Türkiye’nin bir an önce Kürt etnisiteye mensup çakma peygamber torunlarından kurtulması elzem.
Bunlar Arap neslinden gelen Peygamberin, nasıl evladıysa, her fırsatta Kürt olduklarını söylüyor, Kürtçe konuşuyor, saf Türk halkı üzerinde dini nüfuzlarını kullanarak her türlü siyasi, kültürel ve ekonomik saltanatlarını kuruyor.
Sözde tasavvuf erbabının bağlı oldukları silsilenin Hindistan’daki İngiliz Kumpanyası’nın emriyle hareket ettiğinden bile habersizler.
Polis muhabirliğinden yetişme, gazeteci Saygı Öztürk'ün, 'Menzil' kitabını okudunuz mu? Adıyaman Menzil'e ve Sivrihisar Buhara'ya giderek şeyhlerle, sofilerle konuşmuş.
"Tövbe alma", "Ölüm rabıtası" ritüellerine katılan Öztürk, tarikatın dününü, bugününü, yaşayanları, söylenenleri yerinde görerek yazmış kitabını.
Kendisine verilen görevden yüz akıyla çıkmış.
Bence çok iyi yapmış. Bu tarikatın adeta röntgenini çekmiş.
Dinin kaynağından habersiz binlerce insanın, kulaktan duyma ve masal tadında dini içeriklerle yer yer bezenmiş aslı astarı olmayan hikayelerle nasıl beyinlerinin yıkandığını anlatmış.
Kitapta bu şuursuz kitlelerin bağlandıkları Kürt otoritelerinin, kalabalıkları nasıl milli kimlikten, Türklük bilincinden uzaklaştırdıkları ve güvenlik tehdidine dönüştükleri çok net görülebiliyor.
Kim, bu ‘tarikat ve şeyhleri’ sayesinde bölge halkının terör örgütlerinden uzak durduğunu söylüyorsa kesinlikle beşinci kol faaliyeti yapıyordur.
Çünkü Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında devletin “Nakşi isyanları”yla nasıl uğraştığı ortada.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 30 Kasım 1925'te çıkarttığı 677 sayılı Kanunla tekke ve zaviyeleri kapatmasını, ardından ısrarla takip edilen tek tarikatın, Nakşîler'in Hâlidî kolu olmasının sebebi neydi, hiç düşündünüz mü?
Cumhuriyet öncesinde ve sonrasında, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, devlet güçleriyle çatışmaya giren dinî gruplar, Menemen ayaklanmalarının liderleri, Nakşî tarikatının mensubuydular.
Kim ki bu kaba softa ham yobazları masum görür ve onlarla iş tutar? Vallahi de billahi de haindir, haindir!
Cübbeli konuş-turul-du Nakşi şeyhi öldürüldü…
Bir kaç gün önce, Habertürk' ekranlarında bir gurup gazetecinin sorularını yanıtlayan “Cübbeli Ahmet Hoca” diye bilinen Ahmet Mahmut Ünlü;
"İlahiyatlar şu anda Mısır ekolünden, reformist ekolden etkilenmiş. Osmanlı'dan gelen Maturidi-Hanefi çizgi korunmuyor.
İmam Hatip ve İlahiyatların yetersiz hatta şu anda deist ve ateis de olanlar çıktı. Derin devlet vardır, olmalıdır. Allah zeval vermesin.
Derin devlet olmazsa sığ devlet çıkar. Derin devlette din iman aranmaz. Dini imanı olmaz, orada herkes vardır. Allah'a da inanmayabilir, diğeri inanmayabilir.
Vatan haini olmadıktan sonra. Solcusu da, sağcısı da vardır. Derin devlette vatan, millet aranır. Derin devlet cemaatlerin içine mutlaka adam sokmuşlardır.
Bir tane boş yoktur. Simitçidir, camilerin önünde koku falan satarlar, bunlar ayak takımıdır. Derin devlet takip etsin tabii.
Burada selefisi çıkıyor, cuma kılınmazı çıkıyor. Dar'ül Harpçisi çıkıyor. Selefi derneklerinin önü alınması lazım. Adam aleni herkesi tekfir ediyor, cumhuriyetin değerlerine sövüyor.
Şu anda derneklerin sayısı 2 bin dendi. Adamlar Allah gökte diyor, rey verilmez derler, rey veren kafir derler. İmani açıdan da, devlet açısından da riskli görüyorum. Bunların bir kısmı İŞİD, El Kaide versiyonları var." (*)
Habertürk TV ekranlarında "Türkiye'nin Nabzı Özel" programına konuk olan ve Selefi gruplara dikkat çeken Cübbeli, "Ben bunu kaç zaman önce söyledim. 2000 tane dernek var oralarda. Bu silahlanmanın önüne geçilsin.
Son başlarına gelince anlıyorlar. Bak bu Selefiler sıkıntı. Adıyaman'ın civarı ateşleniyor. Tehlike boyutuna gelmeden önlem alınmazsa FETÖ boyutuna dönüşebilir" açıklamasında bulundu. (**)
Bitlis Güroymak (Norşin) Medresesi Baş Müderrisi Abdulkerim Çevik öldürüldü…
Cübbeli'nin televizyon programında kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevapların analizine bakıldığında, işbirliği yaptığı kurum uzmanlarıyla konu üzerinde iyi çalıştıkları anlaşılıyor.
Hemen belirteyim, Cübbeli bu sürecin sadece parçası ve ekran yüzü.
Cübbeli’nin TV konuşmasının sonrasında, Bitlis Güroymak (Norşin) Medresesi Baş Müderrisi, Nakşibendî şeyhi Muhammed Ziyaeddin'in torunu, Nakşi Şeyhi Abdulkerim Çevik'in; ders verdiği sırada silahlı saldırıyla öldürülmesi rastlantı mı?
Nasıl öldürüldü?
Nakşi Şeyhi Abdülkerim Çevik'in, aralarında problem olan iki kişiyi barıştırmak isterken öldürüldüğü söyleniyor.
Yanına gelen bir kişi, Nakşi Şeyhi Abdülkerim Çevik'ten başka biriyle olan problemini İslami Hukuk çerçevesinde çözmesini ister.
Abdülkerim Çevik bu isteği kabul eder. İki tarafı da dinleyen Çevik, karşı tarafı haklı bulur. Aleyhine karar verilen kişi ise durumu kabul etmeyerek tabancası ile Abdulkerim Çevik'e ateş ederek onu öldürür.
Olayın ardından gözaltına alınan zanlının üzerinde 3 ruhsatsız silah bulunması, cinayet kastıyla hareket ettiğini gösteriyor.
Bazı politikacıların gündeme getirdiği gibi işin içinde iş var!
Sıradan adli bir cinayet vakıası görüntüsü verilmiş, siyasi bir suikast olma ihtimali ağır basıyor.
Kürtçe medrese eğitimi, Kürt milliyetçiliğini tetikliyor!..
Cumhuriyet döneminde batıdaki medreseler kapatılırken, doğudaki medreseler bir anlamda yeraltına çekildiler.
Kürtçe medrese eğitimi verilen bir çok cami derneğine ait mekânlar yani Kürt medreseleri, Kürtçe edebiyat eğitimi verilen okullar olma özelliği taşıyor.
Bu medreselerde sadece dini eserler değil, Ehmede Xani'nin Kürtçe kaleme aldığı Mem û Zin ve Nûbahara Bıçûkan adlı eseri ile Meleyi Ciziri'nin divan tarzında yazdığı Kürtçe şiirleri de okutuluyor.
Norşin Medresesi’nin eğitim dili Kürtçe’dir. Medresede okuyan öğrencilerin ekseriyetle bu dili konuşması ve Kürt medreselerinde geleneksel olarak eğitim dilinin Kürtçe olmasından dolayı, günümüz Kürt medreselerinde de Kürtçe, eğitim dili olarak kullanılmaktadır.
Okutulan kitaplar:
Mevlit (Kürtçe, Mele Hüseyn-i Batei), Akide-i İman (Ahmed-i Hani), Nûbihar (Ahmed-i Hani, Arapça-Kürtçe sözlük), Nehcu’l Enam (Siirtli Molla Halil’in Kürtçe yazdığı, ahlak içerikli şiirsel kitap), Emsile, Bina, Maksut, İzzi, ‘Awamil, Terkip, Zurûf, Sa’dullah’us-Sağir, Şerhu’l-Muğni, Sutûr, Sadini, Şerhu’l-kıtır, Hellul Meakit, Suyutti, Camii, Qewli Ahmet, Fenari, Cewheruttewhit, Usam İstiare, Muğnit-tulap, Muğnil-lebib ve Cem’ulcewâmıa kitaplarıdır. (***)
Öldürülen Müderris Abdulkerim Çevik daha önce Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamasında, medreselerde hadis, tefsir ve fıkıh gibi dini ilimler ile bunların gramerlerinin okutulduğunu, asıl köylerinin “Tağ" olduğunu söylemişti.
Anlatımına göre Tağ köyünde şeyh Abdurrahman-i Taği'nin babası Molla Mahmut'un orada medresesi vardı. O günden bu yana, 250 yıldır Norşin Medresesi eğitime devam ediyor. Medresede 8-12 yıl arasında bir eğitim süreci var. Bu süreç talebelerin Kur'an-ı Kerim okumasıyla başlar. Ardından Hadis, Tefsir, Fıkıh, Arap Dili ve Edebiyatı, Tasavvuf ve Ahlaki Eğitimler alır. (****)
Kürt kökenli Tağiler, oldukça gelenekçi bir Nakşibendi merkezi olarak faaliyetlerini sürdürdüler. Bu aile, Arvasiler’in temsilcileridir.
Kürt Nakşi şeyhinin ölümü nasıl anlaşılmalı?
Kürt Nakşi Şeyhlerinin; “Pişta wan dane dinyayê û bere wan dane xwe” yani Türkçe ifadeyle “sırtlarını dünyaya verdiler ve yüzlerini kendilerine çevirdiler” düsturuyla hareket ettikleri çok da inandırıcı değil.
Gürırmak/Norşin; Güneydoğu bölgesinde yasadışı dini eğitimin verildiği önemli bir merkezdir. Menzil Dergâhı, Haznevi Dergahı’nın kökeni Norşin’dir. Bedizzaman dahi Norşin’de yetişmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ne muhalif “mürteci kadrolar”ın çoğaltıldığı mekandır.
Norşin, özellikle Şafii fıkhında söz sahibi din adamlarına ev sahipliği yapmıştır. “Eşari” din anlayışının ve Şafiliğin bölgedeki en önemli merkezidir.
Kürt kökenli iktidar milletvekilleri ile Nakşi tarikatı mensubu milletvekillerinin koruması altında Kürt milliyetçiliğini inşa eden, Kürtçe eğitimin verildiği bu yer ve benzeri mekanların önümüzdeki günlerde, sıkı bir takibata uğrayacağı anlaşılıyor.
Kürtçü İslamcılar, umarım bu verilen mesajı dikkate alır. Kürtçe dini eğitimin sonuna gelinmiştir.
Eşari /Şafi/Kürtçü yapının, dini eğitim üzerindeki etkisinin azalacağı süreç başlatılmıştır.
Kürt kökenli çakma peygamber torunlarının iktisadi kralıklarına kayyum atanması söz konusu olacaktır.
20 Ağustos 2018'de Selefi tehlikeye dikkat çekmiştim.. Erken uyarı daha yeni yeni işe yarıyor olmalı!..
1962’de kurulan Rabıta’nın (Dünya İslam Birliği) Türkiye’de Hanefilik ve Maturidilik esaslarından beslenen Sünni İslam üzerindeki yıkıcı etkisini, bombalı bir saldırıda öldürülen Uğur Mumcu ortaya koymuştu.
Anglo-Amerikan emperyalizmi, İslam’ı politize etmek gereğini duymuş ve kullanabileceği cemaat hareketlerini CIA vasıtasıyla desteklemişti. Hatta 1985’ten sonra Dünya İslam Örgütü RABITA, ABD patentli Selefi/Vehhabi karışımı, radikal İslam düşüncelerininin yaygınlaşması ve taraftar bulması için TC yönetiminin bilgisi ve onayıyla Avrupa’daki Türk imamların maaşlarını ödedi.
Mısır’daki El Ezher ve Suudi Arabistan’daki ilahiyat fakültelerine Türkiye’den öğrenci gönderilmeye devam edildi. Bugün ülkemizde Mısır, Pakistan ve Suudi Arabistan ilahiyat fakültelerinden mezun, sayıları binlerle ifade edilen Eşarilik’le kafayı bozmuş, Selefiliği ideolojik doktrine dönüştürmüş bir mürteci kitle mevcut.
Vakıf ve Derneklerle sözde dini faaliyetlerde bulunuluyor, amaç Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nde zaafiyet oluşturmak.
İslam alimlerinden Urfa Harran doğumlu İbn Teymiye’nin 700 yıl önce yazdığı Mardin Fetvası’nın günümüz koşulları altında yeniden yorumlanması için Mart 2010’da Mardin’de düzenlenen uluslararası konferansı, Londra merkezli GCRG isimli sivil toplum örgütü organize etmişti.
Toplantıya konu olan İbn-i Teymiyye, 1269’da Harran’da doğdu. Henüz küçük yaşlarındayken, Moğol saldırıları nedeniyle ailesiyle birlikte Şam’a göç etmek zorunda kaldı.
Mısır’da sufizme yönelik eleştirileri nedeniyle birkaç kez hapis yattı. 1328’de öldü.
Moğol saldırıları için verdiği “Müslümanların Müslüman olmayan yönetime karşı savaşması gerektiği, Müslümanın olmadığı yerin Dar-ül Harp olduğu” yönündeki “Mardin Fetvası”nın Mısır ve Cezayir’deki aşırı dinci terör örgütlerinin yanı sıra, küresel terörün en büyük aktörlerinden El Kaide için de çıkış noktası olduğu iddia ediliyor.
Ancak bu fetvanın, en çok rahatsız ettiği kesimin, İslâm coğrafyasına yüzyıllardır Haçlı Seferleri düzenleyen ABD ve Avrupa ülkeleri olduğu kesin.
Bu fetva yumuşatılarak, vatanları işgal edilen Müslüman halkların silaha sarılmalarının önüne geçilmek istenildi.
Mart 2010’da Müslümanları çatışmaya çağıran cihat fetvalarından yeniden yorumladığı Mardin Konferansı’nın organizasyonunu kim yapmıştı?
80’li yıllarda Avrupa’da görevli Türk imamlara maaş ödemesi nedeniyle Türkiye’de büyük gürültü koparan Suudi kökenli ‘Rabıta Vakfı’nın geçmişteki bir numaralı yöneticisinin yürüttüğü ortaya çıkmıştı.
RABITA’nın Mardin konferansından da anlaşıldığı gibi, soğuk savaş döneminde sözde Sovyet tehdidine karşı ABD kaynaklı “Yeşil Kuşak” yaratma çabasının araçlarından biri olan Rabıta örgütü, bu kez İslam’ın sömürgeci küreselleşmeye karşı tehlike yaratmaması için devreye girmiş bulunuyor.
“Dinsel terörü durdurma” bahanesiyle sömürgeciliğe başkaldırmayan bir “ılımlı İslam”ı yorumlamaya çalışıyor.
Projelerinin finansmanı, İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından karşılanıyor.
Bundan önce, benzer bir projeyi, Somali’de gerçekleştirdiler. Orada da konu yine cihat yanlısı fetvaların değiştirilmesi ya da yeniden yorumlanmasıydı.
Bu merkezin, daha önceki projesi ise ABD ve Kanada’daki Müslüman topluluklarının dini kanaat önderlerini Londra’da eğitmekti.
Önümüzdeki yıllarda hem ABD hem de Avrupa’dan imamlar, benzer şekilde eğitilecek.
Konferansın organizatörü olan Londra merkezli ‘Küresel Yenilenme ve Rehberlik Merkezi’ (GCRG) Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Bin Naseef, Rabıta’da da görev yapmaya devam ediyor.
Avrupa’da görevli Türk imamlarını finanse ettiklerini açıklayan Naseef, “Hâlâ Rabıta’nın maaş verdiği Türkler var” demişti.
Naseef’in kariyerinin en önemli duraklarından biri ‘Rabıta El Alam al İslami’ isimli en büyük İslami sivil toplum örgütü olmuş. Finansmanının büyük bölümünü Suudi Arabistan hükümetinin yaptığı Rabıta’nın bir numaralı koltuğu olan Genel Sekreterlik görevini 80’li yıllarda iki dönem (10 yıl) yürütmüş. Hâlâ da bazı komitelerinde görev alıyor.
Türkiye-Rabıta ilişkilerinde kilit öneme sahip.
GCRG’nin Yönetim Kurulu Başkanlığını Suudi Arabistan kökenli Abdullah Naseef yönetiyor. 70 yaşındaki Naseef, GCRG’nin yanı sıra Dünya Müslümanlar Kongresi ve İslam dini ile ilgili birçok önemli kurum ve sivil toplum örgütünün kurucusu ya da yöneticisi olarak görev yapmış bir isim.
Abdullah Omar Naseef, Suudi Arabistan’da Kral Şadır Konseyi’nin Başkan Yardımcılığı, Kral Abdülaziz Üniversitesi Başkanı ve en önemlisi 1983-1993 yılları arasında Müslüman Dünya Birliği Genel Sekreteri (MWL) olmak üzere birçok önemli görevde bulundu. Dr Naseef şu anda Dawa Genel Sekreteri.
Dr. Naseef aynı zamanda Müslüman Dünya Kongresi Başkanı olduğu gibi bir diğer görevi de Oxfordrsitesi İslam Araştırmaları Merkezi başkanıdır.
3 Kasım 2013’te Rabıta hastaneleri Meclis gündemine gelmişti. Suudi Arabistan kökenli ‘Rabıtatül Alemi İslami Uluslararası İmar ve Kalkındırma Kurumu’nun finanse ettiği pansiyon ve okul görünümlü 4 sağlık merkezinin Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 9 aydır faaliyette bulunduğu Cumhuriyet gazetesinin haberiyle ortaya çıkmış, olay Meclis gündemine taşınmıştı.
Rabıta’nın Mardin toplantısından 6 yıl sonra İran’da dini lider Ayetullah Ali Hamaney ile görüşen Görmez, Riyad’a geçmiş, Suudi Arabistan İslam İşleri, Evkaf, Tebliğ ve İrşat Bakanı Dr. Salih Bin Abdülaziz’i ziyaret etmiş, Görmez, bugün yaşanan sorunlardan en büyük zararı İslam dininin gördüğü mesajını vermişti.
Görmez, Suudi Bakan Abdülaziz’e, Türkiye’de bulunan Suriyeli mültecilerin çocuklarının eğitimi için işbirliği önermişti. Görmez, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle Gaziantep’te Türkçe-Arapça eğitim verecek bir üniversitenin kurulması önerisinde bulunmuştu.
Uzun sözün kısası; Londra merkezli ‘Küresel Yenilenme ve Rehberlik Merkezi’ (GCRG) ile RABITA, ellerini kollarını sallayarak “İslam dinine hizmet” adı altında devletimizin temellerine dinamit koymayı sürdürüyor.
Güneydoğu sınırlarımızda DAEŞ kafalı yeni bir nesil yetişiyor. Kayıt dışı geleneksel dini eğitimin verildiği İstanbul, Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep ve Rize gibi illerimizi kendilerine merkez üssü seçen Selefilik, en yıkıcı etkisini “Vatan sevgisinin imandan” olduğuna inanan Türk milleti üzerinde gösterecek.
Ey Türk titre ve kendine dön, Vatikan’ın kapı kulu papazların İslâm anlayışını, “din” kabul edenlerin suratına yumruğunu indir.
Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur. (*****)
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete
(*) https://www.google.com/amp/s/m.haberturk.com/ahmet-mahmut-unlu-haberturk-te-sorulari-yanitliyor-2559404-amp
(**) https://www.google.com/amp/s/www.ortadogugazetesi.com/amp/gundem/cubbeli-ahmet-ten-flas-aciklama-turkiye-de-ic-savas-h9975.html
(***) Mehmet Çelik, Tasavvuf ve İlmi Birleştiren Bir Kurum Olarak Medreseler (19. VE 20. Yüzyıllarda Norşin Medresesi Örneği ) - Mardin Artuklu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü /Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Mardin 2017.
(****) https://www.google.com/amp/s/www.bitlishaber13.net/amp/norsin-medresesi-nde-250-yildir-talebe-yetistiriliyor-9780.html