bu esnada tarafı şer’den gelen heyete ifade verdim (s. 19).
Dr. Bencamin, Harem-i Hümâyûn tabibi olduğu için vak’ayı saraylılardan sorup öğrenmiş; Vâlide Sultan’ın divâne gibi olduğunu işitip, ilâç vermek için yanına gittiğinde, “oğlumun hayatına kıyan ben oldum, bana hekim göndereceğinize cellât gönderin” diye feryatla muayene talebini reddetmiş (Şehsuvaroğlu, 2011: 141-144).
İzzet Bey, İntihar Olayından 10 dk. Sonra Saat 10.40’da Üstlerini Haberdar Etmiş Olsa;
Hüseyin Avni Paşa 45 dk. sonra Saat 11.25’de, Sadrazam Rüştü Paşa ise Saat 11.40’de karakola gelmiş oldukları söylenebilir. Etibbâ (Tabipler) karakola Saat 12.10 sularında gelmeye başlar.
Öğleden bir saat evvel (12.10) gelen hekimlerin (Uysal, 2015: 347) 45 dk. cesedi muayenesi, 45 dk. vefat ettiği odayı görme, Fahri Bey’i dinlemeleri, saray halkının dinlenilmesi, 45 dk. tutanağın tutulması ve imzalanması toplam, en az iki saat tutar ve saat yaklaşık 14.30’u bulur ve cenaze alayı ertesi güne bırakılır.
Abdülaziz’in na’şı bir istimbotla Topkapı Sarayı’na gönderilir.
Mabeyinci Fahri Bey’in anlatımı ve 19 doktorun zaptı, akla, mantığa ve olay yerine uygundur; benim 02 Ey. Pzt, 06 Ey. Cuma, 08 Ey. 2019 Pazar ve 28 Ocak 2020 Salı günleri yapmış olduğum keşfe uygundur (bk. Ekteki resim, plan).
Buna göre Mabeyinci Fahri Bey’in İbretnümâ adlı hatıratı ve doktorların tutanağı en güvenilir belge durumundadır. Maalesef Abdülaziz’in dirisi de, ölüsü de millete zarar vermiştir.
Ancak bu konuda yazanlar, enine boyuna ve derinlemesine incelemeyi bırakın, kaynağa bile bakmıyorlar. Meselâ TDA İslâm Ansiklopedisi için yazılmış Abdülaziz Maddesinin kaynakları arasında Şarl Mismer yok. İbretnümâ’nın ise adı var kendi yok.
"Hüseyin Avni Paşa" Maddesinin kaynakları arasında ise Şarl Mismer ve İbretnümâ yok. Sadece, taraflı Yıldız Mahkemesinin tutanakları var.
Yıldız Mahkemesinin, Yıldız hafiyesi Mahmut Celalettin Paşa’nın gelininin şikâyeti üzerine kurulduğunu yazarlar. Hâlbuki Abdülhamit, mahkeme kurmaya karar verdikten sonra, Mahmut Celalettin Paşanın tezgâhıyla gelinine dilekçe verdirmiştir.
Ansiklopedi Maddesini yazan Cevdet Küçük ve Ali İhsan Gencer bu hususu bilmez mi? Uzunçarşılı’nın “Mahmut Celâlettin Paşa’ya Dair” makalesinde bu husus açıktır (bk. “Resimli Tarih Mecmuası”, Ocak 1954, Sayı: 49, s.2840-2843-2844).
Görüldüğü gibi, H. Avni Paşa, Abdülaziz’in ölümünden yaklaşık bir saat sonra olay yerine geliyor. Fahri Bey, olayı Hüseyin Avni Paşa’ya hikâye eylerken Damat Nuri Paşa ve ardından da Sadrazam ve vükelâ geliyor.
Merhum Abdülaziz’in henüz ruhunu teslim etmeden, yani ölmeden karakola götürülmesi koca bir yalandır.
Hüseyin Avni Paşa’nın doktorlara müdahale etmesi de koca bir yalandır. Yanında Sadrazam varken, elçilik doktorlarına talimat vermek her şeyden önce diplomatik edebe aykırıdır ve zaten kimse de buna cesaret edemez.
Açıklama:
(S) Saat, (s) İbretnümâ’da olayın geçtiği sayfa, (karakol) Ortaköy’deki Feriye Karakolu.
Kızılay-Kalem’de Abdülaziz’i tartışırken, Çerkez asıllı Mühendis Şükrü Küçüköner, intihar etmiş; boşuna tartışmayın, TTK yayını, çok ucuz bir kitap: “İbretnümâ”, alın okuyun dedi. Böylelikle İbretnümâ’yı aldım. Ekseri tarihçi olan yüzün üzerinde kişiye de hediye ettim. Okuduklarını hiç sanmam. Ne varsa yine mühendislerde var: Sağ ol iyi adam. Sağ ol Şükrü.
Kabataş Lisesi Öğretmenler odasının sol yan penceresinden Feriye Karakolu, Ortaköy Camii ve ilk Boğaz Köprüsü görülüyor.
Merhum Abdülaziz, resimde görüldüğü gibi Beşiktaş tarafındaki yan pencerenin önünde canına kıymıştır. (bk. Plan)
Alttaki Hâlihazır Plan, benim verdiğim ölçüler ve tarifime göre İnşaat Mühendisi Halûk Özçelik tarafından çizilmiştir.
Kendilerine hesapsız teşekkür ediyorum..
.
Ramazan Topraklı, dikGAZETE.com