BİLGE UMAR’A TEŞEKKÜR
Anadolu Selçukluları tarihiyle ilgili bir şeyler öğrenmek ve yazmak isteyen birisinin karşına muhakkak Bilge Umar çıkar.
Onun çevirileri ve telif eserleri, şahsen bana çalışmalarımda yol gösterdi ve onun eserleri benim başucu kitaplarımdır.
Çevirilerinde sıkça açıklama yapması da araştırmacıya büyük bir kolaylık sağlar.
Bilge Beyi görmek ve kendisiyle konuşmak istedim, ama bu mümkün olmadı.
Yeditepe Üniversitesi telefon santralı üzerinden sadece bir defaya mahsus, beş altı cümlelik kısa bir konuşma yapabildim.
O da şöyle oldu:
Kitaplarını yayınlayan yayınevleri telefonunu vermediler. Kendisinin Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesinde ders verdiğini öğrendim ve Kartal-Soğanlık’ta bulunduğum bir sırada Yeditepe Üniversitesine gittim.
Fakülte sekreterliğinden o gün gelmeyeceğini öğrendim. Hamideli Tarih kitabımdan bir iki sayıyı, kapının altından odasına bıraktım ve Üniversitedeki dâhili numarasını alarak ayrıldım.
Daha sonra kitapları alıp almadığını sormak için üç beş kez aradım ve sadece bir keresinde kendisiyle kısa bir konuşma yapabildim.
Üretken birisi olan Umar’ın, umarım şu sıralarda sağlığı iyidir.
Isparta Belediyesi ve SDÜ Tarih Bölümü Bilge Beyi, şayet sağlığı el veriyorsa muhakkak davet etmeli, kendisine Isparta’yı gezdirmeli ve tarih konusunda bir program yapmalılar.
O, bunu fazlasıyla hak etmiştir ve hatta bu konuda geç bile kalınmıştır.
Onun çevirileri arasındaki Anna’nın Aleksiad, Attalyates’in Tarih, Zonaras’ın Tarihlerin Özeti, Bryennios’un Tarihin Özü, Akropolites’in Vekayinâme’si olmadan Anadolu ve bilhassa Batı Anadolu tarihini anlamak ne mümkün.
Bilge Bey, keşke Grigoras ve Pahimeris’i de çevirebilseydi ne güzel olurdu. Tabii bu arada Arkeoloji Sanat adlı yayınevine de teşekkür etmek istiyorum. Yayınevi bunları yayınlamakla büyük bir hizmet yapmıştır.
İlcan Bihter Barlas’ın Bizanslı Gözüyle Türkler adlı bir Pahimeris çevirisi vardır, ama çok dar tutulmuştur. Buna rağmen ondan da çok yaralanıyorum.
İlcan Bihter hanımefendiye de ayrıca teşekkür ederim.
Umar, Anadolu ve bilhassa Göller Bölgesi’ndeki yeryüzü değişimlerini fark edemediği için açıklamalarında birçok hataya düşmüştür.
Bu konuda hataya düşen sadece o değildir, buna, Remsi (W. M. Ramsay) olmak üzere bütün yabancı tarihçi, tarihî coğrafyacı, arkeolog ve araştırmacıları da dâhil edebiliriz.
Umar, yer yer kaynaklara itiraz eder ki, benzer itirazları Remsi de yapar.
Bunun sebebi olayın geçtiği yeri, hatalı bildikleri içindir. Hatta Remsi’nin, “Neticeyi bir kelime ile izah edebiliriz: ya benim eserim sırf bir hatadan ibarettir yahut da Anadolu haritasının büyük bir kısmı tamamiyle değişmelidir”, “Arap coğrafyacılarının arzettiği güçlüklerden biri de yol diye gösterdikleri harikulâde zikzaklardır. Bunun için kendilerinden istifade etmek hemen hemen imkânsızdır” (Ramsay, 1960: 106 ve 257 açık.3) demesinin sebebi hikmeti Göller Bölgesi’ndeki yeryüzü değişikliği ile Firikya Hellespontia denilen yerin, Kemer Boğazı veya Firigos Boğazı olduğunu bilmediği içindir.
Bilge Bey, 1097 yılında İzmir-Ayasuluk’tan dönen Dukas’ın yol güzergâhının daha kısa olmadığını söyleyerek Anna’ya itiraz eder ki, bunun da sebebi hikmeti, Kemer Boğazı yanında Myria veya Myrna yazılan ikinci bir İzmir’i ve Göller Bölgesi’ndeki yeryüzü değişimini bilmiyor olmasındandır.
Onlarca eser kaleme alan ve onlarca eser çeviren Bilge Bey, Göller Bölgesi’nde vukûbulan yeryüzü değişimi (coğrafî değişim) nazara alınarak okunmalıdır. Değilse çok yerde yanılırsınız.
Bu yeryüzü değişimi ile Umar’dan bir alıntı ve kendine teşekkürle yazımızı tamamlayalım:
Bugün kuzey-güney uzunluğu 50 bm/km olan Eğirdir Gölü, yaklaşık 500 sene önce, Hoyran ve Eğirdir olmak üzere iki ayrı göldü ve iki göl arasında suları, kuzeyden güneye (Hoyran’dan Eğirdir’e) doğru akan ve Menderes, el-Battal, Sangarios ve daha birçok adı kaydedilen 14-15 bm uzunluğunda derin ve büyük bir ırmak vardı. Beyşehir Gölü de, Beyşehir ve Kıreli olmak üzere iki ayrı göldü (bk. Kâtip Çelebi) ve Beyşehir Gölü’nün eski adı Trogitis, Kıreli’nin ise Koralis idi (bk. Strabon, 2009: 65).
İbni Hordazbih, Murat Ağarı tarafından çevirdi, ama coğrafyaya yerleştirilmedi. Bunu bir nebze de olsun biz yapmaya çalıştık.
Hordazbih, bugün 32 binmetre olan İznik Gölü’nün boyunu 12 mil (18 bm) kaydeder. İbn Hordazbih Beyşehir Gölü’nü Miskinin, Kıreli Gölü’nü de 200 zira x 200 zira ebadında bir göl olarak kaydeder.
“İlhan, onun niyetini sezdi ve ondan önce, gölün girişini, keza ırmak üzerindeki köprüyü [2] tuttu; bu yerde eskiden [Constantinus’un anası] Ermiş Helena tarafından [kendi oğlu] Büyük Constantinus onuruna yaptırılmış bir kilise vardı; köprünün hâlâ taşıdığı ad [Helena Köprüsü] buradan gelir [3]” (Anna, 1996: 208, çev. Bilge Umar).
[2]: Köprü, göl ile deniz arasında suyolu işlevi de gören kanalın gölden çıktığı yerin çok yakınında idi. Şimdiki ana yolun, göl kuzeybatı ucunu dönüp doğuya kıvrılırken o ırmağı aştığı yerin biraz doğu ilerisinde önemsiz kalıntıları suyun içinde görülür (Açık. Bilge Umar).
[3]: İşte orası çok kuşkulu. İzmit Körfezinde kuzey kıyı ile güney kıyı arasında karşıdan karşıya geçişin güney iskelesinde bulunan kentçiğe de, kenti kuran Justinianus'un, aynı Helena dolayısiyle Helenopolis adını verdiği sanılır. Oysa Elana (Rum ağzında: Helana/Helena/Helene) Luwi / Pelasgos dilinde "Boğaz'sal, Geçitsel" demektir (Troia destanındaki güzel Helena'nın adı da aslında, Boğazdaki kadın’ı kasdediyor). Helenopolis kentlerinin adı gerçekte onların bir boğaz, geçit yeri ile bağlantısına işaret eder. Konu, Türkiye’deki Tarihsel Adlar kitabımda (İnkılap Kitabevi, İstanbul 1993) ilgili adların açıklanması sırasında tartışılmıştır. Ulubat Gölüyle deniz arasında su geçidi, Boğaz işlevinde olan bu ırmak/kanal üzerinde bulunan köprüye Helena köprüsü denmesi kanımca besbelli ki o geçide Elana denmesinden kaynaklanıyordu; yani bu köprü adı, "Geçitsel (suyolunun) köprüsü" demeye geliyordu. Sözünü ettiğim kitabı yazma öncesinde, Tarih ve Toplum Dergisinde dizi halinde yayınlanan üç inceleme yazısında, içinde Ela/İla sözcüğünün geçtiği tam 52 adı inceleyerek ve tümevarım yoluyla, bu sözcüğün Luwi /Pelasgos dilinde "Boğaz, geçit" anlamına geldiğini ortaya koymuştum. Anna'daki bu bölüm o zaman dikkatimi çekmemiş; çekmiş olsaydı Helena Köprüsü'nü de 53. örnek olarak değerlendirirdim (Açık. Bilge Umar).
Umar’ın açıklamalarını ilgiyle karşılıyorum. Ancak [2] numaralı açıklamadaki suyolunun, Kemer Boğazı’nda ve Eski Hoyran ve Eğirdir gölleri arasındaki ırmak, söz konusu köprünün ise üzerinden Kıral Yolu’nun (via regia) geçtiği Kemer Boğazı’ndaki ünlü köprü olduğunu iddia ediyorum. [3] numaralı açıklama bizi destekler. Şöyle ki, Köprüyü şarka doğru geçtikten sonra Bilge Beyin Kliesoura ve Taurokomos dediği ünlü Yenice Derbendi’ne girilir.
Bu yerin Ulubat’la bir ilgisi yoktur. (Anna, 1996: 458, 480)’deki Lopadion Ulubat, Lopadion Köprüsü Ulubat Köprüsü değildir. Lopadion ve Poimanenon Kemer Boğazı’nın batı yakasındaki iki kaledir. Poimanenon, Aleksios Komnenos’un 1116 son seferinde kesin olarak belirlenmiştir (Anna, 1996: 484). İşin en ilginç yanı da, aynı olayda zikredilen Kotoiraikia’nın, Kemer Boğazı’nın 30 bm şarkındaki benim köyüm Kötürnek oluşudur. Anna s. 481’de geçen Kellia, Gelendost Killi-kırı’dır. Anayol üzerindeki Kötürnek kalesi, İbn Horzdazbih’te (boğaz köprüsünün 20 mil şarkı) el-Alemeyn, el-İdrîsî’de ise (boğaz köprüsünün 20 mil şarkı) Hısnu’l-Meclis yazılmıştır.
Bilge Beyin, "Geçitsel (suyolunun) köprüsü" şeklinde yazdığı ifadenin, Geçit (suyolu) köprüsü yazılması, bana göre Türkçeye daha uygundur. İlhan olayının tarihi, 1081-1086 arası olmalıdır.